PROF. DR.
AYNUR ELHAN NAYIR
NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ
AHMET KELEŞOĞLU EĞİTİM FAKÜLTESİ
GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ BÖLÜMÜ MÜZİK EĞİTİMİ ABD
Prof. Dr. Aynur Elhan Nayır, tüm hayatı sanatla yoğrulmuş, sanatla iç içe büyümüş ve hayatını sanata adamış bir kişilik. Konyamızda sanat adına çalışmalarına devam eden Aynur Hanım, yetiştirdiği çocuklara da kendi sanat aşkından bir parça, bir iz bırakan çok değerli bir isim. Konya için bir değer olan sevgili Aynur Hocamız ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Hayatı, sanata olan aşkı, müzik tutkusu ve daha fazlası için röportajımıza göz atmayı unutmayın.
Keyifli okumalar.
Sizin tanımınızla Aynur Elhan Nayır kimdir?
Sanatın her dalına aşık birisiyimdir. Bu da ailemden gelen bir özelliktir. Babam Bakü Devlet Konservatuvarında uzun yıllar Rektör Yardımcılığını üstlenen ve aynı konservatuvarın iki farklı bölümünden (klarnet ve müzikoloji) derece ile mezun olmuştur. Annem de yine Profesör aynı konservatuvardan müzikoloji bölümünden mezun, teyzem Profesör ve Azerbaycan’ın devlet sanatçısı, ünlü kemancıdır, kardeşim Bakü Müzik Akademisinin Profesörü, yine müzikoloji bölümü mezunudur. Bunun dışında dedem ressamlık bölümünden mezun olmasına rağmen Azerbaycan halk müziğine belki de bizlerden daha iyi hakimdi. O, çok güzel tar ve piyano çalardı. Kendisinin amatör bir müzik topluluğu vardı ve Azerbaycan’da ünlü olan çok sayıda sanatçı yetişmiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de dediğim gibi, müzisyen bir ailede doğdum. Müzik eğitimine 5 yaşında başladım. 11 yıllık özel müzik okulunda piyano sınıfından mezun olduktan sonra 1990 – 1995 yılları arasında Azerbaycan Devlet Konservatuarında eğitim gördüm, Müzik Tarihi ve Teorisi Fakültesinden derece ile mezun oldum. 1995 – 1996 yılları arasında Bakü Müzik Akademisinde (Azerbaycan Devlet Konservatuarı) Öğretim Görevlisi olarak göreve başladım 1995 – 1997 yılları arasında Bakü Müzik Akademisinden Mastır derecesi aldım. 1996 – 2001 yılları arasında Bilkent Üniversitesi “Müzik ve Sahne Sanatları” Fakültesinde Öğretim Görevlisi olarak Türkiye’ye davet edildim. Daha sonra Bakü Müzik Akademisine dönerek 2003 yılında Doktoramı bitirdim. Akademik kariyerimi 2004 – Yardımcı Doçent Doktor ve 2007 yılında ise Doçent Doktor unvanlarını alarak bu kurumda devam ettirdim. 2004 yılından Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Müzik Eğitimi ABD’da göreve başladım. 2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurumu tarafından düzenlenen Doçentlik sınavını kazandım, 2018 yılında ise tekrar buradan Profesörlük unvanlarını aldım. Dolayısıyla akademik anlamda hep “çift dikiş” olarak yürüdüm.
Aile olarak müzikle iç içesiniz, bu sizin müziğe olan ilginizi nasıl etkiledi? Olumlu ve olumsuz yönleri neler?
Evet, sanat ortamında yetişmem beni bir müzisyen olarak tabi ki, çok etkiledi. Evimizdeki kütüphanemizde sadece müzik ve sanat kitapları değil, aynı zamanda aklınıza gelebilecek müzik tarihine ait tüm muhteşem eserlerin plakları da mevcuttu. Annem ve babam bu birikimi öğrenciliklerinden itibaren toplayarak bana ve kardeşime miras bırakmıştı. Bizim evde dönemin ünlü yazarları, bestecileri ve müzisyenleri sıkça soframızda toplanırdı. Bu sanat ve müzik ortamlarında her türlü sohbet ve tartışmalara şahit olurdum. Şimdi o zamanları düşündüğümde ne kadar şanslı biri olduğumu anlıyorum. Tabi ki, böyle bir ortamda yetişmek tam da kişiliğimin gelişimi döneminde çok etkileyiciydi. Ama diğer taraftan da müzisyen olmama karar veren ailem oldu. Şimdi düşündüğümde bu seçimi çocuğa bırakmak ne kadar doğru, o da tartışılır. Çünkü müzisyenlik çocuk yaştan itibaren çok fedakârlıklar gerektiren bir meslektir. Mesela, yaşıtlarım sokakta oynarken ben piyanonun başında saatlerce egzersiz çalışmak zorundaydım. Benim hayalim ressam olmaktı. Dedemden gelen bir yetenek bana da geçmişti demek ki. Ama diğer taraftan müziği de çok seviyordum ve bu konuda başarılıydım.
Tabi ki, yıllar sonra iyi ki, müzisyen oldum diyorum. Fakat resim hep hobi olarak hayatımda kaldı. Ailemin müzikle iç içe olmasının en önemli olumsuz tarafı ise bu aileyi laikince temsil edebilme sorumluluğudur. Bu hep en iyisi gayreti ve çabası içerisinde olma, üzerimde bir baskı haline geliyordu. Benim büyük oğlum da müzisyendir. Marmara Üniversitesi Bestecilik ve İstanbul Teknik Üniversitesi MİAM’da ses mühendisliğinden yüksek lisansını tamamladı. Şimdi bu aile sorumluluğunun yükü onun da omuzlarında. Küçük oğlum farklı meslekten olmasına rağmen genetik kodlar onu da rahat bırakmadı. O da çok güzel saksafon ve gitar çalıyor. Eşimden yana çok şanslıyım. Çünkü kendisi müziğe aşık birisi. Çok güzel bağlama, ut, klarnet, keman çalar. O, tamamen doğal bir yetenek, çünkü kendi merakı ve tamamen müziğe olan ilgisi sayesinde kulaktan çalıyor.
İlk olarak ne zaman kendinize müzik ile ilgili kariyer hedefi belirlediniz?
Lise döneminde artık ne istediğimi biliyordum. Yani kesinlikle müzisyen olacağıma karar vermiştim. Zaten müzik böyle bir şey, çocuğunuzun küçük yaşlardan müzisyen olarak yetişmesini istiyorsanız biraz ısrarcı olmalısınız. Çünkü bu bilinç 7. veya 8. sınıftan sonra gelişir. Eğer bir gün çalgınıza çalışmadığınızda bu durum sizi rahatsız etmeye başlıyorsa artık bu bilince sahipsiniz anlamına gelmektedir. Benim piyanoyla tanışlığım 5 yaşında başlasa da 8. sınıfa geldiğimde bölümümü değiştirmeye ve müzik teorisi bölümüne geçmeye karar vermiştim. Bununla ilgili dilekçemi müdür yardımcısına verdiğimde piyano hocamı da odasına davet ederek benimle uzun bir konuşma yaptı. Okulumuzun müdür yardımcısı müzik gecelerinde ve piyano sınavlarından beni yeterince tanıyordu çünkü. Piyanoyu kesinlikle bırakmamam, gerekirse iki bölümde aynı anda okumam konusunda her iki hocam da beni ikna etti. İkisi de artık bu hayattan göçen insanlar. Allah her ikisine de rahmet eylesin. Ama hocalarımın verdiği bu karar benim hayatımı çok etkiledi. Onlara minnettarım.
Aynur Hocam müziğin yanı sıra tasarıma da oldukça meraklısınız. Bu ilginiz nasıl gelişti?
Dediğim gibi çocukluğumda dedeme çok özenirdim. Onun resimlerini gördüğümde kesinlikle ressam olmalıyım diyordum. Resim yeteneğim hep vardı. Bu da kendisini farklı şekillerde göstermeye başladı. Çocukken resim kurslarına da gidiyordum. Tabi sonra piyano derslerime engel olduğu için bırakmak zorunda kaldım. Çünkü resim de aynı müzik gibi çok büyük zaman ve çaba isteyen bir sanat dalıdır. Doçentlik sınavından sonra kendime “çini boyama” kurslarına gideceğime dair söz vermiştim. Kurslara başladım ve bu işten çok büyük zevk aldım. Daha sonra seramik işine merak saldım. Her zaman mobilya tasarımı ve geri dönüşüm işleri ilgimi çekiyor. Bu tür uğraşılar benim ruhumu dinlendiriyor ve yeni bir şeyler üretmek çok iyi geliyor. Görsel sanatlar hayatımda her zaman olacak.
Müzik eğitiminin yaşı var mıdır? Müziğe ilgisi olan çocukları aileler nasıl yönlendirmeli?
Müzik, başta dil gelişimi olmak üzere, sosyal gelişim, kişilik gelişimi, zihin gelişimi ve duygusal gelişime açıkça katkıda bulunmaktadır. Okul öncesi yaş grubunun çocuğun bütün hayatında etkili olduğunu uzmanlar tarafından defalarca vurgulanıp kanıtlandığını biliyoruz. Erken yaşta müzik eğitiminin de bu anlamda katkısı oldukça büyüktür. Dünyanın birçok ülkesinde önde gelen Suzuki, Kodally ve Orff metotlarıyla müzik eğitimini 1,5 yaş grubuyla başlatan okullar bulunmaktadır. Erken yaşta müzik eğitimine başlanmasının ana hedefi profesyonel müzisyen yetiştirmek değil, çocukta etkin ve sağlıklı bir gelişimi elde edebilmektir. Bu yüzden biz eşimle “Aşkan Güzel Sanatlar, Kültür ve Spor Çocuk Akademisi”ni kurduğumuzda hayallerimiz ve hedeflerimizi bu doğrultuda tutmaya çalıştık. Bu yola “yeteneksiz çocuk yoktur, yeter ki, keşfedilsin” sloganıyla çıktık ve çocuklarımızı sanata ve spora teşvik etmek için halen de elimizden geleni yapıyoruz. Bizim eğitim kurumumuzda Milli Eğitim Müfredatı dışında, çocuklar her gün sanat ve müzik derslerini onlara ayrılan sınıflarda ve çoğu zaman da okulumuzun geniş bahçesinde görüyorlar. Bu kurumda Güzel Sanatlar Koordinatörlüğünü üstlenerek çocuklarımızı enstrüman eğitimine de yönlendiriyorum. Her dönem sonu “rapor” konserler ve dinletiler yapıyoruz ki, çocuklarımız “sahne tozu”na alışsın. Bu aynı zamanda özgüven duygusunu da arttırarak çocuklarımızı sanat ortamına hazırlıyor. Çocuklarımıza her ay bir müzik enstrümanının tanıtımını yapıyoruz. Bunu da bu işin uzmanını davet ederek önce tanıtım ve daha sonra da bu çalgı aracılığıyla bir dinleti veriyoruz. Çocuklarımızın müziğe olan ilgisi inanılmaz, hiç ses çıkarmadan konseri baştan sona büyük bir ilgiyle dinliyorlar.
Ama bunun yanında tabi ki, her yaşta sanatla ve özellikle de müzikle uğraşmak insan ruhuna iyi gelir. Hiç unutmuyorum benim 45 yaşında sanata aşık akademisyen bir piyano öğrencim vardı. Onunla saatlerce müzikten ve sanattan bahsederdik. Derslerimiz çok zevkli ve verimli geçiyordu. Yani demek istediğim müzik ve genel olarak sanat eğitiminin yaşı yoktur. Yeter ki, istek ve çaba olsun.
Müzik yeteneği sonradan geliştirilebilir mi sizce?
Yetenek faktörü o kadar farklı ve kişiden kişiye değişiklik gösteriyor ki, mesela bir “genetik yetenek” var. Genelde anne veya babadan geçildiği düşünülen bir yetenektir bu. Hep anne veya baba müzisyense çocuğun müzik yönünde yeteneği var diye kabul ediliyor. Aslında bu durum tartışılır. Çünkü çocuk genetiği dışında bir de müzik ortamında büyüyor. Yani istese de istemese de evdeki ortam ve sürekli müzik seslerine, iyi anlamda maruz kalması çocuğun hem müzik, hem de estetik zevkini geliştiriyor. Tabi bunun yanında “doğal yetenek” var. Bu işin tamamen başka bir boyutudur. Ama ben müzik yeteneğinin tüm bireylerde olduğunu düşünüyorum. Çünkü müzikal kulağı bile olmayan birisinin ritim duygusu mutlaka vardır. Sadece geliştirilmesi ve doğru yönlendirilmesi çok önemli. Bazı çocuklarda “iç kulak” dediğimiz bir durum söz konusu oluyor. Mesela bir şarkıyı içinden söyleyebiliyor ama dışarı çıkardığında farklı şekilde söylüyor. Bu durum kesinlikle geliştirilebilir. Fakat yetenek dışında müzik eğitiminde en önemlisi çalışma disiplinidir. Böyle bir disiplininiz varsa kesinlikle müzik alanında başarışı olursunuz.
Son yıllarda ailelerin Güzel Sanatlar alanına yaklaşımı nasıl? Çocuklarını bu alanlara yönlendirip destekliyorlar mı?
Bu durum aileden aileye değişiyor tabi. Maalesef son yıllarda güzel sanatlar alanında ailelerimizin çocuklarımıza destek konusunda ilgisiz buluyorum. Bunu bazen üniversitelerin yetenek sınavlarında bile görüyoruz. Birçok öğrenci adayımız bize ikinci üniversitesini ve istediği mesleği okumak için geliyor. Neden diye sorduğumuzda ise aile baskısının, “önce meslek edin, sonra müzik okursun” gibi cümlelerini duymak gerçekten çok acı veriyor. Aslında zor olan müzik okumaktır. Çünkü müzisyenlik yılların birikimi ve çalışmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Mesela, Avrupa ve eski Sovyetler döneminin tüm ülkelerinde müzisyen olmak bir ayrıcalık ve bunun için hayatından çok ödün vermek gerekirdi. Ülkemizde müzik, genellikle çocukların hayatında profesyonel anlamda değil, hobi amaçlı yer alıyor.
Ama bu durum tabi ki, herkes için geçerli değil. Çocuklarının arkasında duran ve güzel sanatlar alanında destekleyen ailelerimiz de az değil. Tabi ki, bu ailelerin çocuklarını yetiştirmeleri için yeterince müzik eğitimi kurumları ve nitelikli müzik elemanlarına da ihtiyaç var. Bu kaliteyi yükseltmek için de çocuklarımızı müzik alanına yönlendirmemiz şart. Yani bu durum birbiriyle ilgilidir ve toplumun bu konuda bilinçli olması çok önemli.
Müzik dünyasına kazandırmış olduğunuz çeşitli kitaplarınız ve makaleleriniz mevcut bunlardan bahsedebilir misiniz?
Ben müzik eğitimimi Azerbaycan’da tamamlasam da tüm akademik kariyerim boyunca Türkiye’de çalıştım. Dolayısıyla benim bu ülkeye çok borcum var. Bir eğitimci olarak da bu borcumu yazdığım kitaplar, yaptığım seminerler, uluslararası kongreler, sunduğum eğitimler ve yetiştirdiğim öğrencilerle ödemeye çalıştım. Yetiştirdiğim öğrencilerimle yıllar sonra aynı müzik kurumunda artık meslektaş olarak çalışmam veya farklı eğitim kurumlarında karşılaşmam beni çok gururlandırıyor.
Türkiye’de yayımladığım “Müziğin Temel Kuramları” Ankara – 2008,
“Armoni” Konya – 2010,
“Uygulamalı Temel Müzik Bilgileri” – 2012,
“Armoni, klasik bati eğitimine Rus ekolü yaklaşımları” – 2012,
“Solfej 1 – Piyano Eşlikli Tonal ve Modal solfejler” – 2013,
“Solfej 2 – Çoksesli Tonal ve Modal solfejler” – 2014,
“Dikte çalışmaları. CD destekli ritmik, tonal, modal ve caz müziğinden esinlenmiş dikteler” – 2015,”
Temel Müzik Teorisi Soru Bankası” – 2017
kitaplarımın bazılarının 2. ve 3. basımları da çıkmıştır.
Bakü’de yayımladığım “Muassir Devrin Solfecio Sistemleri” – 2006 ve kardeşimle birlikte yayımladığımız “Musiginin Elementer Nezeriyyesi” – 2017 kitaplarım mevcuttur.
Bunun dışında Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde ve yurtdışında Barselona, Lizbon, Prag, Bakü vb. gibi şehirlerde katıldığım kongre ve sempozyumlarda hem Türk, hem de Azerbaycan müziği ve eğitim sistemleriyle ilgili sunumlarda da bulundum.
Konya’da yaşadığım süreçte Mevlana Celalettin Rumi’nin hayatı ve sofizm felsefesi ilgimi çok çekti. Bununla ilgili Bakü’de düzenlenen uluslararası “Muğam” sempozyumlarında bildiriler yaptım ve oradaki dergilerde bu konuyla ilgili makaleler yayımladım.
Müzik Bölümünü tercih etmek isteyen gençlere tavsiye ve önerileriniz neler olur?
Çok okumalarını ve araştırmalarını tavsiye ederim. Çünkü müzik, bir sanat dalı olması dışında hem bir eğitim aracı, hem de bir eğitim alanıdır. Bu nedenle müziğin hem geçmişini, hem kendi kültürümüzdeki yerini, hem de farklı kültürlerdeki müzik türlerini bilmek ve araştırmak bir müzisyen için önemlidir. Aynı zamanda bireyin müziğin estetik zevkini ve müzikal hafızasını geliştirmek için müzik eserlerini dinlemesini, çeşitli konserlere katılmasını sağlamak lazım. Aslında şimdiki gençler çok şanslı. Çünkü teknolojinin tüm imkanları ellerinin altında. Artık tüm haberlere veya merak ettiğimiz her şeyin cevabına internet sayesinde erişebiliyoruz. Online olarak katılabileceğimiz etkinlikler mevcut. Konserleri, canlı yayınlar sayesinde takip edebiliyoruz ya da yurt dışındaki bir sergiyi internet sayesinde üç boyutlu olarak gezebiliyoruz. Elektronik ortam sanatın her dalıyla bizimle. Yeter ki, istek ve araştırmacı ruh olsun.
Hayallerinizi besleyen ya da hayallerinizi gerçekleştirme yolunda sizi motive eden şarkı ya da bir eser var mıdır?
Çok ilginç bir soru. Müziğin her türünü dinler ve severim. Klasik müzik ve caz müziği eserlerinden oluşan bir müzik listem var. Ben köklerine bağlı biriyim aynı zamanda. İnsanın kökü onun müzik kültürüyle, sanatıyla yoğrulmuştur diye düşünüyorum. Bu nedenle Azerbaycan halk türküleri benim vazgeçilmezimdir. Türk halk müziğini de çok seviyorum. Aynı köklerden geldiğimiz için ortak türkülerimizi dinlemek de ayrı bir zevk benim için. Yani anlayacağınız benim için müzik ayrımı yoktur. Bu sorunuzun cevabı da her halde “o anki ruh halime bağlı olarak” olacak.
Son yıllarda sanatın ve müziğin gelişimi hakkında neler söylemek istersiniz?
Günümüzde insanların yaşam ve algı biçimlerini etkileyen en önemli unsur dijitalleşmedir. Bu durumlar sanat alanında da devrim niteliğinde değişimler yaşattı. Sanatın dinamik yapısı sanatçıların yeni arayışları ekseninde kültürel dönüşümler paralelliğinde seyrini devam ettirdi. Yeni teknolojilerin sağladığı olanaklar ile tüm verilerin farklı bir dile çevrilmesi fiziki mekan ve zaman kavramının dahi eski anlamlarını yitirdiği söylenebilir. Dijitalleşme ile beraber sanatın sunulması, dağıtılması ve tüketimi klasik anlamda ortadan kalktı. Diğer yandan “tüketim toplumu” olma seviyesi arttıkça artık ünlü olmak da çok kolay oldu. Milyonlar tarafından dinlenmek çok kolay olduğu için bir anda unutulup yok olmak da çok kolay oldu. Bu durum, gerçek anlamda mesleği icra eden sanatçıları kötü yönde etkiliyor. Yani bu durumun hem olumlu, hem de olumsuz yönleri var. Teknolojik imkanlarla günümüzde artık “master class” ve konserler uzaktan verilmektedir. Özellikle pandemi döneminde dünyaca ünlü büyük sahneler kapılarını dijital mekanlara sonuna kadar açarak ayakta kalmak ve sanatlarını sergilemek için büyük çabalar sarf etti.
Ülkemiz de dünyada olduğu gibi bu dijitalleşme ve teknolojik imkanlara ayak uydurmaktadır. Bunun dışında ülkemizde yeni yetenekli sanatçı kadrolarımız yetişmektedir. Ülkemizin birçok ilinde müzik eğitimi kurumlarının artması ve yeni orkestra topluluklarının kurulması çok umut verici. Sanat yaşadığı sürece insanlık da yaşayacaktır.
Son olarak da Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle noktayı koymak isterdim: “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur”. Böyle bir lideri olan ülkenin sanata ve sanatçıya olan ilgisi ve sevgisi zannımca hiçbir zaman tükenmeyecektir.