Doç. Dr. MURAT ARICI

Selçuk Üniversitesi Felsefe Bölümü Kurucu Öğretim Üyesi

Selçuk Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. MURAT ARICI

Selçuk Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi  Doç. Dr. MURAT ARICI

Konya dünyaca tanınan Mevlana’yı bağrında taşısa da aslında felsefe konusuna çok yabancı. Felsefe yapmak, bizim insanımız için boş sözden öteye geçmeyen, hatta işi daha da karmaşık hale getiren bir olgu. Bu yüzdendir ki bazı şeyleri sorgulamak, tartışmak bile tabuları yıkmakla eşdeğer. Selçuk Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Arıcı’yla muhafazakârlığa, dine ve siyasete felsefi yaklaşım… Röportajımız aşağıda…

Konya dindarlığı
kırsal bir dindarlık

 

Sizi tanıyarak başlayalım.
1974 Konya doğumluyum. Evli ve üç çocuk babasıyım. Çocukluğum Çumra’da geçti. Ortaokul ve Liseyi Konya’da tamamladım. Üniversite sınavlarında tek tercihle Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine kaydoldum. İlahiyat fakültesini seçmemin sebepleri arasında da çocukluğum boyunca genlerime işlemiş bir idealizmin etkisi olduğunu düşünüyorum.

İdealiniz neydi?
Konya dindarlığının o yaşlarda problemli bir dindarlık olduğunu düşünüyordum. İlahiyat fakültesine gidecek, dindarlık yorumlarını sarıp sarmalayan büyük sorunlarla teorik olarak mücadele etmenin araçlarını elde edecektim. Ancak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bir şekilde beni daha ilk aylardan depresyona soktu. Böyle yarım metrelik taş duvarlarla çevrili, hücre şeklinde odaları olan, Osmanlı zamanda inşa edilmiş, Mimar Sinan yapımı, tekkeden öğrenci yurduna dönüştürülmüş bir binada kalıyordum. Valide Atik isimli bu yurdun ortasında muhteşem bir bahçe olmasına rağmen içinde kaldığımız kubbeli hücreler muhtemelen içinde bulunduğum depresyonun etkisini artırıyordu. Ben bu şehirde ne yapıyorum, neden kendime işkence ediyorum diye düşünüyordum. Üniversite sınavına girip yeniden ya sayısal bilimlerden birini ya da tıbbı tercih edecektim. Fakat bu arada her nasılsa ney ve ud dersleri almaya başladım. Bu sanatsal uğraşı beni bir şekilde ruhumdaki idealizmle de örtüşen entelektüel bir atmosfere soktu. Bir şekilde fakülteye ısınmaya başladım. Fakülteyi böyle bitirdim.

Felsefeyle tanışmanız nasıl oldu?
Bir biçimde felsefe zaten bünyemde hep mevcutmuş. Bunu şimdi anlayabiliyorum. Yine de disiplin olarak felsefeyle tanışmam fakülte yıllarındadır. İlk önce İslam felsefesi ve kelamla ilgilendim. Daha sonra genel anlamda felsefi düşünce beni bir girdap gibi içine çekti. Fakülteden mezun olduğum aylarda Muğla üniversitesi Felsefe Bölümü araştırma görevliliği sınavından gazete ilanıyla haberim oldu. Başvurdum. 15 kişi arasında 1. seçildim. İmam Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi bitirmiş bir öğrenciyim. Sene 1999. 28 Şubat dönemi. Muğla üniversitesine gittiğimde ilk tepki şuydu: “Sen buraya nasıl gönderildin” tarzında imalı tok bakışlar.

Felsefe bölümüne niçin gitmiştiniz?
Asistan olarak gittim. Oradan Muğla Üniversitesi bölüm başkanının tavsiyesiyle ODTÜ Felsefe Bölümü’ne asistan olarak lisansüstü eğitimimi tamamlamak üzere gittim. Yüksek lisansa başladım. Tabi ki bir ilahiyat temelim var ama yüksek lisans tezimi epistemoloji alanında yazdım. Çünkü sorunlu dindarlık yorumları ile baş etmenin esaslı yolu epistemoloji gibi en temel felsefi alt alanlardan geçiyordu. Bu arada asıl amacım zihin felsefesi alanında yurtdışında doktora yapmaktı. Bunun için Amerika’daki belli başlı öne çıkmış üniversitelere başvuru yaptım. Florida Üniversitesi beni asistan olarak kabul etti. 2003 yılında asistanlık yapmak üzere Florida Üniversitesine geçtim. 3. Yılın sonunda doktora eğitiminin tez aşamasına geldim.

Öte yandan Amerika’da şöyle bir gözlemim vardı. Doktora sonrası bu ülkede kalmaya devam edersem kendi memleketimin değil, başka bir ülkenin düşünce alanında, o ülkenin belirlediği bir paradigmaya hizmet eden bir akademisyen olacağım. Niyetim bir şekilde öyle bir ülkede ömrümün sonuna dek yaşamak değildi. Asıl amacım bütün birikimimi memleketime hizmet etmek için kullanmaktı. Geri döndüm ve zihin felsefesinde bilinç alanında doktora tezime devam ettim. Bu süreçte bir kez daha Amerika’ya gittim. North Carolina Üniversitesinde Amerika çapında tanınmış bir filozofla, William Lycan ile çalıştım. 2011 yılında ODTÜ Felsefe Bölümünde doktora tezim tamamlanmış oldu. Ardından bir yıl boyunca tekrar doktora sonrası araştırma için Amerika’ya gittim. MIT’de (Massachusetts Institute of Technology’de) benim için entelektüel açıdan oldukça verimli bir yıl geçirdim. 2013 yılının Eylül ayında o zamanki adıyla Konya Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak göreve başladım.

Uzun bir aradan sonra Konya’ya döndünüz. Konya’da neler yapabileceğinizi düşünüyordunuz?
Konya doğup büyüdüğüm bir şehir. Bu şehirde birçok insanın benim üzerimde emeği vardı. Büyük bir şehir olmasına rağmen bir felsefe bölümü yoktu. Hâlbuki Mevlana gibi mistik bir düşünüre ev sahipliği yapan, her yıl Şeb-i Arus törenlerinin yapıldığı böylesine manevi bir iklime sahip şehirde felsefe bölümünün olmaması yakışır bir durum değildi. Üzerimde o anlamda manevi bir sorumluluk olduğunu düşündüm. Tümüyle, yine çocukluğumdan beri cenderesinden kurtulamadığım bir idealizm beni bu şehre çekti.

Hedefiniz aslında muhafazakâr diye düşündüğünüz toplumsal kesimin felsefi anlamda dini yaşama, dünyaya, felsefi düşünceye bakış açısını etkilemek miydi?
Evet, ama burada bir ironiye dikkat çekmek gerek. Muhafazakâr bir kültürde yetişmeme rağmen felsefeye olan ilgi bende nereden kaynaklanıyordu? Bu soru anlamlı, çünkü muhafazakâr kültür temelde felsefi eğilimleri teşvik etmez. Aslında buradaki ilişkiyi tersinden okumak gerek: Her ne kadar muhafazakâr camiada felsefenin şöhreti oldukça kötü olsa da, felsefe dinden imandan ayağınızı kaydıran bir disiplin olarak görülse de aslında öte yandan felsefe en çok ihtiyaç duyulan alandır. Çünkü muhafazakâr yaşamın sorunlarının aşılması, ancak dindarlık yorumuyla ilgili sorunların en temelindeki felsefi fikirlere odaklanmakla mümkündür. Benim de ruhumda felsefeye olan inanç buradan kaynaklanıyordu. Çocuksu inancım buydu. İlerleyen süreçlerde bu inancın üzerine başka motivasyonlar da eklendi tabi ki. Fakat bu şehre dönmemdeki temel etken buydu. Yıllarca ayrı kaldıktan sonra doğup büyüdüğüm şehre dönmüş oldum.

Türkiye’de veya Konya’da muhafazakâr dendiği zaman ne anlaşılıyor? Size göre gerçek muhafazakârlık nasıl olmalı?
Dünyanın her yerinde Muhafazakâr kültür, yargılayıcı ve baskıcı bir tavra sahip olması yönünde eleştiriler alır. Bunu söylerken doğrudan Türkiye muhafazakârlığını hedef alarak “bu ülkede yaşayan muhafazakârlar, muhafazakâr olmayan kesimlere yönelik baskıcı bir tutum sergilemektedir” ithamında bulunmak istemiyorum. Çünkü başka siyasi duruşların soluk alıp vermesini engelleme tavrı her türden dünya görüşü tarafından sergilenebilir. Burada Konya dindarlığını Türkiye muhafazakârlığın bir alt kategorisi olarak görürsek Konya dindarlığının en büyük sorunlarından birisi dindarlığın bir kimlik unsuru olarak görülmesi ve sloganik bir düzeyde yaşanmasıdır diyebiliriz. Yani dindarlık içsel bir yaşam felsefesi olarak değil de kimliğe ilintilenen ve insanın sosyal ilişkilerinde kendisini sunma biçimi olarak ortaya konan bir şey. Hâlbuki dindarlık özünde hem iç dünya tecrübesi, hem Allah ile olan irtibatın sosyal ilişkilere yansımasıdır. Dindarlığı bir kimlik unsuru, siyasi bir slogan olarak yaşadığımızda, o yaşadığımız dindarlık dinin özüyle örtüşmeyen, medeni ve ahlaki yönü tümüyle görmezden gelinen bir yaşam biçimi haline geliyor. Genelde muhafazakâr kültürde ve özelde Konya dindarlığında felsefeyle ilgili negatif algı biraz bundan kaynaklanıyor. Çünkü felsefe bir şekilde bu ve benzer durumların sorgulanmasına yol açar. Ama bu türden bir sorgulamayı tehdit olarak algılayan dindar bir kültür de var. Bu sorunun en çok tebarüz ettiği şehirlerden birisidir Konya ve bu yüzden “Konya dindarlığı” ifadesini kullanıyorum.

Konya dindarlığının olumsuz özelliklerini biraz daha açar mısınız?
Genel olarak Türkiye ve özelde Konya dindarlığında sosyal ilişkilere yeterince vurgu yapılmıyor. Bunun nedeni çok faktörlü. Tabi ki bunda diyanet politikalarının, ilahiyat fakültelerindeki eğitim sisteminin, dini kanaat önderlerinin ve ilgili diğer karar verici mekanizmaların etkisi büyük. Öte yandan Konya dindarlığı büyük ölçüde kırsal bir dindarlık. Konya büyük bir şehir ama şehir kültürü dindarlık anlayışına ya da dini yaşama biçimine yeterince sirayet etmiş durumda değil. Konya’da yaşanan dindarlık bir taşra dindarlığı. Konya’da şehir dindarlığı diyebileceğimiz şehir nezaket ve adabının içkin olmadığı bir dindarlık anlayışı hakim. Bu da örneğin Konya’ya dışarıdan gelen üniversite öğrencilerinin Konyalı esnafı, Konya’da görev yapan memur kesimi kaba ve itici bulmasına yol açmakta. Aslında Konyalılar çok iyiliksever insanlardır. Çok da namzet davranışları vardır. Yardımseverlikleri, misafirperverlikleri pek çok başka şehirde yaşayan insanlarınkinden üstündür. Sıcakkanlılıkları ve samimiyetleri de cabası. Ama bahsettiğimiz anlamda şekli esas alan dini bir yaşamdan kaynaklı kaba tutum ve davranışlar da bir gerçeklik. Aslına bakarsanız bu umursanmayan bir gerçeklik. Örneğin bir akademisyen olarak ben bu konuda ya da örneğin din sosyolojisi gibi bir alanda ciddi çalışmalar yapıldığına şahit olmadım. Bahsettiğim sorun aslında çok yönlü. Örneğin düşünce planında da Konya dindarlığı diğer dünya görüşlerine tahammülü minimum seviyede olan bir dindarlık anlayışına sahip. Bu anlamda da Türkiye’de kötü bir şöhreti var maalesef. Askerlik yapan arkadaşlar da, başka şehirlerde yaşayan Konyalılar da bu kötü şöhrete az çok şahit olmuşlardır. Dışarıda Konya dindarlığının çok katı ve tahammülsüz olduğu algısı vardır yıllardır.

Bu algı yıkılabilir mi?
Elbette bu algının yıkılması gerekir. Bunlar benim lise yıllarından beri gözlemlediğim ve dert edindiğim sorunlardı. Üniversite yıllarında bu sorunların çözümünü sadece ilahiyat bilimleri çalışarak çözemeyeceğimi, en temelde, metafizik ve epistemolojik zeminde o dindarlığı yaratan düşüncenin köklerine inerek bulabileceğimi düşündüm. Beni felsefeye yönlendiren çocuksu motivasyonlarımın başında bu tespit geliyordu. Elbette burada şu noktanın da başından beri farkındaydım: Şu an Türkiye’de var olan muhafazakârlık ve dindarlık anlayışı İslam dininin özünde öğütlediği bir hayat biçimi değil. Burası net. Buradan hareketle bu sorunlu– ve bir bakıma patolojik–muhafazakârlık ve dindarlık anlayışının İslam dininin temel ilkeleriyle ve Kuranın temel kavramlarıyla örtüşmediğini, hatta yer yer taban tabana zıt olduğunu özellikle vurgulamamız gerekiyor. Sorun, bu temel kavram ve ilkelerin bazen kasıtlı bazen de iyi niyetlerle(!) yanlış yorumlanmasından kaynaklıyor.

Çözüm anlamında hangi sonuçlara ulaştınız peki?
Evet, ben de o noktaya gelmeye çalışıyordum. Genel olarak Türkiye’deki muhafazakâr kültür eleştirel düşünce alışkanlığından oldukça uzak. Türkiye’ de muhafazakâr olmayan başka yaşam biçimleri de var elbet. Peki, bu diğer hayat tarzlarında eleştirel düşünce çok mu yaygın? Hayır tabi ki. Burada kültürel bir özellik olarak eleştirel düşüncenin bizim yaşam biçimimizdeki eksikliğine işaret etmemiz gerek. Bir toplumda eğer eleştirel düşünce yaygınlaşmazsa, eleştirel düşünceyi insanların pratik hayatında bütün düşünce süreçlerinde işler hale getiremezsek o toplumun sürdürülebilir bir kalkınmayı gerçekleştirmesi imkânsızdır. Eleştirel düşünce yoksa düşüncede, bilimde, sanatta, siyasette, hukukta gelişme de olmaz. Eleştirel düşünce yoksa gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmamız mümkün değil. Eleştirel düşünce yoksa ekonomik gelişme de bir yerde tıkanıp kalacaktır. Çünkü ileri teknoloji gerektiren ürünler, ar-ge’ye dayalı küresel rekabet gücüne sahip ürünler üretmemiz eleştirel düşünce olmaksızın çok mümkün gözükmemekte. Sadece zenginlikle, ticaretle ihracatımızı kaba endüstri ürünleri satarak arttırmakla bir ülkenin gelişemeyeceği aşikâr. Bugün dünyada Türkiye’den çok daha zengin pek çok Ortadoğu ülkesi var. Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri 10 bin dolar seviyesindeyse bu zengin ülkelerin 50 bin dolar seviyesinde kişi başı milli gelirleri var. Ama biz bu ülkelere bugün gelişmiş ülkeler demiyoruz. Çünkü bu ülkeler düşünce, bilim, siyasi teori, iktisadi ve hukuki kuram üretiminde dünyaya herhangi bir kayda değer katkı sunamıyorlar. Çekinmeden bunun nedenini eleştirel düşüncenin yokluğu şeklinde tasvir edebiliriz. Eleştirel düşünceyi bir toplumda yerleştirmenin en iyi yolu da o topluma felsefeyi sevdirmekten geçer. Bir toplum felsefeyi sevmiyorsa, felsefi düşünceyi tehdit olarak görüyorsa o toplumda eleştirel düşünce de yer bulamaz. Eleştirel düşünce bir toplumun evren, hayat ve insan hakkındaki düşünme süreçlerinde aktif rol oynamıyorsa o toplumun kalkınması da kısa vadeli olacaktır. Sonuçta bu kalkınma bir yerde tıkanacaktır.

“Bana felsefe yapma” türünden tepkileri tutumlarımızdan kaldırdığımızda belki dediğiniz seviyeye ulaşabileceğiz değil mi?
Evet, aynen öyle. Bu toplumda genelde aykırı bir fikir söyleniyorsa ya da bir bakıma sıradan düşünme biçimlerinden farklı olarak ilginç bir fikir ortaya atılıyorsa, ya da bir düşünce veya iddianın temelleri sorgulanıyor, başka bir düşünce ve iddianın detaylı gerekçelendirmesine girişiliyorsa bunu yapan kişiye “felsefe yapma” ya da “kafamızı ütüleme” diye tepki gösterilir. Bu bizim felsefeye bakış açımızın neredeyse acı bir özeti. Bu türden tavırlardan kurtulamadığımız sürece toplumumuzun sürdürülebilir bir kalkınma sürecine girmesi imkânsız gözüküyor.

Konya felsefe alanında çok mu geri kalmış?
Ülkemizdeki felsefeye bakış açısıyla gelişmiş ülkelerdeki bakış açısı kıyaslandığında içler acısı bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz. Konya’da bu durum daha vahim bir durumdaydı. Yıllarca bu şehirde bir felsefe bölümü açılmamış. Bu bile, Mevlana gibi bir mistik düşünüre ev sahipliği yapan Konyalıların felsefi düşünceye bakış açısına dair bariz bir ipucu. Fakat bu yanlıştan dönmek için Selçuk Üniversitesi’nin şu anki rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mahmut Atay felsefe bölümü kurmaya karar veriyorlar. Bir şekilde bu projede yer almak bana da kısmet oldu ve yaklaşık 1 aydan beri Selçuk Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış bulunuyorum. Yeni bir vizyon ve perspektifle uluslararası nitelikte yeni bir felsefe bölümünün inşasına girişiyoruz. Bu anlamda rektörümüze ve dekanımıza müteşekkirim. Umarım Allah da bize umduğumuz başarıyı nasip eder.

Add comment