Rüzgara karşı Yürüyenlerin Derneği
MÜSİAD
MÜSİAD Antalya Şubesi Başkanı
RESUL LEKESİZ
Bu sayımızda, Antalya’nın ticaret hayatının olduğu kadar sosyal yaşamının da en tanınan simalarından biri olan MÜSİAD Antalya Şubesi Başkanı Resul Lekesiz ile ekonomiden siyasete, Osmanlı tarihinden yakın tarihe çok zevkli bir sohbet gerçekleştirdik. MÜSİAD’ın 28 Şubat döneminde yaşanan baskılara adeta bir tepki olarak doğduğunu ifade eden Lekesiz, bu durumu “Rüzgara karşı yürümek” olarak nitelendiriyor. Antalya MÜSİAD’ın Türkiye’deki en başarılı MÜSİAD şubelerinden biri olduğunu dile getiren Lekesiz, ATSO ile yaşadığı tartışmalara da açık yüreklilik ile cevap verdi.
Klasik olacak ama bize kendinizden bahseder misiniz? Biliyorsunuz bazı görevler var ki görevi üstlenen kişiye diğer hayatını unutturabiliyor. MÜSİAD Başkanlığı da böyle bir görev. Okuyucularımız için Resul Lekesiz’i anlatır mısınız?
– 1968 Yozgat doğumluyum. Yozgat İmam Hatip Lisesi mezunuyum. 1992 senesinden itibaren Antalya’dayım. 20 sene inşaat sektöründe faaliyet gösterdikten sonra son 3 senedir tarım sektöründeyim. Evli ve 2 çocuk babasıyım. MÜSİAD’da da 2016’nın sonunda 15 yılı dolu dolu geride bırakmış olacağım. İlk 6 yıl Yönetim Kurulu Üyeliği, sonraki 5 yıl Başkan Yardımcılığı yaptıktan sonra 4 yıldır da Şube Başkanı olarak görev yapıyorum.
Klasik sorularımızla devam edeceğiz. Antalya MÜSİAD’dan bahseder misiniz?
– Müstakil Sanayici İş Adamları Derneği, MÜSİAD, 1997 yılında, tam da 28 Şubat sürecinde –Antalya Şubesi kurulmamıştı- ticari bir takım kaygılarla ve kaçışların olduğu bir dönemde kurulan bir dernek. Kurulma aşamasını ‘rüzgara karşı yürümek’ diye adlandırabilirim. Böyle bir süreçte kurulmasından olsa gerek ki, sağlam bir temeli var ve iyi bir maya tutmuş durumda. Genel merkez nezdinde şu an 86 tane şube temsilciliği var. Her sene sonunda yıllık değerlendirmeler yapılır. Belli kriterlere göre puanlamalar verilir. Antalya Şubesi bu anlamda başarı noktasında ilk 5’in içerisindedir. Bu rakamdan aşağı düşmemiştir. Bizim bünyemizde farklı sektörlerden 150 üyemiz var. Ağırlıklı İnşaat sektörü, gıda, tarım, sağlık, turizm ve hizmet sektörlerinden üyelerimiz mevcut. Antalya MÜSİAD’ın üye yapılanması da bu şekildedir.
MÜSİAD’ın faaliyetlerinden kısaca bahseder misiniz?
– Öncelikle genelde bir sivil toplum kuruluşu, özelde iş adamları derneği MÜSİAD. Müstakil Sanayici İş Adamları Derneği. Tescilli adımız budur. Bununla ilgili bazı önyargılar var. Müslüman İş Adamları Derneği diye söyleniyor. Biz de bunlardan rahatsız değiliz. Konumuza dönersek, Osmanlı’nın çöküşü ile beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde belli bir sistem dahilinde bizim toplumumuz üreten değil tüketen toplum haline dönüştürülmüş. Oysa geçmişimize, ecdadımızın yaptıklarına baktığımızda çok da özgüven eksikliği içerisinde olmamız gereken bir durumda değiliz. Biz de pek ala ürettiğimizin en iyisini üretebiliriz ve dünyanın her yerinde pazarlayabiliriz. MÜİAD, 1990 senesinde Türkiye’de tam manasıyla Anadolu’nun bağrından çıkan bir yapılanma. Bu tarihimizdeki kurgulara bir itiraz diyelim. “Ben varım! Ben de üretebilirim” demek.
MÜSİAD sadece İstanbul’da bir genel merkez değil daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’nin 86 noktasında –illerin tamamı ve bazı ilçeler- faaliyetlerini gösteren bir yapılanma. Üyelerimizin hem kişisel hem de ticari gelişimini önceleyen faaliyetlerle doluyuz. Biz burada sadece yerelde bir dernek olmadığımız için genel merkezimiz nezdinde yıllık planlanan faaliyetler çerçevesinde hareket ediyoruz. Yılda 275 adet rutin faaliyetimiz var. Şube olarak haftalık yönetim kurulu toplantımızı yaparız. Üyelerimiz içerisinde sektörlerine göre ayrı kurullarımız var. Bu sektör kurullarımız 15 günde bir kendi içlerinde bu toplantılarını yaparlar. Bölgesel İş Geliştirme Toplantıları yaparız. MÜSİAD 5 bölgeye ayrılmış durumda Türkiye’de. Biz 2. bölgedeyiz. 2. bölgede 15 il var. Her üye kendi iş sektörüyle ilgili, kendi ekonomik boyutuyla ilgili bu faaliyetler içerisinde muhakkak kendine bir karşılık bulabiliyor. Yerelde, bölgesel, ulusal ve uluslararası boyutta faaliyetler var. Sosyal sorumluluklarımıza ve üyelerimize duyarlılığımız ön planda. Faaliyetlerimiz, üyelerimizin kişisel ve ticari gelişimlerini artırıcı faaliyetlerdir. Örneğin, şube olarak yılda iki defa yurt dışına çıkma, iş seyahati yapma gibi bir kriterimiz var. Bu yıl İran’a gideceğiz. Malum ambargo kalktı. Türkiye’ye karşı bir sempati var. Gerek bizim üyelerimiz orada yatırım yapacak, gerek onlardan bazılarını buraya taşıyarak, birleştirmeler yaparak yatırım yapılmasını sağlayacağız. Ülkemizin ekonomisini geliştirmek, daha bağımsız hale getirmek, tüketim toplumu olmaktan çıkarıp üretim toplumu haline dönüştürme anlamında faaliyetler içerisindeyiz. MÜSİAD olarak ülkemiz adına görevlerimiz ve faaliyetlerimiz bunlardır.
MÜSİAD olarak farklı ülkelerle ciddi temas ve diyaloglarınız var. Bunları açabilir misiniz?
– Türkiye’de öncelikle her bir bölgenin, daha sonra her bir vilayetin kendine özel ticari dinamikleri var. Bir Konya’yı düşündüğünüz zaman yedek parça, makine anlamında otomotiv sanayi aklımıza gelir. Kayseri dersek mobilya sektörü aklımıza gelir. Biz Antalya’dan sorumluyuz. Antalya’da ekonomik dinamiklere baktığımız zaman tarım, turizm merkezli olduğunu görürüz. İnşaat sektörünü diğer tarafta tutacak olursak üye dağılımımız genelde bu yönde. Bu düşünceyle biz iş seyahatimizi geçen sene Tunus’a yaptık. -Tunus’ta bu ara gerginlikler var maalesef- Bize gelecekler ve bir takım protokoller imzalayacağız. Tunus, Antalya’ya çok benziyor. Farkı ise oranın bir ülke olup Antalya’nın ise bir il olması. Biz Akdeniz’in bu tarafıyız, onlar ise diğer tarafı. Orası da tarım ve turizm ağırlıklı bir ekonomiye sahip Antalya gibi. Durum böyle olunca Tunus’la partner bir durumdayız. Güzel İşler yapacağız. Başarılı bir iş seyahati oldu bizim için. Tunus gibi İran’a da yakın ilgi gösteriyoruz. Daha da birçok ülkeyle temaslarımız olacaktır.
Hep duyarız ve gerçekliği hep tartışılır. Geçmişte Osmanlı’nın hakimiyeti altında olan ülkelerin vatandaşlarının Türkiye’den biri orayı ziyaret ettiğinde normalden daha farklı davrandıkları ve kardeşleri gelmiş gibi ağırladıkları söylenir. Gerçekten böyle bir şey var mı? Eğer varsa bununla ilgili bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
– Birinci Dünya Savaşı Dönemi’ne gittiğimiz zaman Osmanlı’yı parçalama projesi başlatıldı. 1915 senesinde İngilizler Çanakkale’den girmeye çalışıp giremediler. 1916 senesinde Kut’ül Ammare’den -şu günlerde tekrar hatırlanmaya başlandı- 1952 yılına kadar kutlanan fakat 52 yılında biz NATO’ya girerken İngilizlerin, ‘Bunu kutlamayın’ dedikleri, utanç duydukları bir yenilgi gerçekleşti. 8 general, sayısı 300’ü geçen subay ve 13 bin tane de İngiliz askeri bizim ordumuz tarafından esir alındılar. Daha sonra Arabistan’da, Yemen’de, Mekke Emir’i Şerif Hüseyin ile başlayan Osmanlı’nın bir parçalanma süreci var. O zaman bir takım vaatlerle buraları kışkırttılar ve amaçlarına ulaştılar. O zamanki bahaneleri ya da yalanları bir yüz yıl içerisinde anlaşılmış oldu. Bütün bu Osmanlı bünyesindeki ülkelere gittiğimiz zamanki hissettiğimiz şey; Osmanlı’nın bünyesinde kaldıkları bir dönem oldu. Osmanlı’dan sonra batılıların sömürge zihniyetiyle kaldıkları dönemler oldu. Bu nedenle mukayese etme şansları oldu. Bu bizim için çok önemli. Bu mukayeseyi yapmamış olsalardı bugün bu sempatiyi duymuyor olabilirlerdi. Cezayir’de aynı sıcaklığı yaşadık, Tunus’ta aynı sıcaklığı yaşadık. Tunus’la ilgili ben bunu devam ettirmek istersem 330 sene Osmanlı egemenliğinde olan bir yer. 75 sene de Fransızların sömürgesi altında yaşadılar. Bu mukayeseyi yaptıkları zaman bizim ecdadımızın onları sömürmeye gitmediğini anlıyorlar. Hatta oradaki ikili iş görüşmelerinin açılış panelinde ben: “Bizim ecdadımız vaktiyle hangi niyetlerle buraya geldiyse, biz bugün o niyetlerle buradayız. Biz sizi ötekileştirmek için değil birlikte yan yana yürümek için biz buradayız.” dedim. Çok etkilendiler. İletişime geçemiyoruz. Düşünün ki 330 sene benim ecdadım kalıyor. 75 sene Fransızlar kalıyor. Ve kültürlerini öyle enjekte etmişler ki çok iyi Fransızca konuşabiliyorlar. Arapça konuşabiliyorlar. Ama biz iletişim kuramıyoruz. İletişimimizi bilinçli şekilde kestiklerini fakat bu iletişimi yeniden kurmak adına bizim adım attığımızın vurgusunu yaptım ve çok da etkili oldu. Onlar bize İspanyollardan, İtalyanlardan, Fransızlardan sıkıldıklarını ve onları bizim yönetmemizi istediklerini dile getirdiler. Bunun altındaki temel sebep ise mukayese şanslarının olmasıdır. Bizim ecdadımız referansını İslamiyet’ten aldı. İslamiyeti referans alan toplumlar fetheder, işgal etmez. İslamiyeti referans alamayan toplumlar yakar, yıkar, tecavüz eder. Bizim ecdadımız ise gönülleri fethetmiş, şehirleri imar etmiş ve oraları güzelleştirmiş. Bunun bilincinde oldukları için bu durum doğru. Çok güzel karşılanıyoruz. Mutlu olduklarını hissettiriyorlar bizleri gördükleri zaman. İnşallah bu hep böyle devam eder.
7 Haziran seçimleri öncesinde ATSO’ya yönelik sert eleştirileriniz olmuştu. Bu çıkışınızın nedeni nedir?
– 7 Haziran öncesine denk geldi sadece. Seçim atmosferinde olunduğu için politize edildi mevzuu. Net sayısını bilmiyorum, 20 küsur bin üyesi var Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın. Bunların her birinin siyasi görüşü farklı olabilir. Bu kurum o üye firmaların temsil edildiği, tescil edildiği anayasal bir gereklilik sonucunda oluşmuş bir kurum. Bütün bu siyasi ya da dünya görüşünün üstünde bir yapılanma. Tüm üyelerine eşit bir mesafede yaklaşması gerekir. Ancak seçim öncesinde bir önceki başkanın CHP’den milletvekili adayı olmasıyla beraber kurum tamamen bir siyasi arenaya dönüştü. Onun öncesinde bir vakıf kurdular. İlk yıl 1 buçuk milyon lira, daha sonraki yıl 1 milyon lira, her sene olmak şartıyla 10 yıl kurum buraya ödeme yapacak. Bu vakıfın gerekliliği, gereksizliği ya da himayesi altına aldığı şeylerin tartışılması bir tarafa, bunun yeterince olgunlaşmadan, yeterince oluşması gereken irade ortaya çıkmadan apar topar yapılmış olmasına itiraz ettik. Çünkü biz buraya aidat ödüyoruz. Hem yıllık düzenli aidatlarımız var hem de beyan edilen vergiler üzerinden munzam aidatlarımız var. Ben bir yere aidat ödüyorsam, bunları sorgulama hakkına sahibim. İtiraz etme hakkına sahibim. Buranın başkanı ve yönetimi tüm siyasi partilere eşit davranmalı ve eşit mesafede olmalı. Asli görevi neyse bunu yapmalı. Bu yönde itirazımız oldu. Ve bu itirazlarımız devam ediyor. O günden bu güne değişen bir şey olmadı. Olacak gibi de görünmüyor. Biz de buna itiraz etmeye yine devam edeceğiz. Fakat arkasından talihsizce bir açıklamaları oldu onların da. “Siz kendinize bakın, siz Lütfi Elvan’a kayıtsız şartsız destek oluyorsunuz. Asıl politize olan sizsiniz. Bizim böyle yapmamızı neden eleştiriyorsunuz?” gibi talihsiz bir açıklama. Buna istinaden cevap verme gereği duydum ve, “Ben MÜSİAD’ım. Gönüllülük esası var. Üye olursunuz ya da olmazsınız. Çizgim belli, duruşum belli, yerim belli. Sen benim üyem değilsin ama benim senin üyen olmamak gibi bir şansım yok. Ben senin üyenim ve bunun için bir bedel ödüyorum. Aramızdaki fark bu! Kaldı ki biz bu anlamda her türlü siyasetin üstünde tutuyoruz kendimizi” diye söyledim. Bunun üzerine de bir cevap gelmedi. Çünkü gerçekler ortada.
ATSO yine siyasetle anılıyor. Tarihinde ilk kez bir siyasiye ödül verildi. Kendisi de eski bir ATSO Başkanı olan Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel bu duruma çok sert bir tepki verdi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Aynı dönem bizim de bir tepkimiz oldu. Başlık şuydu: “Ödül Töreni değil de sanki CHP Kongresi gibiydi.” Benzer ifadeleri biz de beyan ettik zaten. Aynen katılıyorum. İş çığırından çıkmış durumda. Mutlaka ödül almayı hak ediyordur eski başkan, burada onu tartışmıyoruz ama böyle bir partinin arka bahçesi haline getirilmeyi hak etmiyor bu kurum ve çok ciddi asli görevleri var. Çok fazla sayıda üyesi var. Antalya’nın ekonomik anlamda da en önemli STK’sı sonuçta. Anayasal dayanağı var. Her birimiz orada mutlak üyeyiz. Olmama gibi bir durumumuz yok. Bunlar doğru şeyler değil. İnşallah hızlı bir şekilde fark eder ve tüm siyasi görüşlere eşit mesafede durur. Hatta siyasetle hiçbir şekilde uğraşmamalı diye düşünüyorum. Yapmaları gereken iş neyse bunu yapsınlar. Siyasetten uzak dursunlar ya da her görüşe eşit mesafede olsunlar. Ötekileştirmesinler.
Gelelim turizme… Nasıl bir turizm sezonu bekliyor Antalya’yı? Felaket senaryoları yazılıyor. Buna katılıyor musunuz?
– Kasım ayında Rusya merkezli uçak düşürüldü. Arkasından Avrupa’da algı amaçlı Türkiye’nin belli olumsuz bölgelerinden görüntüler servis edildi. Antalya’nın ve tüm Türkiye’nin bu şekilde olduğu algısıyla turizm bir darbe aldı. 2016 yılında bir önceki yıla göre ortalama baktığınız zaman Rusya’dan kayıp yüzde 80, diğer taraftan toplam yüzde 25 gibi bir kayıp görünüyor. Ama şunu söylüyoruz. Krizler aynı zamanda fırsat zamanlarıdır. Türkiye’nin tamamı turizm anlamında baktığınız zaman tam bir açık hava müzesi. Çok ciddi değerlerimiz var. Sadece kum, güneş, deniz değil. Bununla ilgili gerekli alt yapılar yapıldığında Anadolu’nun içinde biz güvenli bir şekilde turistleri taşıyabildiğimizde ve dünyanın belli ülkelerine hitap etmek yenine geneline hitap eden bir strateji uyguladığımızda Türkiye’nin turizm ile ilgili beklentileri fazlası ile karşılanacaktır. Şunu kabul etmeliyiz ki dünya olağanüstü bir süreçten geçiyor. İçinde bulunduğumuz bölgede çok ciddi değişiklikler olma ihtimali yüksek. Bunun yansıması olarak da sıcak hatlara bir temasımız söz konusu. Turizm dediğimiz zamanda insanların belli bir dönemde gidip tatil yapması, dinlenmesi, kendine zaman ayırması düşünülüyor. Bu yüzden kendini güvende hissetmesi gerekiyor. Sene sonunda büyük kayıplar olmaması için hükümet güzel paketler açıkladı. İç turizmi canlandırma çalışmaları yapılıyor. Fakat fotoğrafın büyüğüne baktığımız zaman eğer ülkemiz kazanacaksa, bir yüz yıl daha kaybetmeyecekse turizmde ya da başka alanlarda bir yıl az kazanmaya hepimiz vatandaş olarak hazır olmalıyız. Daha kötü şeyler de olabilir. Ancak burada şöyle bir ayrıntı dikkatlerden kaçıyor. Rusya’dan kayıp yüzde 80 civarlarında olduğu söyleniyor. Fakat petrol fiyatlarının 30 dolar bandında olduğu bir dönemde Rusya dediğimiz yerin ekonomisi yüzde 60 oranında enerjiye bağımlı. Petrol-doğalgaz. 100 dolarların üzerindeyken petrol fiyatı müreffeh bir ülke idi. Yani zaten uçak düşmeseydi de geçen sene gelen turist bu sene gelmeyecekti. Buradan bakarsak çok da büyük bir kayıp değil. Rusya gelmiyorsa farklı ülkeler ile ilgili çalışmalar yapılarak bu açık kapatılabilir.
Rus Pazarı’nın açığını iç Pazarla kapatabilir miyiz? Otellerin yabancılara verdiği fiyatların çok daha fazla miktarını Türk müşterilere vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Doğru bir politika değil tabii. Tam tersini yapmaları gerekir. Rusya’dan geçen sene gelen turist sayısı 3 buçuk milyon ve 78 milyon nüfusu olan bir ülkede bu sayıyı telafi etmek mümkün. Bu yüzden doğru bir uygulama olduğunu düşünmüyorum.
Son günlerde Antalya, MENA ülkelerini, Khrafi Ailesi’ni ve İranlı acenteleri ağırladı. Sizce İran ve körfez ülkeleri Türkiye için aranan kan olur mu?
– Olmaz diyemeyiz. Gazipaşa havalimanı ile ilgili İran Sivil Havacılık Dairesi uçuş izni verdi. Antalya’ya izin verilmiyordu. Turizm bölgesi, onlardaki rejimin bakış açısına göre sakıncalı bölge. Ne oluyordu? Isparta’ya gidiyorlardı. Oradan geçiyorlardı buraya. İranlı turist profiline baktığımız zaman özellikle alışveriş anlamında ciddi potansiyele sahip, döviz bırakan bir turist profili. Bu yüzden hedeflememiz gerek daha fazla kişi değil, daha fazla döviz. Bu açıdan bakarsak Türkiye için İran ya da körfez ülkeleri turizm için iyi bir pazar. Bu tür zirve ve tanıtımların da bu anlamda rolü büyük. Elbette sadece belli bölgelere değil az önce de bahsettiğim gibi genele hitap etmeli ve bu anlamda çalışmalar yapmalıyız.