Mehmet Ali Yaşar, çalışmalarını Amerika’da sürdüren bir yazılım mühendisi, bilgi işlem yönetimi uzmanı. Özellikle enerji sektöründe ortaya koyduğu başarılarıyla dikkat çeken Yaşar’la Türkiye’yi konuştuk…
BİR FİKİR BİR TOPLUMU
DEĞİŞTİREBİLİR
Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Yaklaşık olarak 15 yıl önce Amerika’ya gelmiş, yazılım mühendisliği, bilgi işlem yönetimi ve iş yönetimi alanında uzmanlaşmış, 3 çocuk babası, ailesine düşkün bir Türk ve Amerikan vatandaşıyım. Denizli’nin Çal ilçesinin Dayılar köyünde yaşayan çiftçi bir ailenin 3 çocuğundan en küçük olanıyım. Annem, babam ve akrabalarımın bir kısmı halen köyde yaşamakta. Köyde ilkokulu, ilçede ortaokulu ve Muğla’da liseyi bitirdim. Gazi Üniversitesi Fizik Eğitmenliği bölümü 1999 yılı mezunuyum. Ankara’da 7 yıl yaşadım. Üniversite yılları ve sonrasında birçok alanda iş deneyimlerim oldu. Amerika’ya geliş öncesi, askerliğimi Kıbrıs’ta bir tankçı tugayının bilgi işlem komutanlığında yaptım. Türkiye belki benim doyduğum yer olamadı ama doğduğum yer ve bunu asla unutmadım. Nereden geldiğimizi unutmamak lazım. Türkiye ziyaretlerimizde ailecek köyde ve Denizli’de zaman geçirmeyi çok seviyoruz. Özellikle benim için ve çocuklar için bu çok değerli ve gerekli.
Amerika’ya gitme kararını nasıl aldınız?
Bunun uzun bir hikayesi var aslında. Ama özellikle okuyucularınızın ve genç takipçilerinizin hayatlarında yol gösterebileceğine inandığım bölümleri anlatayım. Aslında aklımdaki Amerika silueti uzun yıllar önce, lise yıllarından oluşmuştu. Hatırladığım ilk olay kuzenimle Muğla Köyceğiz’de Amerikan Turistlerle konuşamayıp, bu yabancı dil eksikliğinin Amerika’ya giderek çözüleceğini düşünmemizdi. Tabii ki bu konu sonraları defalarca konuşuldu ve sonrası yıllarda bu düşünce biraz daha ihtiyaca dönüştü ki o zamanlar ben daha çok bilgi işlem teknolojileri ve bilgisayarda yazılım dilleriyle ilgilenmeye başlamıştım. Özellikle bileşim teknolojileri dünyasındaki gelişmelerin Amerika’da olması, sanırım bendeki bu düşünceyi daha çok bir Amerikan rüyasına dönüştürdü. Bununla ilgili Ankara’da çalıştığım yıllarda bazı iş deneyimlerimden örnekler vermek isterim. Yıl 1999; özel bir kuruluşta bilgisayar öğretmenliği yapıyordum. Microsoft’un Office uygulamalarını bilmeyen yoktur. O yıllarda Windows ve Office ile ilgili sertifikalar revaçtaydı ve benden ders verdiğim müfredatla mutabık kalacak bir kitap yazmam istenmişti. Bununla ilgili Türkçe kaynaklar kısıtlıydı. İngilizce kaynaklar ise oldukça yaygındı ve kaynağından doğrudan yeni sürümler hakkında bilgiler alınabiliyordu. Yine o yıllarda İngilizce öğrenim setleri satma çabalarım bu bağlamda İngilizceyi öğrenmeyi gerektiriyordu. Daha sonrasında bilgisayar donanımı ile ilgili deneyimlerim oldu. 2000’li yılların başında bilgisayar toplayıp satmak oldukça popülerdi. Tabii ki bende kendimi bir anda o işin içinde buldum ve gördüm ki yine bununla ilgili en son haberlere ulaşmak İngilizce kaynaklarda mümkündü. Bilgisayar donanımında adı geçen tüm isimler Amerikan menşeiliydi. Yine 2000 yılında Ankara’da, Tepe Gurubu’na (Tepe Mobilya) ve Rotary Kulübü’ne yaptığım yazılım uygulamalarında da aynı problemlerle karşılaştım. 2001 ve 2002 yılında Kıbrıs’ta askerdeyken birlikler arasında fiber bağlantısını kuran gurupla çalıştım. Tugayın bilgi işlem ağını kuran ekibin başında gece gündüz demeden ve bence bilgi yetersizliği nedeniyle “dene yanıl” yöntemiyle günlerce çalışmak zorunda kaldık. Yine aynı dertten mustariptim. Defalarca gördüm ki bileşim teknolojileriyle ilgili sektörlerdeki hemen hemen her şey Amerika’dan doğuyordu ve kaynaklar İngilizceydi. O yıllarda nişanlım (şu an eşim) Amerika’ya yüksek lisans yapmaya gitmişti ve ben de askerliğin hemen akabinde gitmeyi planlıyordum. Ama vize sıkıntısı vardı. Sanırım Allah’ın sevgili kuluyum ki 2002 yılında askerlik biter bitmez o Amerikan vize sıkıntısını ortadan kaldıracak bir haber aldım. Çekilişten “Yeşil Kart” kazanmıştım ve çok geçmeden 2003 yılının Nisan ayında kendimi Amerika’da, Teksas eyaletinin Houston şehrinde buldum…
Amerika’ya uzanan hikayenizde sizi en çok zorlayan ne oldu?
Beni zorlayan bir değil birkaç şey oldu. Mesela ilk zamanlar ailemden ve arkadaşlarımdan çok uzakta olmak beni çok zorladı. Alıştığın şeyleri bulamamak ve değişmek, bulunduğun ülkenin kültürüne ayak uydurmak zorunda kalmak çok zordu. Geldiğimde İngilizce seviyem çok düşüktü ve herhangi bir ekonomik birikimim olmadığı için İngilizce kurslarına gidip hem de çalışmak benim için çok zordu. Özellikle de yapmak zorunda kaldığınız işler düşük ücretli, oldukça yorucu işler olursa her şey çok daha zorlaşıyor. Mesela Amerika’da iş fırsatlarını görüp borç para ile bir şirket kurmuştum, zordu bence. Çok stresli zamanlar geçirdik eşimle. Şirket fikri, Çin’den ucuza mal alıp AVM’lerde satmak. Amerika’ya yeni gelen birisi için Amerikalılara gidecek hediyelik ürünleri bulmak, dükkân kirası, vergiler, Çin’den mal getirme çabaları zordu. Aynı zamanda yazılım mühendisliği alanında iş yapmak ve kalıcı bir iş bulabilmek zordu, çünkü Türkiye’deki iş deneyiminizin ve referanslarınızın burada hiçbir ehemmiyeti yoktu. Bazı insanların yabancı dil öğrenme yetisi vardır ve kolay öğrenirler ama ben çok zorlandığımı söyleyebilirim. Siz en çok zorlayanı sormuştunuz ama seçemedim şimdi, çünkü bu hikâyede gerçekten durum dışardan göründüğü kadar kolay değil. Özellikle de hiçbir birikiminiz ve ailenizin maddi desteği yokken bunları yapmak oldukça zor.
Amerika’da yürüttüğünüz çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
Az önce konusu geçti; Amerika’da ilk yıllarda bazı “business” yani iş kurma girişimlerim oldu ama işleri büyütemedim. Ekonomik kayıpların olmasının mukabilinde öğrendiklerim, iş bağlantıları ve dostlukların benim için büyük kazanç olduğunu düşünüyorum. Aslında bu ilk sorunuzun da bir cevabı gibi olacak ama, ben genel iş ahlakı çerçevesinde para kaybetmeyi insan kaybetmeye yeğleyenlerdenim ve biliyorum ki bu; beni ulaşmak istediğim hedefe geç ulaştıracak veya hiç ulaştırmayacak. Ama yine biliyorum ki bu benim iç huzurum için de elzem bir şey. 2004 yılı sonrasında ilk iş girişimlerimin olmayışı ve beklenen ekonomik kazançları bulamamak benim daha çok yazılım mühendisliği konusunda yoğunlaşmaya itti diyebilirim. Sonlarında da ciddi diyebileceğim işleri de bu alanda aldım. Örneğin bir petrol kimya fabrikasında yazılım mühendisliği projeleri almam daha sonraki ciddi projelerin bu sektörden olmasına neden oldu. Genelde proje bazlı işlerdi. Mesela ilk proje; boru basınçlarını ve akış debisini ölçen uygulamanın verilerini, yeni sistemleri olan Oracle’la aktarmaktı. Bu projeyi beklenenden çok çabuk yaptığım için beni çalışan ödemelerindeki yanlışlıkların bulunup düzeltileceği daha iyi başka projelere verdiler. Her zaman işini layıkıyla yapmaktan ve yapanlardan yanayımdır. Bu bir başlangıç oldu. Birkaç geçici kısa vadeli projelerin dışında kalıcı bir işi yine benzeri petrol ve enerji sektöründe buldum. Çocuk sahibi olmak ve daha sürekliliği olan işler yapmak nedeniyle 2005 yılında küçük bir şirkete yazılım mühendisi olarak girdim. Bu iş daha çok petrolün bir yerden başka bir yere taşınmasıyla ilgili düzenlemeleri ve denetlemeleri yapan Amerikan Ulaştırma Bakanlığı’nın kontrolündeki bir sektördeydi ve geliştirdiğim/ürettiğim web tabanlı yazılımlar bu alanda şirkete rekabetsel üstünlük kazandırdı ve işler hızlı bir şekilde büyüdü. 11 yıllık çalıştığım süreçte firmada yaklaşık her yıl %30’luk bir büyüme gerçekleşti. Bu zaman içinde ben de bu şirkette yazılım mühendisliği, takım liderliği, yöneticilik gibi çok fonksiyonlu görevlerle Bilgi Teknolojileri Departmanının tek sorumlusu oldum. 2015 yılında bu departman 2 milyon doları aşan bütçesi ve 40 kişiye yaklaşan bir yazılım takımıyla, 100’ü aşan çalışan sayısına ulaştık. Bu arada 2009 ve 2012 yıllarında Türkiye’de şirket kurup veya benzeri işleri yapan şirketlerle uzaktan yazılımcı çalıştırma “outsourcing” yapma konusunda çalışmalarımız oldu fakat Türkiye’deki fiyatların pahalı olmasından dolayı olumlu sonuç alamadık. Genelde Hindistan’dan ve Güney Amerika’daki ülkelerden şirketlerle çalışmak zorunda kaldık. Bu 11 yıllık süreçte birçok teknoloji projeleri yaptım ve yönettim. Bunların içerisinde resimden yüz tanıma ve radyo frekanslı kimlik saptama gibi güçlü yazılım projeleri de oldu. Bu edinilmiş bilgi ve deneyimlerimi daha iyi kullanabileceğimi düşündüğüm için ayrılıp 2016 yılında kendi şirketimi kurdum ve şu an bilgi teknolojileri alanında yazılım danışmanlığı ve yazılım üretme ve projelendirme gibi servisler veren bir iş yapıyoruz. Bu şirket hala kuruluş aşamasında diyebilirim. Çalışmalarımız için daha çok bilgi almak isterseniz şirket sayfamızı www.myit101.com ziyaret edebilirsiniz. Bu şirketin hedef ve vizyonu müşteriye özel danışmanlık ve düşük maliyetli, hızlı yazılım uygulamaları üretmeyi hedef alıyor. Yakın gelecekte bu alanda kendi yazılımlarımızı üretmek ve bunu da Türkiye’ye istihkam götürerek büyütme düşüncelerimiz var. Bunun yanında 2016 yılında Amerikan bir çalışma arkadaşımla ortak kurduğumuz başka bir şirket ortaklığım daha var. Bu şirket şu anda çok daha belirli bir sektöre hizmet veriyor. Ve eğer her şey planladığımız gibi olursa bu işin öncelikle Amerika içinde daha sonra da uluslararası arenada büyüyeceğini düşünüyoruz. Bütün bunların yanında şu an bir şirkette teknoloji direktörlüğü ve danışmanlık yapıyorum.
Çalışmalarınızı Türkiye’de sürdürseydiniz bu başarılara imza atmanız söz konusu olur muydu?
Olmazdı diye düşünüyorum ama kesin konuşabilecek kadar da kötümser değilim. Ne demişler “Doğduğun yer değil, doyduğun yer!”. Ben üniversite yıllarından beridir, hatta lise yıllarımdan beridir yazılım uygulamaları ile uğraşırım. Üniversitedeyken hem okula gidiyordum hem de bazı yazılım uygulamaları üretiyordum. “Windows 95”, 1996 ve 1997 yılları piyasaya çıkmıştı ve kolay kullanılan ara yüzü ile hızlı bir şekilde yayılmıştı. Birçok işyeri işlerini bilgisayarla takip etmek istiyordu. Bunun üzerine ben de bu fırsatları değerlendirmek adına birkaç uygulama yazdım. Bunlar daha çok otel, restoran ve barlar için “adisyon takip” ve “rezervasyon takip” gibi programlardı. Hiçbirinden emeğimin karşılığını alamadım. O zamanlar şahıs olarak böyle işler yapmak veya emeğinizin karşılığını alabilmek neredeyse imkânsızdı. Bu konuda başarılı olan arkadaşlar da oldu ama genel olarak bu gibi işler o yıllarda bayağı bir çetrefilliydi. Büyük bir kurum ya da kuruluştan adamını bulacaksın, komisyon falan filan. Bu işler burada da biraz öyledir ama bir de işi yapıp paranı alamamak vardı o zamanlar. Ayrıca hatırlarsınız; sokaklarda kopya korsan yazılımlar satılıyordu. Neredeyse kimse lisanslı yazılım kullanmıyordu ve hatta lisanslı kullananlara enayi gözüyle bakılıyordu. Bu koşullarda benim sermayesiz bir lisanlı ürün çıkarıp bundan bir iş kurmam sanki bir mucize gibiydi. Şimdi Türkiye’de benzeri durumların ve yazılım lisans ihlallerinin Internet üzerinden yapıldığını düşünüyorum ama dediğim gibi Türkiye’nin durumu için kötümser değilim. Özellikse kurumsal düzeyde bu konuda çok olumlu çabalar görüyorum. 2000 yılından sonra kurulan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) buna iyi bir örnek ve 2008 yılının sonunda hükümet bununla ilgili birçok düzenlemeye güncellik getirdi. Lafın kısası, son yıllarda Türkiye’de bu durumun çok daha iyi olduğunu düşünüyorum ama halen istenilen düzeyde değil.
Bugün için de aynı şeyler söz konusu mu?
Bugün için aynı şeylerin söz konusu olmadığını söylemek kolay değil ama bazı acı gerçekler de göz ardı edilemez. Az önce konuştuk, geçmişteki Türkiye portresini çizmiştim. Ben size biraz daha teferruatlı anlatayım. Bence bu konuda kendimizi bilmek çok önemli. Dışardan gözleyen birisi olarak ne kadar objektif olduğum tartışılır ama suçu kendimizde aramak lazım. Türkiye dışında ve içinde çok değerli beyinler var. Bunların kazanılması lazım. Öncelikle gerekli düzenlemeler getirmek ve hukukun, Hakkın ve adaletin üstünlüğü anlayışıyla yola çıkmak gerekir ki bu alanda çalışan kişi ve kurumların hakkı olan emeğin ve yatırımın karşılığını alabilmesi sağlanabilsin. Ülke olarak çalışan bir sisteme ihtiyacımız var. Çalışan bir sistemden anlatmak istediğim; bunun bir ülke için temelde ne kadar gerekli olduğunu vurgulamak. Benim burada görebildiğim kadarıyla çalışan sistem yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı ve bu güçler ayrılığının dengelenmiş oluşudur. Bu bahsettiğim güçler ayrılığı güzel bir örnek. Geçenlerde burada yaşandı. Teknoloji ile doğrudan alakalı değil ama eminim siz de duymuşsunuzdur. Amerika’nın yeni başkanı Trump göreve gelir gelmez ki hükümet burada “Yürütme” oluyor, Amerika’ya göçmenlik ve seyahat ile ilgili yasaklar getirdi. Fakat bu “Suprime Court” yani Anayasa Mahkemesi, “Yargı” tarafından yasaya uymadığı gerekçesiyle iptal edildi. Bunun akabinde Trump hükümeti bu yasaklarda bazı değişikliler yapmak zorunda kaldı. Sonra da Amerikan anayasasına uygunluğu onanan yeni karar daha geçtiğimiz ay yürürlüğe girdi. Çok mükemmel olmasa da bence bu çalışan bir sistem örneği ve bence bu hukukun üstünlüğünü gösteren, anayasanın devleti korumak için değil de halkı korumak için yazıldığını gösteren güzel bir örnek. Ayrıca ben burada bu “çalışan” sistemin ve anlayışın halkın üzerinde gizli etkileri olduğuna inanıyorum. En büyük etkisi devlet çalışanlarının ve Yani herkes işinin erbabı olmaya çalışıyor ve işi de erbabına veriyorlar. Politik görüşüne, kim olduğuna, nereden geldiğine bakmadan. Bu anlayış bence Teknoloji sektörünün lokomotifi gibi burada… Türkiye’de de bugün geçmişe oranla yazılım teknolojilerinin ve bilgi işlemin gücüne inananların sayısının oldukça fazla olduğunu düşünüyorum ve bu sayı gün geçtikçe artıyor. Ama bahsettiğim liyakat usulüyle iş yapma anlayışını pek göremiyorum maalesef… Benim beklentim eğitime, bilme ve teknolojiye daha çok önem verilmesi ve daha çok yatırım yapılması yönünde. Her alanda özellikle teknoloji üreten kurum, kuruluş ve şahıslara liyakat usulüyle destekler verilmeli ve imkanlar sağlanmalı. Hatta ilk adım olarak istihkam ve enformasyon için hani teknolojide kullanıyoruz ya; onun gibi “innovation” yani buluş yapmak lazım. Sanırım Türkçeye inovasyon diye geçti bu kelime. Mesela vergilerde cazip indirimler yapılarak veya uzun bir süre vergi almayıp yabancı teknoloji firmalarına Türkiye’de yatırım yapmalarını sağlamak gibi fikirler olabilir. Hükümetin bununla ilgili 2009 da çalışmaları olmuştu “Investors Love Turkey” sloganıyla yani “Yatırımcılar Türkiye’yi Seviyor.” Ama beklenileni alamadık. Son zamanlarda da bununla ilgili bazı devlet yatırımları ve desteklerinin de mevcut olduğunu biliyorum. Aynı zamanda askeri alanda birçok askeri malzeme ve savunma silahlarımızı ürettiğimizi de biliyorum. Ama uluslararası düzeyde teknoloji üreten pazarda değiliz ve büyük teknoloji firmalarımız yok. Ben bugün dışarıya satacağımız teknolojiyi veya yazılım uygulamalarını üretebileceğimize inanıyorum fakat bunu Türkiye menşeli bir firma olarak yapamıyoruz ve satamıyoruz. Nedenlerini de görebiliyorum. Aradaki fark büyük, yakalamak için akıllı yatırımlar yapıp çok çalışmak lazım…
Sizin de bildiğiniz gibi 2000 yılı ve sonrasında teknolojik bir enformasyon patlaması yaşıyoruz. Dünyada teknolojik ihtiyaçlar üstel olarak artıyor ve değişim ihtiyacı duyuyoruz. Evlerde ve iş yerlerinde robot çalışanlar görmek çok uzakta değil. Bunun tezatlığında ise dünyada henüz teknolojiyle tanışmamış ciddi bir nüfus var. Yani iş manasında bu konuda bir pazar sıkıntısı yok. Bu durumlarda çok küçük gibi görünecek teknolojik fikirler kişilerin hatta milletlerin hayatını değiştirebilir. Son 20 yıldaki dünya ekonomisine bakın; Çin, Finlandiya, Hindistan, Güney Kore gibi ülkeler neredeydiler nereye geldiler. Şu anda Amerikan ekonomisinin ciddi bir kısmını teknoloji ile doğrudan ilgilenen firmalar oluşturuyor. Bu firmaların birçoğunun kurucusu veya firmada büyük rol oynayan isimleri genelde göçmen ya da göçmen asıllı kişilerden oluşuyor. Amerika’yı güçlü kılan nedenlerden birisi bu firmalardır ama neden bu insanlar, bu firmalar Amerika’yı tercih ettiler ve hâlâ ediyorlar? Cevabı çalışan sistem diyerek kolayca veririz. Ama bunu iyice analiz yapıp doğruları Türkiye’ye uygulamak lazım ki sonrasında Türkiye olarak “ben de varım” diyebilmeliyiz. Yani ben de bu teknolojileri üretiyorum, ben de Dünya ekonomisinde söz sahibiyim hatta liderim… Son 20 yılı baz alırsak bence Türkiye’den birçok Sergey Birin, Larry Page, Elon Musk, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos, ve benzerleri gibi beyinler çıkmıştır ve hâlâ çıkmaktadır. Neden bütün bunlar bize olmuyor veya olamıyor. Bu cevabı zor olan büyük bir soru. Az önce konuştuk; o hedefe ulaşabilmek için bir an önce gereğinin layıkıyla yapılması lazım.
Bu sektördeki gençlere neler tavsiye edersiniz?
Yazılım teknolojileri alanında gençlerimize tavsiyem şunlar olabilir; yazılım kodunun tekrar kullanımına yönelik akılcı hızlı uygulamalar üretsinler. Yani hızlı kodlama yapılabilecek ve yazılım uygulamalarını daha rasyonel olarak idame etmeyi sağlayacak mantıkta çalışmalarını tavsiye ederim. Revaçta olan programlama dilleri ve yeni çıkan yazılım teknolojilerini yakından takip etsinler. Mesela günümüzde C#, Python, Java ve JavaScript dilleri özellikle Angular ve Node.js gibi dillerin kullanımı artan diller arasında. Bunun yanında yazılımcılığın olmazsa olmazı SQL programlama dillerindeki yenilikleri yakından takip etmelerini öneririm. Bu arada son birkaç yıldır Türkiye’de geliştirilmiş olan bazı “application framework”leri yani yazılım uygulama iskeletlerini öğrenmeleri ve kullanmaları onlara çok şey katar. Mesela www.serenity.is ve www.aspnetzero.com benim tavsiye edebileceklerim arasında.
Her işi layıkıyla yapmak önemli. Bunun mutlaka daha çok getirisi olacaktır. Son olarak tavsiye edebileceğim şey; sadece Türkçe değil İngilizce kaynakları da takip etmeleri ve aklına gelen fikirleri hayata geçirmek için bıkmadan usanmadan çalışmaları. Hiçbir başarı kolaylıkla, defalarca çuvallamadan gelmiyor. Denemekten ve başarısız olmaktan korkmasınlar.
Son olarak, hedefleriniz neler?
Kısa vadede Amerika içinde bulunan müşteri firma portföyümüzü artırmayı ve yatırımcılarla çalışarak sıcak bir para akışı sağlamayı hedefliyoruz. Sonrasında ise bu parayı kullanarak uzun vadeli teknoloji yatırımları yapmak istiyoruz. Tabi ki bu işin özellikle Türkiye’de bir istihkam sağlaması ve büyümesi gibi uzun vadeli hedeflerimiz de var inşallah. Allah utandırmasın diyelim.