Şef Hüseyin Özer

Sofra Lokantaları Sahibi

Şef Hüseyin ÖZER

Şef Hüseyin ÖZER

Sofra Lokantaları Sahibi
Şef Hüseyin Özer

‘‘Hayalim Hristiyanları cehennemden kurtarmaktı’’

Yitip gitmesi için uğraşılan bir yaşamın küllerinden nasıl doğduğunu gösteren bir başarı öyküsü. Ne bir dizi, ne bir film, ne de Ömer Seyfettin’in içimizi burkan, bize çok şey öğreten o acıklı hikayelerinden. Eğer bir başarı hikayesi yazılacaksa bu hikayenin baş kahramanı Hüseyin Özer olmalı. Olmalı ki;  her başarısızlığa bir kılıf uydurma konusunda geliştirdiğimiz yeteneğimizi başka yönlere kanalize edebilelim. Bu ismi karşımıza koyup diyebilelim ki; “İstendiği taktirde her şey başarılabilir.”  Deniz esintisinde “Karışma Sen”in Sahibi Murat Kargılı’nın hazırladığı eşsiz balık lezzeti eşliğinde İngiltere’deki Sofra Lokantaları’nın sahibi Ünlü Şef Hüseyin Özer’le röportajımız…

 

Yaşamınızda hatırladığınız ilk mücadeleniz neydi?
Ben hayata sıfırdan değil sıfırın altından başladım. Ekmek yiyip ve su içtiğimi bildiğim sürede başlamıştı mücadelem. 5 yaşında zehir verilmişti bana. 7 yaşında okul zamanım geldiğinde babam “Benim çocuğum değil” dedi. Annemden ayrılıp başkasıyla evlendi. Üvey babamın da beni okutmaya hiç niyeti yoktu. İstenmeyen çocuk olarak birkaç hayvanla birlikte bir ağanın yanına verildim. “Keçi güderken çoban Celal emmiden okuma yazmayı öğrendim. Değnekle kara, toza, taşlarla taşa, kayaya yazı yazmaya başladım. Tarlanın taşını ayıklama işine de çocukken başladım. Uzun yıllar keçi çobanlığı yaptım. O yaşta sırtımda odun getirmeyi biliyordum. Hatta o iple kendimi asmayı düşündüm. Ama annemle anneannemi düşündüm, vazgeçtim.

Sıfırın altı sizin için ne ifade ediyor?
Sıfırın altı şu; Okumuş, ailesi olan birinin sadece para kazanması yeterli. Bu sıfırdan başlamak demek. Benim ailem yok, okula da gitmedim. Bak dibe doğru düştük. Çok kötü durum yani. Aile var da 3 ayrı aile. Hepsi de beni öldürmek istiyor. Araziler var, herkesin kendi çocuğu var. Ben dedemin yanındayım ama annemin hakkını alabilirim. Eskiden kızlara hak verilmiyordu. Öğrenildi ki; kızların da hakkı oluyor. O zaman beni yok etmek istediler. Baba tarafı zaten istemiyordu, analık var. O zaman arazi değerliydi. Şimdi öküz bile otlanmıyor orada. Herkes kendi yavrusunun hakkını korumak için başkasının yavrusunu, daha doğrusu beni öldürmek istedi. Karga da kendi yavrusunu öldürüyor.

“Öldürmek istediler” tabiri mecazi anlamda mı?
Mecazi değil, gerçek anlamda.

Hep öldürülme korkusuyla yaşamadınız mı?
Benim aklım ermiyordu ki korkuyum. Zehir verildiğinde mesela; yemedim. Analığım hazırlamış, abim verdi. İnciri ısırdım, içinden zehir çıktı. Allah ölmemi istemedi. Bu abimin oğlunu ben Londra’da özel okulda okuttum. Adını bile söylemiyordum ayıp olmasın diye. Şimdi melek gibi bir çocuk. Demek ki abim de saf bir adammış. Annesi demiş o yapmış. Karın yağdığı ilk gün 6 köy uzağa gönderildim. Yol açılmamıştı. Neden ? Kurtlar beni yesin diye. Çığı aça aça kendim döndüm. Allah ölmemi yine istememiş. Ben öldürülmek istendiğimin farkında bile değildim. Okula gitmem gerekirken annemin kocasından pat diye bana bir Ankara bileti çıktı. Çünkü Ankara’ya gidersem başlarından kurtuluyorum, Ankara’da kayboluyorum. Belki başka bir işe yarıyorum. Bizim köyde bir deli kız vardı. Adı Deli Kız. Adamın birisi Ankara’ya götürdü bıraktı geldi. Bir daha gelemez, Deli Kız’dan kurtulduk diyordu. Bunu duyuyordum. Şimdi de benden kurtulacaklar. Onu şimdi biliyorum, o zaman bilemiyordum.

Köyden Ankara’ya çıkışınız aynı zamanda ölümden kurtuluş muydu?
Ankara’ya mutlu gittim. Köyde çok aşağılanıyordum, dayak yiyordum. Köyümüzde bir Şerafettin dayı vardı. Ben geleceğimi ona benzetirdim. Köyün muhtarı canı sıkıldıkça Şerafettin Dayı’yı yanına çağırır döverdi. Onu hep ezerdi. Çünkü kimsesizdi. Ben de kimsesizdim ve beni de eziyorlardı. Ama ben ezilmek istemiyordum, gücüme gidiyordu. Zehirlenmekten, öldürülmekten falan korkmuyorum. Çok dövüyorlardı zaten, herkes dövdü. Durmadan dayak yediğimi hatırlıyorum. İlk yediğim dayağı hatırlamıyorum ama sevildiğimi hatırlıyorum. İlk defa bir adam tarlada beni kucakladı, elime yeşil bir elma verdi. Hiç unutmuyorum. Aklım başımdan gitti. Kucaklanıyorum, seviliyorum ve bir de elma veriyor. Meğerse sünnet oluyormuşum. Sünnetten hiç haberim yok. Acımadı, yemin ederim zerre kadar acı duymadım. Birisi beni sevdi. O sevgi beni mahvetti. Sarhoş oldum. Bu yüzden gideceğim için mutluydum. Ama esas gidiş sebebim bambaşkaydı. Babam “benim oğlum değil” dedi. Kötü biri oldum. Bundan sonra annem de babamı vurmamı istedi. Evlatlıktan ret eden babamı öldüreceğim Smith Wesson tabancanın parasını kazanmak üzere gidiyordum. Annem öyle istemişti. İstanbul’a da gönderebilirlerdi ama İstanbul bileti 35 lira. En ucuz bilet Ankara’ya. 20 liraydı o zaman. Gider gitmez ne yapıp edip para kazanıp 40 lirayı babama verilmek üzere geri gönderdim. Sokakta yatıyordum ama parasını iki misli geri ödedim. Hala yaşıyor. Annem vefat etti.

Ankara yeni bir mücadelenin başlangıcı olmuş.
Ankara’da Kızılay’da tuvalette yattım, Ulus’ta çakmaklara benzin doldurdum. Aylarca Ulus’ta çorbacıda 75 kuruşa bir çeyrek ekmekle işkembe çorbası içtim. Çok suluydu. İçinde bir şey yoktu. 24 saatte sadece çorba içiyordum. Köşeyi dönmek benim için çeyrek ekmek arasına biraz ciğer koydurmaktı. Böyle bir mücadele.

Çocukken köşeyi dönme hayaliniz var mıydı?
Çocukken ne araba planladım, ne ev. Hiçbir planım yoktu. Çocukken ben iyi bir insan olacağım diye düşünüyordum. Ev, araba gibi küçük şeyler düşünmedim hiç. Herkes alıyor. Çalışıyorsun alıyorsun. Ben her çocuktan daha becerikliydim. Mesela dayımın oğlu okula gidiyordu, ben gitmiyordum. Ama matematiği ben yapıyordum. Kafadan hem de. Tarlaya bir şey biçmeye gitsek ben herkesten daha iyi biçiyordum. Hayvanlar beni herkesten daha çok seviyordu. Sırtında en çok odunu getiren de bendim. Dayımın oğlu matematiğin alt alta yazıldığını göstermedi bana. Ankara’ya geldim. Sokak çocuğuydum. Hünkar Lokantası’na çalışmaya girdim. Rakamların alt alta yazıldığını gördüm. Baktım; ustam alt alta bir şeyler yazıyor, elde var 3, elde var 1 diye. Aa ne kadar kolaymış. Kafadan hesaplanıp oraya yazılıyor sanıyordum. 1 günde matematiği öğrendim.

Çocukluğunuzda özlem duyduğunuz bir şey olmadı mı?
Hiç özlem duymadım. Sadece iyi insan olmak istiyordum. Sanırım çevremde hep kötü insan gördüğüm içindi. Bunlar kötü diyordum. Beni dövenlere falan acıyordum. Ben iyi bir insanım. Yaramazlık yapmıyordum ki. Ona rağmen yiyordum dayağı. Çok büyük adam oluyum, çok büyük işler yapayım. Vatanıma iyi hizmet edeyim. Onun için de çok okumak istiyordum. Bir şey olmak istiyordum. Para bir şey değil çünkü bir şey olmak bambaşka. Tarihe geçmek istiyordum.
Ben bunların eğitimini almadım. Her şeyi kendi kendime öğrendim, geliştirdim. Okuma yazmayı da hesabı da yemek yapmayı da.

Eğitim alsaydınız nasıl olurdu?
Eğitim alsaydım milletin başına bela olurdum  Allah bana lütfetti, Discovery Channel’ı gönderdi. . Discovery Channel beni buldu dünyaya mal etti. Hep Türkiye’yi düşündüm. Nesilden nesile gösterilecek. “Türk yemeğini dünyaya tanıtan diyor, Türk yemeği kebaptan ibaret değildir.” diyor. Museum of London’a bile koydular beni. Orada tarihi şeyler bulunur aslında. Sesli bölümde Bir üniversite için yaptığım 2 saatlik mülakat kaydım var. Bir de okusaydım ne olurdu bilmiyorum.

Türk yemeklerine özel bir değer veriyorsunuz. Lokantaların Türk yemekleriyle çıkış yaptıkları taktirde daha başarılı olacaklarına mı inanıyorsunuz?
Kesinlikle. Müşteriler de Türk lokantası istiyor. Balık, kebap her yerde olabilir. Sofra usulü bir yemek lokantasının dünyada bir benzeri hala çıkmadı, yok.

Siz bir lokantaya gittiğiniz zaman ne yersiniz? Gururla sunulan yabancı yemekleri mi?
Kesinlikle Türk yemeği tercih ederim. Bu Türk’ü aşağılamaktır. Türk yemeğini, kültürünü, her şeyini komple aşağılıyor. Çok çirkin ve ayıp. Aslında devletin buna sahip çıkması lazım. Benim gibi köyden gelmiş biri Ecnebi bir yemeği görünce lokantanın büyük bir iş yaptığını düşünecek. Biz ecnebiye çok meraklıyız ya.

Maddi anlamda her şeyi alabilecek güce sahip hissettiğinizde ne düşündünüz?
Para ilk akmaya başlayınca hemen Hüseyin Özer Eğitim Vakfı’nı kurdum. Bu arada yığılmış para da yoktu. Birikimim de yoktu. Küçükken bulaşık yıkadığım zamanlarda bir arsa almıştım. O arsayı sattım. Benim en büyük nimetim odur işte. Vakıf kurmak. İbadet gizli olur. Kimse de bilmiyordu. Uğur Dündar ortaya çıkardı. Değilse asla da söylemezdim.

Kıyafetinizle, tarzınızla farklı bir kişiliğiniz var?
Dedemin mintanı bu benim. Ben köylü çocuğuyum. Müşterilere davranışım da öyle. Keçilere koyunlara sahip çıkıyorum ya; müşterilere de öyle sahip çıkıyorum. Dedemin mintanı böyleydi. Yakasız. Bunda rahat ediyorum. Kendimle barışığım. İngiltere rüzgarlı bir yer. Yakayı kapatıyorum. Bunu keşfettim. Japon İssey Miyake’nin markası bana uyuyor.

Rahat para harcayamıyor musunuz?
Vicdanım sızlar. Ben parayı kolay harcayamam. Vakfı olan bir insan çok para harcayabilir mi? Mütevazi yaşar. Şöyle; lokantaya gitmem gerekiyorsa giderim de faturasına bakmam. Amma da kazık derim.

En son kendinize ne aldınız?
Şu ara bir ihtiyacım yok. Alsam alsam bir gömlek alırım.

Hep güler yüzlü müsünüz?
Yaşadığım hayat güzel ya, şerefli bir hayat yaşadım ya ben. Tabi ki bu beni güldürüyor. Gördüğünüz gibi ben hikayeme gülüyorum. Psikiyatrların beni araştırması lazım. Gelsinler bulsunlar. Kalemi sol ellerine alıp tik atsınlar; “olmamış, olmamış” diye. Katil olsaydım idealdim ben. Tam onlara göre. Kitaba uygun. Benim yaşadığım hayat onların hiçbir kitabına uygun değil. Para akılla olmuyor. Güzellik akılla oluyor. Ruhu iyi besleyeceksin. Doğru düzgün insanın paraya çok ihtiyacı olmaz. Bir yumurta, az peynirle karın doyar. Ruhu doyurmak gerek. Küçükken ben hep kuru ekmekle doydum. Gerçi hiçbir zaman tam doymadım da. Kuru ekmekle doyulur ama sevgiyle beslenilir. Beni hayvanlar çok sevdi. Sevgiyi oradan aldım. Önüne gelen beni dövüyordu zaten. Sevaptır diye sanırım. Karşı da gelemiyordum. Çünkü bu sefer daha çok dövüyorlardı. Daha fazla dayak yemeyim diye dayak yemeye razı oluyordum. Ankara’da bir lokantada çalışırken bir çocuk bana saldırdı. Elini tuttum. İtsem düşecek. Burnumu kanattı. Küçücük çocuk burnumu kanattı diye herkes güldü. Ona bile karşı gelmedim. İşyerlerinde çok çalışıyordum. Çok çalışma diye üç dört çırak beni götürüyordu, tuvalette ayaklarıma tekmeyle vurup dövüyordu. Ankara’da da çok dayak yedim ben.

Çok mu vicdan sahibisiniz?
Futbol takımı tutmam, ayrım yapamam. Tutsam da yenilen takımı tutarım. Köydeki Şerafettin Dayı’yı tuttuğum gibi. Londra’dan geldim Şerafettin Dayı’yı, buldum. Bana matematiği göstermeyen kuzenimle beraber görüştük. İstanbul’da iş vermek istedim. Kabul etmedi, gelmedi köyden. Aslında ben daha çok bencilim. Kendi vicdanımı besliyorum. İç dünyamı. Millet vicdanını besliyor ben vicdanımı. Benim yaptığım parayla satın alınamaz. Bu konularda planladığım her şeyi yapmak ilk işim oldu. Benim evime gelseniz bomboştur. Hırsız girmez. En fakir adam benim. En iyi mahallede olsam da evim bomboştur. Kraliçenin komşusuyum ama ikinci el eşyanın üzerinde oturuyorum. Sanatsal bir ruhum var ama resmi galeride seviyorum. Sanat tarihi dersleri aldım. Ben ilkokula gitmedim ama ilkokul kitaplarını bile okudum. Ne okumuşlar bakıyım dedim. Evim bomboştur ama hep kitap doludur. Kitap okumaktan duvara başımın izi çıkmıştır. Perdem yoktu çarşafı cama asıp perde yaptım. Yeri geldi şişeden içtim bardağım yoktu.

Pek çok şey yaşarken hiç kızgınlığınız olmadı mı?
Benim kızma adetim yok. Ben ne zaman kızarım? Size birisi bir şey yaparsa ve ben sizi koruyamazsam hem kendime, hem kızana kızarım. Koruyuculuk yapmazsam kızarım. Ben koruyucuyum. Çobanlık var ya bende; hep koruyucuyum. Boş durmayı sevmiyorum, üretmeyi seviyorum. Allah’ım bana üretme ömrü ver diye dua ediyorum. Yatma ömrü istemiyorum. İnsanlara faydam olsun.

Yaşama tutunmanızda en etkili araç ne oldu?
Dinimiz. Eğer dindar olmasaydım katil olacaktım. Çok insan öldürecektim. Dinim beni kurtardı. Benim hayat hikayem ailemi vurmam gerektiği şeklinde başladı. Hiç kimse “vurma, öldürme” demedi. Ben babamı vuracağım tabancanın parasını kazanmak üzere Ankara’ya gittim. Smith Wesson. 3 bin lira falandı. Ben günde 75 kuruş kazanıyor, 24 saatte çeyrek ekmek, işkembe çorbası içiyorken Smith Wesson tabanca al dediler bana. Onun ne olduğunu daha 3 ay önce bir belgeselde öğrendim. Attın mı vurursun diyorlardı. Babamı öldüreceğim. Başkaları da vardı vurulacak. Adam öldürmek için yetiştirildim. Yakalamak için jandarmalar gelecek. Onları da öldürmem lazım. O zaman kafam karıştı. Askerler de işin içine girdi. Kalacağım yerleri hesap ediyordum. Dağlarda, çete gibi. 10 yaşlarındayım. O zaman kitap okumaya başladım.

Hayatınızı da dini kitaplar mı değiştirdi?
Dini kitaplar. Ankara İsmet Paşa’da bir kömürlükte yapıyordum bu planları. Cehennemde yanmasınlar diye tüm dünyaya İslamiyet’in güzel olduğunu anlatayım dedim. Sokaklardan cüzler aldım. Öğrendim dini. İngilizce öğrenmeye de o zaman karar verdim. Köşeyi dönmüştüm. Döşek var, lamba var. Kömürlükte. İki cebim de şangır şangır bozuk para dolu. Meyhanede bahşiş veriyorlardı. Ekmek kızartıyor, kül tabaklarını değiştiriyordum falan. Çok para kazandığımı düşündüm. Tuvalette yatıyordum, kömürlük kiraladım. Kömürlüğün sahibi odunları bana taşıttırdı. Bir kilit taktı. Ohh köşeyi döndüm. Ondan sonra da mahallelerdeki sokaklardan cüzler, dini kitaplar aldım. Kitapçıya gidiyordum. Kitap seç diyorlardı. Ne seçeceğim, bilmiyorum ki. Nereden geldiğim de belli ya tipimden. Tavukların, horozların olduğu kitapları veriyorlardı. Kitapçılar yardım etmedi ama cüz satanlar yardım etti bana. Elif Be’yi öğrendim. Kuran aldım, okudum. İlmihaller okudum. Ben o kömürlükte Hristiyanları kurtarmayı kafama koydum. Küçüklük hayalim iyi insan olmak, kömürlükteki hayalim de Hristiyanları kurtarmaktı.

Basit bir hayatta büyük hayaller kurmuşsunuz?
Hayat çok basit. Karnın tok, döşek de buldum. Kızılay’da tuvalette yatıyorken 1 lira taksitle İkinci el de bir ceket almıştım kendime. Siyah. Kış geldi ceketim de var. Kömürlük var. Ne güzeldi. Aynısını tekrar yaşayabilirim. Çünkü şerefli bir hayat. Şerefli hayat yaşamak lazım. Köşeyi dönmek şerefli hayatla olur. Parayla olmaz. Geriye bırakacağın şey şerefli hayattır. Para bıraksan da değeri benim için sıfır, bırakmasan da sıfır. Değerli olan tek şey manevi değerlerdir. Sonra dinimizi öğrenince yapmam istenilen tüm kötülüklerden vazgeçtim. Onun yerine iyi bir adam olmayı seçtim. Babamı öldürecektim ya. Babamı Rolls Roys’la gezmeye götürdüm. Küçükken mektup yazmıştım ona. Seni gelip öldüreceğim diye. Yanlış ağaca havlıyorsun gibi bir şey söyledi. Ona rağmen yapmadım, gezmeye götürdüm.

Geriye baktığınızda keşke yapmasaydım dediğiniz var mı?
Çok yanlış yaptım ama iyi niyetle yaptım. Bu yüzden hiçbir keşkem yok. Başkasına hep kar ettirdim. Kendim zarar görebilirim. Ben dayanıklıyım. Başkası benim kadar dayanıklı değil. Allah beni özel yaratmış. Dayanıklı. Mesela anneannem beni çok severdi, Allah da çok seviyor. Evde üç çocuk vardı. Anneannem bazlamayı böldü, onlara iyi tarafını, bana da fare yeniği tarafını verdi. Fındık fare bir uçtan girip bir uçtan çıkmış. Mikropları ölsün, ağzım yara olmasın diye diye önce ateşte ısıttı. Öbür çocuklar onu fare yedi diye yemez. Ben yerim. Anneannem bana güvenip o fare yeniğini verdi. Köşeyi ben o zaman döndüm işte. Aferin bana dedim çocukken. Öldüremiyorlar beni. Allah izin vermiyor öldürmelerine. İslamiyet en barışçıl, en insancıl, en medeni din. Avrupa’nın medeniyet diye yaptığı şey zaten İslamiyet’te var. Bizimkiler de tutuyor ecnebiliğe özeniyor. Önce dinine bir bak.

Sevgi hayatınızda çok büyük önem taşıyor. En çok açlığını duyduğunuz şey sevgi miydi?
Açlık çok çektim. Zor değil. Alışırsın bir zaman sonra. Sistem unutuyor. Sevgi açlığı da çekmedim. Aşağılandım ama beni hayvanlar seviyordu. Ben hayvanların arkadaşıydım. Müşterilerim sevdi sonra da. Ben ahmaktım, uyanık değil. Adım; ahmak, mankafa, öküz kafa. Hep böyle. Saftım ben. Saf olmak lazım marka çıkarmak için. Ben tek bir günde matematik öğrendim. O kadar kolaymış ki. O kadar safım ki; bileğim kesik. Bu yüzden 3 parmağım hep yara oldu. Sinir kesikti. Buna rağmen askere gittim. O kadar safım ki; bunu bile kullanmadım. Parmağım koptu, geri tutturdum. Otla bağladım. Benim hayatım mucize dolu. Mucizelerle yaşıyorum.

Ve İngiltere macerası..
Ankara’da hayata tutunmayı ve mücadele etmeyi öğrendikten sonra İstanbul’a gitmeye karar verdim. Zaman su gibi akıp giderken vatani görevimi tamamladıktan sonra Londra’ya gitmeye karar verdim. Bu kez uçak bileti alacak param yoktu. Otobüsten başka seçeneğim yoktu ve günlerce süren bir yolculuğunun sonunda Londra’ya vardım. Londra’da ilk işim bir İngilizce kursuna yazılmak oldu. Aynı zamanda bir dönercide çalışmaya başladım. Yıllar sonra çalıştığım bu dükkanı satın aldım. Dönerci dükkanını lüks bir restoranta dönüştürdüm. Sağlıklı ve lezzetli yemekler yapmak için diyet hocaları tuttum. Yaklaşık 30 yıl iş yapmayan ve sürekli kapanan dükkanın kapısında uzun müşteri kuyrukları oluştu. Buradan yola çıkarak farklı Türk yemekleri geliştirdim. Büyükelçiler ve diğer devlet adamları rahat ve güvenli bir şekilde yemek yiyebilsinler diye dükkanımın camlarını kurşun geçirmez yaptım.

Cafe açma fikri nasıl gelişti?
Ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde sağlıklı ve ekonomik yemekler yapmak için Cafe’leri icat ettim. Yemeklerin fiyatını müşterilerimiz belirliyordu. Cafe zinciri böylece kurulmuş oldu. Ancak sonrasında bazı sebeplerle Cafe’leri satmak zorunda kaldım. Özer ve Sofra restoranlarımız, başkent Londra’nın en işlek ve önemli merkezlerinde hizmet verdi. Aralarında Türk İngiliz Ticaret Odası’nın da bulunduğu Londra’daki tüm sivil toplum kuruluşlarına yıllardır sponsorluk yaparak, destek verdim. Restoranlarımız her yıl ‘Michelin Guide’ tarafından tavsiye edilen “Dünyanın ilk ve tek Türk lokantası seçildi. Restorantlarımızda müşterilerimize Türkiye’yi tanıtan broşürler dağıtıp Londra’da dünyaya Türk yemeklerini ve Türk misafirperverliğini tanıtıyoruz. Tüm dünyada satılan “Sofra Cook Book” adlı İngilizce bir yemek kitabım da bulunuyor.

Orada da sorun yaşadınız mı?
İngiltere’de yalnız başımayım. Kahramanım. Orada tek başıma PKK’yla savaşıyorum. Ölümden korkunca savaş yapılamaz. Para eser değildir. Bir şey yapacaksın, tarih yazacak. Sadece basit bir kavganın içine girersem ondan korkarım. Korumam gereken benim ismim. Bir de yemeğim var. Hep mücadele ettim, İngiltere’de de mücadele ediyorum.

Yeni sofralar kurmayı düşünüyor musunuz?
İstanbul’da Murat Kargılı’yla açacağız. Ben işletme kısmına karışmak istemiyorum. Sadece insana öğreteyim, dünyaya yayılsın. Çocukluğumdan beri kendi kendime öğretmenlik yaptım, moral verdim. Psikologluk da yaptım. Eğitimi iyi biliyorum, beceriyorum. Çabuk öğretiyorum. Yanımdan mezun olanların hepsi Sterlin milyoneri. Müşteriyi çocuk gibi seveceksin. Müşteri bende bebektir, kuzudur. Sahip çıkacaksın. Türk kültüründe bu var. Fransa’da, İtalya’da bu yok. Paranı almaya çalışır. Sağmak için vardır. Biz de onlara ileriye gitmiş gibi bakıyoruz. Aslında Türk Kültürü çok ileride. İnsanlık var. Kendi kültürümüze sahip çıkacağız. O da lokantacılıkla olur. Lokanta yurt dışında Türk’ün evi. İçimizde olanları dışımıza çıkarmamız gerekir. Kendi kendime onu yaptım. İçimde olanı dışarı çıkardım. Yeni Sofra’lar kurulmaya devam edecek.

Kendimi Türkiye Cumhuriyeti için feda ediyorum. Varım, hazırım. Çocukken verdiğim sözü yerine getiriyorum. Vatanım için milletim için faydalı, iyi, güzel, büyük bir insan olmak istiyordum. Sözümde durdum. Onun için çalışıyorum.

Add comment