Turizmci
Hüseyin BARANER
Her insanın hayatında dönüm noktaları vardır. Hayatına dokunan ona yön veren kişiler vardır. Benim de hayatımda böyle bir var. Bana yön veren bir büyüğüm, abim ve meslektaşım. Turizm konusunu kimle konuşurum diye sorduğumda, o bana “Turizmi soracaksan Hüseyin Baraner ile konuşmalısın” dediği ana kadar açıkçası birkaç haber ve röportaj dışında Hüseyin Baraner’i tanımamıştım. Baraner ile doyumsuz bir sohbet gerçekleştirdik. İnsanın hayatına dokunan kişiler vardır demiştim ya, sohbetimiz bittiğinde Baraner’in de benim hayatıma dokunduğunu, bana bir kişinin uzmanlık alanında farklı düşünmesi gerektiğini gösterdiğini anladım.
Hüseyin Baraner’in, daha birinci sorudan itibaren bilgisinin yanı sıra aykırı fikirleri sizi kendisine bağlıyor. Daha çok sormak öğrenmek istiyorsunuz. Türkiye’de tüm turizm uzmanları Rusya pazarının alternatifini ararken, Baraner; “Neden Rusya pazarına alternatif bulalım ki, er ya da geç onlar geri gelecektir” deyiveriyor. Ben şoku üstümden atamadan, turizm sezonu bitmeden turizm bitti denilemeyeceğini ifade ederek hala umutlu olduğunu kaydediyor.
Sektörü de kamu kurumlarını da yeri geldiğinde eleştiriyor. Yeri geldiğinde güzel sözlerle övüyor. Dediğim gibi benim hayatıma dokunan bir sohbet oldu. Umarım sizin hayatınıza da temas eder.
Türkiye turizminin şu anki durumunu anlatır mısınız? Söylentiler doğru mu? Bir turizm krizi kapıda mı?
2016 yılına dünya çok kötü haberlerle girdi. Dünyada insanlar öldürüldü. Bombalar patlatıldı ve bu, dünyanın birçok noktasında oldu. Dolayısıyla genel anlamda Türkiye’den önce seyahate karşı bir tedirginlik oluştu. “Seyahat etmeli miyim? Seyahat edilebilecek bir dönem mi?” gibi düşüncelerle gidilecek bölgenin güvenliği ön plana çıktı ve tartışılmaya başlandı. Bu anda Türkiye’nin güvenliği de özellikle Sultanahmet olayında 11 Alman’ın hunharca öldürülmesinden sonra çok gündeme geldi. Türkiye’ye gidilir mi, gidilmez mi diye sorular seyahat satış acentelerinde çok yoğunlaştı. Bu da tabii satışları engelledi. Ama bu olaylar İstanbul’da durmadı ve sonrasında dünyanın değişik noktalarında da devam etti. Paris’te oldu, Brüksel’de oldu. Tedirginlik dünyada iyice arttı. Özellikle bizim ülkemiz için ve Avrupa’daki ülkeler için. Seyahat etmek isteyen insanlar seyahat ederken bir tehlike olabileceği algısına kapıldıkları için 2016’da genel anlamda bir seyahat sektöründe düşüş oluştu. Uçakların yolcu sayılarında, bütün uluslararası otellerin aldığı rezervasyonların ortalamalarında, yaptıkları cirolarda da hissedilir bir düşüş var. Ama dediğim gibi bu da bir süreçti. Maç yeni başlıyor. Nasıl futbol maçı 90 dakika ise bizim maçımız da bölgelere göre 6-9 ay. Buradaki dolulukların hızlıca artışı ile bazı düşüşlerinde ortadan kalkacağı, bazı tedirginliklerin de bertaraf olacağına inanıyorum. Tabii ülkemizde ve dünyada herhangi bir terör olayı olmazsa…
Tanıtım ve yeni pazar çalışmaları devam ediyor. Bunların resmi kurumlar tarafından yürütüldüğü, özel sektörün elini cebine atmadığı söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kısmen doğru tabii… Turizm sektörü olarak bu son 30 yılı bir-iki küçük kriz dışında büyük artışlarla yaşadık. Dolayısıyla işler de biraz kendiliğinden yürüdü. Oteller hep dolu olurdu. Birkaç fuara katılırdık ama herkes bir şekilde hayatından memnundu. Çünkü piyasalar Türkiye’ye yönelik yoğun ilgi gösteriyor ve iyi satış yapılıyordu. Bunun kapandığını görüyoruz. Yeni anlayışların, kurumsallığın ve sürdürülebilirliğin sırf üründe değil pazarlamada da olmasının şart olduğunu, marketing pazarlama yelpazesinin kurumsallaşması gerektiğini belirtmek isterim. Bir kalem dağıtmanın, bir hediye almanın ya da küçük bir etkinliğe sponsor olmanın yeterli olmayacağını, otellerin nasıl üründe sürdürülebilirlik yaratma çabası var ise pazarlamada da bu sürdürülebilirliğin olması gerekiyor. Bazı pazarlama faaliyetlerinin, sosyal çalışmaların, tanıtım çalışmalarının, etkinliklerin pazarlamada ve sektör adına kurumsallaştırılıp belirli bir düzende ve kalitede olması gerekir. Bu konuda çok büyük eksikliklerimiz var. İhtiyaç olmadığını zannedip otellerin dolmasına aldanarak bu konular ile ilgili çalışmalar yapmadık ülke ve sektör olarak. Bir haftalık boşluk var orası için bir kampanya yaparak dolduralım mantığı ile çalıştık. Krizde de görüyoruz. ‘Network’ümüzün ne kadar az olduğunu, Avrupa’da o kadar da güçlü olmadığımızı ve hemen istediğimiz dinamiklere ulaşamadığımızı da bu kriz bize gösterdi.
“Türk vatandaşlarına odayı yabancı vatandaşların 5 katına satanlar şimdi Türk vatandaşlarının vergisiyle kendilerine destek olunmasını istiyor. Elini cebimize atıyor.” gibi yorumlar okuyoruz. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Bunlar çok acımasız ve doğru olmayan yaklaşımlar maalesef. Teknik olarak da böyle bir şey yok. Bir fiyat tabelası var. Çok ve toptan alan başka alıyor. Yılda bir kere veya 5 yılda bir kere alan başka alıyor. Kısmen bunun doğru olduğu yıllar ve sezonlar oldu fakat bu durum iyice aşağı çekildi. Dolayısıyla Türk turizmi aynı zamanda Türk insanının vergisini alırken Türk insanına da büyük oranda istihdam yaratan bir sektör. Her otel aslında bir fabrika. Yılda 1 milyon araba üreten fabrika da 600 kişi çalıştırıyor, bin kişiye hizmet veren otel de 600 kişi çalıştırıyor. İstihdam için bu destekler yapılıyor, otel sahibinin gelirini korumak için değil. Kaynaklar ve destekler istihdamın garanti altına alınması için yapılıyor. Bu anlamda bakmak lazım.
“Her şey dahil sistemi” eleştiriliyor. Siz bu sistem hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Her şey dahil sistemi” dünyanın en iyi sistemi değil. Ama belirli pazarlar için tek sistem. Onun dışına çıkamıyoruz. Biz de isteriz burada sadece oda satıp kahvaltıyı, öğle yemeğini, akşam yemeğini ekstra pazarlayalım. Bu maalesef gerçekte çalışmayan ve çalışmayacak bir sistem olur. Fakat yeni konseptler bulmamız gerekiyor. 14 günlük bir konaklama satıyorsak 14 gününü de her şey dahil sistemi ile değil de en azından dört gününü bulunulan yöreye göre köy gezileri ya da benzeri faaliyetlerle süsleyerek satmalıyız. Gelen müşteriyi dışarı çekmek için yeni konseptler yaratmalıyız. Benim bir projem oldu ve gerçekleştiremedik. Mesela her otelin bir tane partner fahri bir köyü olsun, o köy ve otelle ortak bir çalışma yapalım istedim. Bir gün o köy buraya gelsin veya biz köye gidelim, gibi projeler oldu. Bunlar üzerinde çok konuşuldu ama pratikte Türkiye hep doluydu. Bu tür konular hep arka planda kaldı. Yeniden belki yapabiliriz. Bugüne kadar benim her şey dahil sistemine karşı olan dostlarım bile bir otel ricasında bulundukları zaman bu sistemle çalışan otel istediler. Bunu da unutmamak lazım.
“Her şey dahil sistemi” nedeniyle turist otelden çıkmıyor. Şehir merkezi kazanmıyor. Turistin otele kapanma sebebi bu sistem mi?
Evet bunun sebebi “her şey dahil sistemi” maalesef. Bu doğru. Bizim verdiğimiz hizmette 3 öğün hatta 5 öğün yemek var. Eğlenceler, etkinlikler ve tüm verilen hizmet otel içinde olunca müşteri dışarı çıkmıyor. “Ben buraya para ödedim, burada kalmalıyım.” düşüncesi var. Fakat biz de yeni bir şeyler yaratamadık. Türkiye’ye gelen turistleri dışarıya çıkaracak, restoran, eğlence yatırımları bir türlü olmadı. Ben tüm bakanlara söyledim. Türkiye’nin bütün gastronomi de isim yapmış insanlarına da teşvik verelim. Otellere verdiğimiz gibi. Gelsinler restoranlarını açsınlar. Anadolu’nun en iyi kebapçıları, en iyi çorbacıları, en iyi mezecileri gelip devlet desteği ile restoranlarını açsın. Şu an Antalya’da 2-3 adresin dışında turistlerin götürülebileceği bir yer yok. Eğlenceler de otel odaklı maalesef. Bunu da ben birkaç kez dile getirdim. Mesela belediye Antalya’ya, Side’ye, Kemer’e, Alanya’ya, Didim’e, Bodrum’a dünyanın en büyük açık hava tiyatrolarını yapıp, büyük sanatçıları getirerek insanların çıkmalarını sağlayabilir. Mesela şu an Antalya’nın göbeğinde 70 bin kişilik açık hava konser salonu olsa, biz de orayı her gün doldursak 70 bin kişi mecburen oraya gitmiş olur. Ama bu Antalya’ya 30 km uzaklıkta değil, Antalya’nın içinde kentsel dönüşüm projesi dahilinde 30-40 bina yıkıp bunun yerine açık hava tiyatrosu yaparak orada 220 gün her akşam büyük bir etkinlik sunabilir. Bunları yapmadan turist neden dışarı çıkmıyor diyemeyiz.
Türk turizminde gerçek manada yetişmiş personel eksikliği olduğu iddiaları var. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Doğru. Maalesef biz otelciler olarak, turizm yatırımcıları olarak personele gerektiği kadar eğilmedik. Verimli, bilgili ve bugünkü pozisyondan daha büyük işler yapabilecek insanları da başka sektörlere kaptırdık. Burada tabii çalışma şartlarının ağır olması, 7 gün 12 saat çalışılması, alınan maaşların da beklenen ya da tahmin edilen kadar yüksek olmayışı birçok yüz binlerce insanın da kafasını karıştırdı. Daha verimli, daha çok getirisi olan branşlara da ciddi kaymalar oldu. Bunu hızla düzeltmemiz gerekiyor hatta daha da ileri giderek Antalya’da bir Turizm Akademisi kurulmalı. Uluslararası boyutta ve yeni trendleri araştıran, yeni projeler üreten bir akademi yaratılmalı. Toparlayacak olursak, çok büyük bir ürün yarattık. Ürün aslında çok kaliteli, çok başarılı ve her şeye rağmen sürdürülebilirliği var. Fakat çok ciddi yenilenmelere ihtiyacı var. Bu büyük gövdeyi daha güçlü tutacak ek bacaklara, sütunlara ihtiyaç var ve bunu daha da ileriye taşıyabilecek, gerçek anlamda piyasalarda da her zaman kar getirecek vizyonlara ihtiyaç var. Bu tabii tek kişinin görüşü ile olmaz. Turizm Bakanlığı’nın da yılda en az iki kere turizmde vizyon arayışları çalıştayı yapması ve bunları iyi dökümante etmesi gerekiyor. Turizmi gerçekten iyi bilen, bu işte iyi yerlere gelmiş kişi ve kurumlarla Bakanlığın, belediyelerin, Türk medyasının, esnaflar odasının, ticaret odalarının iç içe olması ve profesyonel çalışmalar yapması gerekmektedir. Ülke için bizler verimli insanlarız bu konuda fakat tam anlamıyla yararlanılmıyor bizden. Dikkate alınmamız gerektiğini düşünüyor ve teşekkür ediyorum.