Prof. Dr. Halil CİN

This is the default single post custom subtitle

Prof. Dr. Halil CİN

Prof. Dr. Halil CİN

“Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halil Cin…” ve bu cümlenin devamında kurulabilecek binlerce cümle. Bazen üniversiteyle ilgili güzel bir çalışmanın tanıtımı, bazen önemli bir kongrede yaptığı konuşma, bazen öğrenci olayları karşısında takındığı tavır, bazen bilimsel bir çalışmanın heyecanlı anlatımı vs… Prof. Dr. Cin’le başlayan her cümle önemli, her söz manşete aday, her konu belli ki yeni bir başlangıcın adımı. Prof. Dr. Cin’le Ankara’da, Ufuk Üniversitesi’nde bir araya geldik. Konuşacak çok şey vardı. Konular, anılar film şeridi gibi aktı. Bazı olayların arka planını da öğrendik…

Röportajımız aşağıda…

“Oyumu Halil Ürün’e vermiştim”

Selçuk üniversitesi dendiği zaman aklınıza ilk ne geliyor?
Selçuk Üniversitesi dendiği zaman her şeyden evvel 1984 ile 1995 arasında Konya’da verdiğim mücadele, yoğun bir çalışma temposu, gerçekleştirdiğimiz çok sayıda bilimsel, kültürel aktiviteler, halk ile Selçuk Üniversitesi’nin bütünleşmesi geliyor. Üniversitenin bilimsel eğitim öğretimle ilgili misyonları yanında, sosyal kültürel misyonları da vardır. Üniversiteler toplumun her açıdan gelişmesine önderlik etmek, yol göstermek durumunda olan kurumlardır. Aynı şeyi Diyarbakır’da da uyguladık.

Üniversiteler çok göz önünde olan kurumlar. Çok fazla söylem, değerlendirme, eski yönetici, yeni yönetici eleştiri de söz konusu değil mi?
Üniversiteleri tabi ki halk ve üniversite mensupları değerlendirmelidir. Bizde adet olmuştur. Her yeni gelen idareci eski yönetimi değerlendiriyor. Ben bunlara katılmıyorum. Herkes kendince hizmette bulunmaya çalışıyor. Şartların elverişli olup olmaması ve idarecilik çok önemli unsur. Yöneticilik insana Allah tarafından verilen bir kabiliyettir. Yöneticilik insanın isteğiyle olan bir şey değildir. İnsanın karakterinde ve yapısında olmalıdır. Benim hukukçu olmam biraz da olsa idarecilikte işimi kolaylaştırdı. Çünkü hukukçu attığı adımı hesaplayan, yanlışı doğruyu görebilen bir mesleğin sahibidir. Bu açıdan icraatımızı yaparken hukuk noktasından hiç uzaklaşmadık. Yaptığımız işlerin ne derece doğru olup olmayacağını gözden uzak tutmadık.

Bu konuda ele aldığınız ilk konu neydi?
Mesela halkın en büyük ihtiyacı sağlık hizmetleriydi. Bu konuda çok eksikler vardı. Üniversitenin Tıp Fakültesiyle halka, köylere kadar sağlık hizmeti götürmek gibi, halkla üniversite arasında bir köprü yaratma misyonumuz oluştu. Ve bu yönde faaliyetlerde bulunduk. Diyarbakır’da rektörlük yaptım, orası da öyleydi. Üniversite açısından Konya’mızın Diyarbakır’dan ileri olan hiçbir yeri yoktu. Hatta ben Konya’ya geldiğim zaman Rektörlük makamının bir iş hanında olduğunu gördüğümde “Biz niye çalıştığımız gül gibi yerden ayrıldık” dedim. Üniversiteye baktım; olağanüstü yapılacak işler var. İlk iş olarak dedik ki üniversite rektörlüğüne iyi bir mekan bulmamız lazım. Üniversite rektörlüğünü üniversiteye idari merkez olacak bir yere yerleştirmemiz lazım. Şimdiki rektörlük binasının olduğu yeri gördüm. Bana refakat eden arkadaşlara dedim ki; “Bundan sonra rektörlüğün yeri burasıdır.” Burada 500 öğrenci var. Onlar ne olacak dediler. Bu 500 öğrenciyi Eğitim Fakültesi’ne yerleştireceğiz ve gerekli imkanları sağlayacağız. Bu yerleşim böyle olacak. Aksi halde yararlı olamayız dedim. 24 saat Konya’da kaldım tekrar Diyarbakır’a döndüm. 15 gün boyunca veda törenleri ve ziyaretler yapıldı. Ben Diyarbakır’a giderken hiç isteyerek gitmemiştim. Bir kayırma usulü ile de rektörlük makamına gelmedim.

Diyarbakır’a rektör olarak atanmanız nasıl oldu?
Ankara Hukuk Fakültesi’nde hoca olduğum zamanlar Sabah Gazetesi’nde bir haber okudum. Başlığı “Diyarbakır’a Rektör bulunamıyor”du. Birçok kişiye önerilmiş ama kabul eden olmamış. Can güvenliğimiz yoktur diye herkes korkuyordu. Milli Savunma Eski Bakanları’ndan Vecdi Gönül Bey’e “Böyle bir haber okudum doğru mudur? Diye sordum. “Ne yazık ki doğru” dedi. Vatan sadece İstanbul Ankara mı? dedim. “Kime söylediysek kabul ettiremedik, sen düşünür müsün ? Diye sordu. “Hiç idarecilik yapmadım, bilemiyorum” dedim. Aramızdaki konuşma bu kadar oldu. Ertesi sabah saat 8.00’de telefon çaldı. “Beyefendi ben İhsan Doğramacı. Sizi saat 10’00da Hacettepe Üniversitesi’nde bekliyoruz.” dedi. Vecdi Bey hocaya bahsetmiş. Sizi Diyarbakır Dicle üniversitesine rektör olarak atayacağız diye söyledi. “Benim burada çocuklarım var, okuyorlar. Bu konuda hiç tecrübem olmadı ve ailemle bu konuyu görüşmem lazım. Böyle bir görevi hiç düşünmedim dediysem de Doğramacı “ Bu bir vatan hizmeti ve siz vatansever bir insansınız. Düşünmelisiniz. Bu görevi sizden bekliyoruz. Siz kararınızı verin, biz kararımızı verdik. Eşinin ve çocuklarının fikrini al. Gerekirse çocuklar için orada özel okul da açtırırım” diyerek bana adeta o sorumluluğu verdi. Bunun üzerine sadece şunu söyledim, “Eğer devlet özel, resmi bütün sorunlarda benim yanımda olacaksa ben bu görevi kabul edeyim. Ama 5 yıl bu görevi yapamam. Üniversiteyi düzene sokarım Ankara’ya geri dönerim. Tamam dediler. Benim rektörlüğe başlayışım böyle oldu. Radyoda atananların isimlerini söylediler. Kendi ismimi duyduğum anda vücuduma kramp girdi. 3, 4 dakikada kendime zor geldim. Sonra dedim ki toparlanmalıyım. Sorumluluktan çok korkmuştum. Orada 2 buçuk sene kaldım, veda ederken üniversiteli üniversitesiz herkes ağladı. Ben oradaki halk- üniversite ilişkisini Konya’da da uygulamayı düşünerek geldim.

Konya’da nasıl karşılandınız?
Üniversiteye geleceğimi haber alan bir grup arkadaş bana telefon etti. Dediler ki “Siz bizim rektörümüzsünüz gelince görüşelim” Onlara, “Siz kimsiniz tanımıyorum ama ben hiçbir grubun ya da siyasi görüşün rektörü değilim. Ben Konya’nın rektörüyüm” diye söyledim. Benim çalışma prensiplerimde bunlar var. Şu fikrin taraftarı, bu fikrin yandaşı asla olamam. Geldiğimde bir toplantı yaptık. Birbirimizi tanımamız lazım. Çalışma prensiplerimi söyledim. “Çalışanımda aradığım unsurlar; çalışkanlık, dürüstlük, yetenektir. Siyasi görüşlerinizi üniversiteye girerken dışarıda bırakacaksınız. İçerde ilminizi ve irfanınızı konuşturacaksınız. Öğrenciye hiçbir şekilde bu düşüncelerinizden bahsetmeyeceksiniz. Siz benim için baş tacı olursunuz. Ama aksini yaparsanız gereken tüm hukuki işlemleri yaparım” dedim. Sevgi bir gönül meselesidir. Birbirinizi sevmeyebilirsiniz ama saymak zorundasınız. Saygı bir arada olmanın zorunlu bir sonucudur. 3, 5 sene sonra o gruplardan bir tanesi “üniversiteyi solculara teslim etti” dedi. Hatta aynı grup Enver Paşa’ya ve Özal’a mektuplar yazdı. Rahmetli Özal Konya’ya kampüsü açmaya gelmişti. Gazeteci arkadaşlara “Halil Bey hakkında bir takım mektuplar alıyorum. Ben Halil beyi tanıyorum boşuna yazıp yorulmayın” dedi. Velhasıl üniversite rektörlüğüne başlarken ben Konya’da üniversitenin halk nezdinde durumunu tespit edip gerçekten üniversitenin taşıması gereken misyonları yerine getirip getirmediğini inceledim. Halkla bütünleşemediğini gördüm. Biz bilimsel misyonunu geliştirerek ve sosyal, kültürel açıdan halkla bütünleştirerek harekete geçirmek mecburiyetinde olduğumuzu hissettik. Çalışmamızı ona göre planladık. Üniversite halkın ahlakını bozmaz mı? Diye soranlar bile oldu. Alaeddin Tepesi’nde genç kız ve oğlan geziyor, bu ahlakı bozuyor dediler. Sonraki gelişmelerde gördük ki üniversite büyüdükçe Konyalı esnaf üniversitenin Konya için büyük bir nimet olduğunu, Konya’nın ekonomisine katkıda bulunduğunu, kültürüne ve sosyal hayatına büyük bir hareket getirdiğini gördü. Basının takip etmekte zorluk çektiği bilimsel ve kültürel faaliyetleri bu amaçla başlattık. Faaliyetleri sadece merkezde değil ilçelerde de açtığımız okullarda devam ettirdik. Diyarbakır’da olduğu gibi ilçelerde ve köylerde sağlık taramaları başlattık. Bazı arkadaşlar ilerleyen aylarda “Bu adam buradan milletvekili mi olacak, niye bu kadar çok çalışıyor” demeye başladı. Bir toplantıda; “Bir gün siyasete girecek olursam Konya’dan siyasete girmeyeceğimi, bu yaptığımız çalışmaların Konya için olduğunu size şimdiden garanti edebilirim.” dedim.

Çeşitli siyasi olayların yoğun olduğu bir dönemde rektörlük yaptınız. Çıkan olaylarda da otoriteniz hep konuşuldu. Bunu sağlamak nasıl bir güç gerekiyordu?
Her şeyden önce adil, objektif bir yönetici olarak varlığınıza güveniliyorsa bu kolaydır. Ama bir tarafın adamı olduğunuz algısı yayılmışsa, davranışlarınızda onu yapmışsanız; o zaman ipin ucu elden gider. Öğrencilerime, çalışanlarıma kapım herkese, her zaman açıktı. Halka da açıktı. Derdi olan esnaf bile geliyordu. Hiçbir zaman beni ne ilgilendirir demedim. Üniversite rektörü olarak ben orada devleti teslim ediyorum. Ben devletle halk arasında bir köprü olmak, en azından halkın yanlış bir takım düşünceler, inanışlar içinde olmasını önlemek durumundayım. İmkanlar neyse onu anlatırım, vatandaş ikna olur gider. Bir kere şunu hep söyledim; üniversiteler evrensel fikir ortamıdır. Her türlü düşünce, sağı solu, ilerisi gerisi hepsi üniversitede dile getirilebilir, konuşulabilir, tartışılabilir. Tartışılmayan yerde, yasak olan yerde her türlü düşünceler gizlenirler ve birbirleriyle şu veya bu şekilde müsait ortam bulduğunda kavga eder. Kavgaya meydan yok. Herkes tartışsın ama birbirine şiddet kullanmadan. Bu şekilde bu serbestliği verdiğimiz için kürsüde gelip konuşan insanlar da öyleydi. Kişilerin bulunduğu makama şeref vermesi gerektiği inancını taşıyorum. Onun için de yöneticinin cesur, kendine güvenli bir tavırla yönetim icra etmesi gerektiğini düşünürüm. Her zaman da haktan adaletten yana oldum.

İlginç olaylar da yaşadınız. Bundan kısa bir örnek verir misiniz?
Bir gün kampüste bir açılış programı yapıyorduk. Açış konuşmasında hizmete yardımcı olan bürokratların, iş adamlarının isimlerini saydım, teşekkürlerimi ifade ettim. Vali Necati Çetinkaya’ya teşekkür etmedim. (Halen de dostumuzdur.) Kürsüden indim; Ya sayın rektörüm ben sana ne yaptım? Benim ismimi neden söylemedin” dedi. “Valla boşuna teşekkür yok sayın valim. Kusura bakma. İnsanlara boşuna teşekkür etmem, boşuna teşekkürü de kabul etmem. Neden teşekkür ediyorsun diye sorarım. Kampüste altyapı yapılırken siz bana hiç yardım ettiniz mi? Ne söylemişsem hepsinden kaçtınız” dedim.

Konya’da o dönem bir olay yaşandı ki hala konuşuluyor. Kız erkek otobüslerinin ayrılması. O uygulamayı ilk duyduğunuzda aklınızdan ne geçti?
O büyük bir olaydı. O olayda durumu bilmeyenler bugün hala bana eleştiride bulunurlar. İçlerinde düşmanlık besleyenler de vardır. Ben vicdanen müsterihim. Konya idareci açısından çok zor bir yer. Konya’da tokadı nereden yiyeceğinizi bilemezsiniz. Onun için Konya’da adımlarınızı çok sağlam atmanız lazım.

Halil Ürün arkadaşımız Mühendislik Fakültesi’nde yardımcı doçentti. Doktorosını bitirmiş, doçentlik sınavını da vermiş. Akbal bey dekandı. Bana geldi “ Hocam ben bu Halil Ürün’e kadro vermeyeceğim. Bu adamlar kendi görüşlerini öğrencilerle paylaşıp siyaset yapıyorlar “ dedi. Siyaset yapıyorlarsa bunun gereğini yaparız dedim. Ama bunun için kişinin özlük hakkıyla, kadrosuyla oynayamayız. Bu arkadaşın kadrosunu ilan edeceğiz, doçent kadrosuna atayacağız. Ama bu arkadaşı takip edeceksin. Bizim ilkelerimize, yani kapıda, vestiyerde fikirlerini bırakıp ilmini öğrenciyle paylaşıyorsa mesele yok, paylaşmıyorsa gereğini yaparız dedim. Ve bu şekilde atamasını sağladık. Ürün belediye başkanlığına aday oldu. Ben Konya’ya faydalı olur diye oyumu da bu arkadaşa verdim. Ama bir hafta sonra bir şeyle çıktı karşımıza eyvah eyvah..

Bir baktık Kampüs hattında kızlara ayrı, erkeklere ayrı otobüs. Vali Necati Bey’e telefon edip durumu anlattım. Bu bizim canımızı yakar, üniversite için çok kötü olur, aman bunu engelle. Belediye başkanına talimat ver bunu engelle, dedim. “Ya rektörüm bunlar beni dinlemez. Beni bunlarla karşı karşıya getirme. Beni karıştırma. Karamanda işim var. Oraya gidiyorum” dedi. Öyle mi; o zaman sorumluluk benden gitti. Ben durduruyorum dedim. Genel sekreteri ve bir rektör yardımcısı arkadaşı aldım. İnce Minare’nin orada otobüs duruyordu. Kız otobüsü tabelası vardı önünde. Otobüs boş, şoför var. Çek oğlum otobüsü ileriye dedim. Şoför hiç itiraz etmedi, çekti otobüsü. Öğrencilere dedim, “Siz kantinde berabersiniz, sınıfta berabersiniz, bahçede öyle. Otobüste ayrılık nedir. Binin beraber gidelim dedim. Kızlı erkekli otobüse bindik geldik. Ertesi gün üç belediye başkanı gelip halka verdiğimiz sözü yerine getirmemize mani oluyorsun diye tepki gösterdiler. Aynen şunu söyledim, “Sizin sözünüze zarar vermiş değilim. Siz şehir içinde yaparsanız karışamam ama bu uygulamanızı kampüse yaptırmam.” 3,5 saat benle münakaşa ettiler, sizi halka şikayet ederiz dediler. Kararımın değişmeyeceğini söyledim.

O gün orada müdahale etmeseydiniz ve uygulama devam etseydi bugün ne değişirdi?
Bir takım olaylar, bugün rahatsız olduğumuz olaylar çok daha erken başlamış olurdu. Ben esasında o zaman Türkiye politikasında da ilkleri ilk defa gerçekleştirmenin yolunu buldum. Bir kere başörtüsü konusunun en problemli olması gereken yer Konya’ydı. Konya’da hiç problem olmadı. Sınıfta başörtüsü olayı hiç sorun olmadı. Benim İlahiyat Fakültemde okuyan 40 öğrenci geldi. Hepsi de başörtülüydü. Ululemre itaat lazım. Devlet böyle istiyor ve ben temsilciyim. Keyfi irademle size başınızı açın demiyorum. Kaldı ki ben başörtüsüne karşı bir insan değilim. Benim anam da bacılarım da hep başörtülüydü. Yani bu insanlara devrim karşıtı, rejim karşıtı demek mümkün mü. Bunlar inançlarının, geleneklerinin, sosyal hayatlarının gereği olarak başörtülü. Onun için siz bana güveniyorsanız açın başınızı girin dedim. YÖK’te de gevşeme oldu. Onsan sonra inisiyatifi rektörlere bıraktılar. Sonra Konya’da başörtüsü taktığı için bir tek öğrenciye dahi disiplin soruşturması açılmamıştır. Tüm siyasi parti liderlerini davet ettim. Gelenler geldi, gelmeyenler gelmedi. Rahmetli Bülent Ecevit’i davet ettim, geldi. Deniz Baykal gelmedi. Alparslan Türkeş de geldi. Siyasi liderler arasında da yakınlık olsun dedik. DSP- MHP koalisyon yaptı. Birbirleriyle uzlaşmaz diyeceğiniz insanlar koalisyon yapmış oldu.

İçimdeki pişmanlık…
Hatta ben Rahmetli Rahmetli Ecevit’e fahri doktorluk ünvanı vermeyi kafamdan geçirdim. Ama senatoda bazı arkadaşlar çok tepki alırız diye sıcak bakmadı. İçimdeki pişmanlıklardan bir tanesi odur. Neden yapmadım diye. Hiçbir şey de olmazdı. Biz dünyaya açık bir üniversiteydik. Konya’yı dünyaya açtık. Çeşitli ülkelerin üniversiteleriyle irtibatlar kurduk. Türk kültürüne hizmet eden bilim adamlarına, siyaset adamlarına fahri doktorluk payesi verdik. Hakikaten Selçuk Üniversitesi’nde bizim ortamımız evrensel bir fikir ortamıydı. Sonra temsilde de çok dikkat ediyorduk. Bir üniversite rektörü olarak adeta Türkiye’nin fahri bir Dış İşleri Bakanıymış gibi ülkemizi tanıtmayı görev bilirdik.

Üniversite’nin her görüşe açık olmasını neden çok önemsediniz?
Üniversitenin belli fikirlere, görüşlere değil evrensel fikir ortamı olup herkese, her görüşe açık olması lazım. Üniversitenin sadece eğitim öğretim değil toplumun kalkınmasına katkıda bulunan, toplumu ekonomik sosyal kültürel yönden kalkındıracak kuruluş olarak önderlik yapması düşüncesine sahip olduk. Tabi bunun için gerekli mücadeleleri yaptık. Rektörlüğüm zamanında devletin imkanları bugünkü kadar güçlü değildi. Adeta Milli Mücadele dönemi gibi rektörlük yaptık. Dönemin Başbakan’ı rahmetli Turgut Özal’a bize nakit versinler diye rica etmiştim. O da dönemin Maliye Bakanı Rahmetli Ekrem Pakdemirli’ye söylemiş. Pakdemirli kendisi anlattı. Rahmetli Pakdemir’li bir gün Özal’a demiş ki; “Sayın Cumhurbaşkanım. Bu Selçuk’un rektörü kadar benim başımın etini yiten, kafamı şişiren adam yok. Parayı daha geçen gün verdik. Beni rahatsız ediyorlar.” Hakikaten kapısını çalmadığımız kimse kalmadı. Selçuk Üniversitesine öyle katkımız oldu. Geride bir eser bıraktık. Gerçekten büyük bir eser. Selçuk Üniversitesi bugün Türkiye’nin sayılı üniversitelerinden biri olmuştur. Bizden sonra gelen arkadaşlarımız da kendi çaplarında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Özellikle fiziki yapılaşma konusunda. Tabi bu işin mahiyetinde olan tabi bir durumdu. Üniversitenin mevcut değerlendirmesini ben yapamam. Bunu halk, üniversitenin kendi mensupları yapar. Basın halkın hafızasıdır.

Bugünkü imkanlarla Selçuk Üniversitesi rektörü olsaydınız nasıl bir gelecek planı yapardınız?
Kurumların belli bir büyüme marjı vardır. Çok büyüdüğü zaman yönetimde de problemler çıkabilir. Selçuk’tan 6 tane üniversite çıktı. Belki 7 tane. Mersin’e, Niğde’ye, Aksaray’a, Karaman’a, Necmettin Erbakan’a vs. Bunların hepsi Selçuk Üniversitesi’nin bünyesinden gitti. Selçuk Üniversitesi bununla küçülmez. Önemli olan üniversitenin manevi değerleri ve bilimsel, kültürel misyonunu devam ettirme konusunda gösterdiği başarıdır. Yani biz alışmışız sayısal verilere. Daima kemmiyete bakıyoruz. Ben geldiğimde üniversitenin 9 bin öğrencisi vardı, ayrılırken 45 bin oldu. Şimdi 80 binin üzerinde. Ayrılmalarla biraz düşmüş olabilir. Ama bu kemmiyet o kadar önemli değil. Önemli olan kalite ve üniversitenin çalışmasındaki çağdaş esaslara uygun, çağdaş insan yetiştirebilme ve ülkenin sorunlarına çözüm getirebildiği katkılardır. Üniversite bunu yapabiliyorsa başarılıdır. Üniversitenin örnek olması lazım. O bakımdan Selçuk Üniversitesi başarılıdır. Kampüs Buzluk’ta kuruldu. Şehir o tarafa büyüdü. Koskocaman bir şehir oldu. Selçuk Üniversitesi Konya’ya sosyal, ekonomik, kültürel yönden büyük katkı sağladı. Yazın esnaf üniversitenin açılmasını bekliyordu.

Konya’ya geldiğinizde gerek kampüs civarından, gerekse Rektörlük binası önünden geçerken ne hissediyorsunuz?
Daha dün ayrılmışım gibi hissediyorum. Emin olun. Konya’yla o kadar bütünlüğüm var ki. Mesela Mersin’e giderken çoğu zaman yadırgarım. Ama Konya’ya giderken evime gidiyorum gibi giderim. Selçuk Üniversitesi’ne çok emeğimiz oldu. Geride çok eser bıraktığımız inancım bunu sağlıyor. En azından halkın büyük kısmı, vicdanı olan herkes “Allah razı olsun. Bu adam buraya bir şeyler yaptı” diyenlerin çoğunlukta olduğunu düşünüyorum. Kampüsün içine raylı sistemi sokmak istemedim. Kampüsün bütünlüğünü ve güzelliğini bozduğundan yanaydım. Ama işlevsel olarak, pratikte mutlaka fayda sağlıyordur. FETÖ tutuklamaları vs. şanssızlıklar yaşandı. Çok üzücü ama bunlar Türkiye’nin olumsuzlukları.

Son olarak neler söylemek istersiniz?
Son olarak Selçuk Üniversitesi’ne daha güzel, parlak bir gelecek bekliyorum. Daha çağdaş, çağdaş değerlerin, çağdaş hukukun, çağdaş bilimin yüzde yüz en küçük birimlerine kadar hakim olduğu bir üniversite olmasını temenni ediyorum. Bir de şunu demek istiyorum. Konuşmalarımızdan da anlaşıldı sanırım. Vefa hayatın en önemli erdemlerinden biridir. Vefa duygusu olan insanlar bana göre en erdemli insanlardır. Vefası olmayan insanlar nankör insanlardır, menfaatçi insanlardır, ahlaki değerleri, insani değerleri çok rahat silebilen insanlardır. Onun içindir ki ben her hizmeti geçene, hele şahsıma küçücük bir hizmeti geçen herkesi ölmüşse rahmetle anarım, hayattaysa Allah razı olsun derim . Ve hizmeti geçen insanların anılarak başkalarının, bundan sonra hizmet edeceklerin teşvik edilmesini isterim. Şimdi Konya’ya Selçuk Üniversitesi’ni kazandırmada en çok emeği geçenlerden biriyiz. Ben Ak Partili veya Refah Partili olsaydım emin olun bir yere heykelimi dikerlerdi, büstümü koyarlardı. Ama bir sokağa, bir caddeye benim ismimi, veremezler mi? Ben birçok ilçeye okul açtım, ismimi verdiler. Benim için önemli değil. Ama onlar kendi kadirşinaslıklarını gösterdiler. Ne yazık ki siyaset kadirşinaslığın önüne geçiyor. Ama insanlar gün gelir bunu anlarlar.

Add comment