Prof.Dr. Kemal ÖZCAN

Prof.Dr. Kemal ÖZCAN

Prof.Dr. Kemal ÖZCAN

TÜRKİYE AÇISINDAN SURİYE’NİN ÖNEMİ

Suriye her şeyden önce sınır komşumuz olması itibariyle, bütün komşularımız gibi ülkemiz için son derece önemli bir konuma sahiptir. Bunun yanında Suriye ile olan tarihi, kültürel ve akrabalık bağlarımız da oldukça güçlüdür. 7. yüzyıldan itibaren İslam toprakları haline dönüşen Suriye, Türklerin İslamla şereflenmelerinin ardından İslam ülkeleri ve Anadolu’ya yaptıkları göçlerde ilk uğrak yerlerinden biri olmuştu. Bir kısım Türklerin önceleri Abbasi Halifeliği bünyesinde asker olarak veya yine bu topraklarda başka işlerde çalışmışlardı. Bunlar zamanla sahip oldukları üstün vasıflarla devlet içerisinde yükselmişler, etkili makamlara gelmişlerdi. Bunlardan biri olan Ahmet Tolun, Abbasi halifesinin itibarını kazanarak Mısır’a vali tayin edilmiştir. Abbasilerin gücünü kaybedip zayıflamasıyla Mısır’da bağımsızlığını ilan eden Ahmet Tolun, bölgedeki ilk Müslüman Türk Devletini Tolunoğulları adıyla 874 yılında kurdu. Kısa zamanda bütün Suriye’ye hakim olan bu Türk devleti 905 yılında yıkıldı.

Tolunoğullarından sonra Türklerin Suriye’de 11. yüzyılda görülürler. Suriye’de Büyük Selçuklu Devleti zamanında başlayan Türk hakimiyeti, Haçlılarla yapılan mücadeleler nedeniyle uzun sürmez. Ancak Selçuklu Emirlerinden Musul Atabeyi İmadeddin Zengi, Haçlı kuvvetlerini Halep’ten çıkarınca, oğlu Nureddin Zengi Suriye’yi yeniden Türk hakimiyetine dahil etmiştir. Nureddin Zengi’ye bağlı bir komutan olan Selahaddin Eyyubi, Malazgirt Zaferinden tam 100 yıl sonra, Mısır’da kurulan ve bölgenin geneline hakim olan Şii Fatımi Devletini ortadan kaldırarak Suriye ve Mısır’ı içine alan Eyyübi Devletinin temellerini atmıştır.

Eyyubi Devleti’nin ardından, bütün Türk ve İslam beldeleri için adeta bir kabus haline dönüşen Moğol istilaları, Mısır’daki Türk Devleti Memluklu Sultanı Baybars’ın Ayn Calut Savaşında Moğolları yenmesiyle İslam beldeleri derin bir soluk almış, Suriye bu sefer Memluk Devleti bünyesinde yeniden Türk hakimiyetine girmişti.
Suriye’de oldukça uzun süren Memluk Türk hakimiyeti, bir başka Türk devleti olan Osmanlılar zamanında, Yavuz Sultan Selim’in 24 Ağustos 1516’da, Mercidabık Savaşı’nda Memluk ordusunu mağlup ederek, Suriye’yi Osmanlı topraklarına katmasıyla son bulmuştur. Yaklaşık dört asır sürecek Osmanlı hâkimiyeti döneminde Suriye, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan adeta altın çağını yaşamıştır.

Osmanlı Devleti zamanında Biladu’ş-Şam (Şam Beldeleri) olarak adlandırılan Suriye toprakları Şam, Halep, Trablusşam ve Sayda (Akka) olmak üzere dört eyalete ayrılmıştı. Merkezden atanan bazı üst düzey idareciler dışında yönetim tamamen yerli halktan meydana geliyordu. Şam ve Halep şehirleri Avrupa ile yapılan ticaret sayesinde dönemin en güzel ve güçlü şehirleri arasında yer alıyordu.

Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve Batı’nın gözünü her zaman Doğu’nun zenginliğine dikmesi neticesinde, 18. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupalı devletlerin eli bölgeyi karıştırmaya başladı. Sık sık çıkarılan isyanlar, Avrupalıların bölgeye müdahale isteklerini arttırmıştı. Nihayet 1798 yılında Fransızlar Napolyon Bonaparte kumandasında bir orduyla önce Mısır’a saldırmış, ardından da Suriye’yi ele geçirmek istemişti. Fakat bu mağrur Fransız, Akka’da Cezzar Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu karşısında ağır bir yenilgiye uğramaktan kurtulamamıştır.
Osmanlı’nın zayıflamasını dış güçler fırsata dönüştürmek istediği gibi, içte de bir takın güç düşkünleri kendi ikballeri uğruna devletine isyan ve ihanet etmeye hazır bekliyordu. Devletin Mısır Valisi olarak atadığı Kavalalı Mehmed Paşa, Fransızların ardından devletteki zafiyeti değerlendirerek önce Mısır’da kendi hakimiyetini kurmuş, sonra oğlu İbrahim Paşa komutasındaki bir orduyu Suriye’ye göndererek bu toprakları hakimiyeti altına almıştır (1832).

Kavalalının bu ihanetini fırsata dönüştüren batılı devletler, bölgede adeta cirit atmaya başlamış, Osmanlı zamanında yapmak isteyip de yapamadıkları bütün icraatları bu dönemde sahnelemeye başlamışlardı. Bölgede peş peşe açılan misyoner okulları ve sözde insani yardım teşkilatları, etnik ve mezhepsel farklılıkları körükleyerek toplumu ayrıştırma, İslam dinini tahrip etme, ileride kendilerine hizmet edecek yönetici kadroları yetiştirme gibi faaliyetler içindeydi. Ortaya çıkarılan bu ayrılıklar neticesinde bölgede etnik ve dini çatışmaların meydana gelmesi için her türlü zemin hazırlanmıştı. Bütün bunlar 7 yıl gibi kısa bir sürede cereyan etmişti. Osmanlı ordusu 1839’daki Nizip Savaşı ile Kavalalı’yı mağlup ederek yeniden Suriye’ye hakim olmuştu, ancak atılan fitne ve fesat tohumları hızla büyümeye devam ediyordu.

Osmanlı Devleti’nin Tanzimat, II. Meşrutiyet ve özellikle de İttihat-Terakki dönemlerinde bölgede uyguladığı ekonomik ve siyasi politikalar, bölge Müslüman halkı tarafından tepkiyle karşılanmış, dini ve etnik ayrışmaları körüklemiş, bölgede Arap milliyetçiliğinin güçlenmesine yol açmıştı. Bilhassa Cemal Paşa’nın Şam valiliği sırasında yaptığı faaliyetler, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapan Suriyeli Araplara karşı izlediği sert politikalar, Batılı güçlerin kontrolü altında olan ayrılıkçı Suriyeliler tarafından birer propaganda malzemesi yapılmış, Suriyeli Arapların Osmanlıya ve Türklere karşı nefret duymaları amaçlanmıştır.

Daha sonra yaşananlar, Cemal Paşa’nın kaygılarını doğrular nitelikteydi. 27 Haziran 1916’da Şerif Hüseyin, İngiltere’nin desteğini alarak Türklere karşı ayaklanma başlattı. İngilizler de Şerif Hüseyin’e destek olma bahanesiyle 1918’de Hicaz’da konuşlandırılan bir Arap ordusunun desteğiyle bölgeyi işgal etmiştir. Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal Şam’a gelerek İngiltere’nin kontrolünde bir Arap devleti kurdu. Bu Arap milliyetçiliği açısından bağımsızlık yolunda atılan ilk adımdı. Ancak Faysal devletin sınırlarını büyütmeyi hayal ederken, I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan İtilaf Devletlerinden İngiltere ve Fransa Sykes-Picot Anlaşmasıyla bölgeyi aralarında pay etmişlerdir. Buna göre Filistin İngilizlere, Suriye ve Lübnan ise Fransızlara taksim olunmuştu.
Suriye’deki kısa süreli Kavalalı hakimiyeti döneminde olduğu gibi, Fransızların Suriye’de ilk yaptığı icraat, dini ve etnik ayrılıkları desteklemek suretiyle bölgede kalıcı düşmanlıklar ve çözülmesi adeta imkansız sorunlar yumağı hazırlamaktı. Bu minval üzere Fransızlar Suriye’nin kuzeyinde bir Alevi devleti, güneyinde bir Dürzi devleti, merkezde ise bir Sünni devleti kurmayı planlamıştı. Suriye’deki diğer etnik ve dini grupları da kendi içlerinde bir araya getirerek farklı özerk bölgelere ayırdı.

1920-1946 yılları arasından Suriye’de devam eden Fransa mandası altında, Suriyeli grupların zaman zaman isyanlarına ve Fransızların bu isyanlar karşısında şiddete başvurduklarına şahit oluyoruz. Sadece 1925-27 yıllarında çıkan isyanları bastırmak için Fransızlar 6000’den fazla Suriyeliyi katletmiştir.

Suriye II. Dünya Savaşının patlak vermesinden iki sene önce 1936 yılında Fransa’nın onayı ve desteği ile bağımsız bir devlet oldu. Yine Fransa ile yapılan anlaşma neticesinde bir Türk toprağı olan fakat Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Suriye topraklarında kalan Hatay bölgesi, 1939 yılında yeniden Türk topraklarına dahil olmuştur.

Türkiye’nin en uzun kara sınırlarına sahip komşusu Suriye ile ilişkileri çoğunlukla soğuk olmuştur. Özellikle ABD – SSCB eksenli dünya düzeni döneminde Türkiye’nin ABD tarafında, Suriye’nin ise Sovyetler Birliği cenahında yer alması, Suriye’nin Türkiye’deki terör örgütlerine karşı her zaman destek veren bir politika içinde olması, Hafız Esed yönetiminde Suriye’de yaşayan Türklere ve sınırımıza çok yakın bölgelerde yaşayan Kürtlere yönelik insanlık dışı uygulamaları, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan olayların başlıcalarıdır.

Sovyetlerin dağılması, Hafız Esed’in ölümü, AK Parti iktidarı ile Türkiye’de yeni bir dönemin başlaması ile komşularımızla iyi geçinme, aradaki ihtilafları ortadan kaldırma politikalarımız çerçevesinde Beşar Esed yönetimindeki Suriye ile sıcak ve samimi ilişkilerin kurulduğunu görüyoruz. Bu dönemde iki ülke arasındaki sınırlar kalkma noktasına gelinmiş, pasaport ve vize olmadan sadece kimliklerle seyahat imkanı getirilmiş, hükümetler arasında Yüksek Düzeyli İstişare Toplantıları düzenlenmeye başlamıştı. O zamanki Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed arasındaki dostluk ve samimiyet en üst noktaya ulaşmış, aileler bazında sık sık bir araya gelişler artmıştı.

Burada bir anektot paylaşmak istiyorum. 2010 yılında Türkmenistan’da TİKA Temsilcisi olarak görev yapıyordum. TİKA’nın Türkmenistan’da cor-diplomatik düzeyde kabul görmesi hasebiyle ülkeye ziyarete gelen yabancı devlet adamlarının karşılama merasimlerine diğer diplomatik temsilciler gibi TİKA’yı temsilen bendeniz de iştirak ediyordum. 2010 yılında Venezuella’nın vefat eden Devlet Başkanı Hugo Chavez Türkmenistan’ı ziyaret etmiş, biz de tören alanında hazır bekliyorduk. Resmi törenin ardından Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhammedov, ülkede bulunan diplomatik temsilcileri tanıtmaya başladı. Chavez herkese karşı çok sıcak ve samimi davranıyordu. Sıra bana geldiğinde kendimi “Türkiye Cumhuriyeti’nin TİKA temsilcisi” olarak tanıttım. Chavez, tokalaşmak için uzattığım elimi aniden kendine doğru çekerek beni kucakladı ve “Oooo Türkiye, büyük ülke” dedi. Daha sonra tercümanı vasıtasıyla benimle konuşmaya başladı ve şunları söyledi: “Türkmenistan’a gelmeden birkaç gün önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed ziyaretime geldi. Biliyor musunuz ziyarette en çok sizin ülkenizi ve sizin o büyük lideriniz Recep Tayyip Erdoğan’ı konuştuk. Esed bana ondan hep övgüyle bahsetti. Lütfen o büyük liderinize benim samimi selamlarımı iletiniz”.

İki ülke arasındaki dostluk-kardeşlik ortamı diğer ülkelerde de gıpta ile karşılanırken, birden ne oldu da düşman devletler haline geldik? Benim kanaatim hiç de derinliği olmayan stratejilerle, devletimizin özelde Suriye genelde Ortadoğu politikası maalesef yanlış yönlendirilmiş ve yönetilmiştir. Arap Baharını doğru okuyamayan, Suriye’nin Libya ve Tunus gibi olabileceği yanılgısına düşen bir ekip, Suriye ile olan kardeşliğimizi ayaklar altına almış ve ülkede çıkan ateşi körüklemiştir. Suriye’de birkaç ayda biteceği öngörülen karışıklıklar, adeta üçüncü dünya savaşının sanki provası haline dönüştü. Bu savaş doğal olarak en çok Türkiye’yi etkiledi. Bir anada sınırlarımıza yığılan Suriyeli mültecilerle karşı karşıya kaldık. Aziz milletimizin büyük bir alicenaplık göstererek Ensar ruhuyla gelen kardeşlerini misafir etmesi, Batılı sadece göstermelik olarak ve işine yaracak Suriyelileri göçmen olarak kabul etmeleri karşısında devletimizin bütün imkanlarını seferber ederek din, mezhep, etnik farklılık gözetmeksizin bütün Suriyelilere kucak açması insanlık tarihinin iftihar tabloları arasında milletimiz adına yerini alacaktır.
Türkiye bütün bu olumsuzluklarla uğraşırken diğer taraftan ihanet sınırlarını zorlayan bir basiretsizlik örneği yüzünden bir başka dostumuz olan Rusya’yı da suni bir uçak krizi ile neredeyse kaybetmek üzere kalmıştık.

Yıllardır bir taraftan PKK terörü ile uğraşırken, bir taraftan da Suriye meselesi ve IŞİD adlı kanlı terör örgütünü gündemine alan Türkiye’de, yıllardır milletin İslami hassasiyetlerini istismar ederek, sözde dini cemaat adı altında bir terör örgütüne dönüşüp devletin kılcal damarlarına sızmaya çalışan ve içten içe kemirmeye başlayan sürüngen FETÖ yapılanması da Cumhurbaşkanımızın ve milletimizin dik duruşu, Allahü Teala’nın himmet ve yardımları sayesinde bertaraf edildi. İşte son dönemde çok iyi ilişkiler içinde olduğumuz Rusya’yı da bu yapının mensubu olanlarının da içinde bulunduğu bir ihanet şebekesinin çıkardığı Uçak Krizi yüzünden neredeyse kaybetmekle karşı karşıya kalmıştık.

Bundan sonra devlet kadrolarından FETÖ yapılanmasının ve gayr-i milli unsurların temizlenmesi, tamamen vatan-millet sevdalısı kadroların siyasi, askeri ve diplomatik kadrolarda istihdam edilmesiyle, ülkemiz etrafında çıkarılmaya çalışılan yangınlar Allahü Teala’nın izni, keremi ve lütfuyla teker teker söndürülecek ve bölgemiz yakın zamanda Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yeniden sulh ve selamet diyarı olacaktır.

 


 

THE IMPORTANCE OF SYRIA IN TERMS OF TURKEY

Syria is very important for our country like our all neighbours as it is our border neighbour. In addition to this, we have strong cultural, historical ties and relationships with Syria. Syria has been transformed into Islamic Lands and became one of the places that Turks firstly went, who immigrated to Anatolia and Islamic countries after they got honored with Islam, since the 7th century. Some of Turks had worked under the control of Abbasid Caliphate as soldiers or had had different jobs in the same territory. They had risen in the state with superior qualities and became important officers. One of them was Ahmet Tolun, who was appointed as governor to Egypt by gaining the Abbasid Caliphate’s respect. When Abbasids lost power Ahmet Tolun declared his independence in Egypt and founded the first Muslim Turkish State called Tolunoğulları in the region in the year of 874.This Turkish state, which dominated all Syria in a short time, was destroyed in 905.

After Tolunoğulları, The Turks were seen in Syria in the 11th century. Turkish domination, which started in the time of Great Seljuk Empire, did not last long due to the struggles made with the Crusaders. However, when Mosul Prince Imadeddin Zengi, who was Seljuk Emir, forced Crusaders out of Aleppo, his son Nureddin Zengi re-integrated Syria into Turkish domination. Salahaddin Ayyubi, a commander of Nureddin Zengi, abolished the Shiite Fatimid State which was established in Egypt exactly 100 years after the Malazgirt Victory and dominated the whole region. He laid the foundations of Ayyubid State which included Syria and Egypt.

After Ayyubid Dynasty the Mongol invasions began, which had become almost a nightmare for all Turkish and Islamic lands. Islamic lands breathed deeply when Sultan Baybars, who was the Sultan of The Turkish State Mameluke in Egypt, defeated The Mongols in the Battle of AynCalut. And Syria joined back to Turkish domination within Mameluke State.
Mameluke Turkish domination, which lasted long in Syria, ended when Yavuz Sultan Selim defeated Mameluke army on 24 August 1516 at Marj Dabiq Battle at the time of Ottomans which was other Turkish country. Syria had experienced golden age in terms of social, political, economical and cultural under the Ottoman domination for about four century.

The Syrian territories called as Biladu’ş-Şam (Damascus towns) were divided into four provinces: Damascus, Aleppo, Tripoli and Sayda (Akka) in the Ottoman Empire period. Except for some senior executives, who had been appointed from the center, the administration was totally includes local population. Damascus and Aleppo were among the most beautiful and powerful cities of their age thanks to the trade with Europe.
The result of weakening of the Ottoman Empire and the Western states’ gazing at the eastern wealth, the European states began playing games in the Eastern countries from midst of the 18th century. Frequent rebellions had increased the willingness of the Europeans to intervene in the region. Finally in 1798, the French attacked Egypt with an army under Napoleon Bonaparte command and then wanted to seize Syria. But this proud French, suffered a heavy defeat in Akka, against the Ottoman army under the command of Cezzar Ahmed Pasha.

External forces wanted to make use of weakness of the Ottoman Empire as an opportunity. Some oppurtunist people in the state also wanted to use the weakness of the state. Kavalalı Mehmed Pasha, who was appointed by the state as the Governor of Egypt, established his own dominion in Egypt and then sent an army commanded by his son İbrahim Pasha to Syria to take control of these lands (1832).

Western states turned Kavalalı’s betrayal into an opportunity and began playing games in the region. They took action to do everything what they couldn’t do in Ottoman times. Missionary schools and artificial humanitarian aid organizations, which built up in the region, were involved in dividing the society by using ethnic and sectarian differences, destroying Islamic religion. In addition to that they trained administrative staff to serve for themselves in the future. As a result of these separations, the area was ready for ethnic and religious conflicts. All of this took place in seven years. The Ottoman army dominated Syria again by defeating Kavalalı with the Battle of Nizip in 1839, but the seeds of corruption and mischief continued to grow rapidly.
The economic and political policies implemented by the Ottoman State in the region during the Tanzimat, Second Constitutionalist , and especially during the Union and Progress periods were protested by Muslim people and fostered religious and ethnic divisions, led to the strengthen of Arab nationalism in the region. Especially Cemal Pasha’s activities during the governorship of Damascus, the harsh policies against the Syrian Arabs who cooperated with the British and the French, used by the separatist Syrians as a propaganda material under the control of the Western powers. The aim of this to increase the hate of Syrian against the Ottomans and the Turks.

What happened afterwards confirmed Cemal Pasha’s worries. On June 27, 1916, Sheriff Hussein launched an uprising against Turks by taking the support of Britain. The British occupied the region with the support of an Arab army and deployed in Hijaz in 1918 under the pretext of supporting Sharif Hussein. Sharif Hussein’s son Faisal came to Damascus and built an Arab state under British control. This was the first step towards independence in terms of Arab nationalism. But while Faisal was imagining to grow the state’s borders Britain and France shared the region with the Sykes-Picot Agreement after the First World War . According to the agrement, Palestine was given to England; Syria and Lebanon were given to France.
Like the short period of time during Kavalian domination in Syria, by supporting religious and ethnic differences, The French aimed to create permanent hostilities in the region and it would be almost impossible to solve problems in the future. Regarding to this purpose, The French planned to establish an Alawi state in the north of Syria, a Druze state in the south, and a Sunni state in the center. They brought together other ethnic and religious groups in Syria and divided them into different autonomous regions.

We witness that the occasional rebellions of the Syrian groups under the French mandate which continued in Syria from 1920-1946. The French used violence to supress the uprisings. The French massacred more than 6,000 Syrians to suppress the revolts that took place in 1925-27.
In 1936, two years before the outbreak of the Second World War, Syria became an independent state with the approval and support of France. Hatay region, which was a Turkish land due to the agreement made with France but remained in the Syrian territory in the first years of our Republic, was again included in Turkish territory in 1939.
Turkey and Syria relations, despite being neighbors, were cold. In USA and Soviet Union based world order period Turkey was on the US side and Syria was on the side of Soviet Union. In addition to that Syria always ran a policy that supported the terrorist organizations in Turkey. The inhuman practices against Turks and the Kurds who were living in Syria under the administration of Hafız Esad are the main causes of the conflicts between the two countries.
The dissolution of the Soviets, the death of Hafiz Esad, the beginning of a new era in Turkey with Justice and Develeopment Party opened new path to build good reations with our neighbors and to eliminate conflicts with Syria. In this period, the borders between the two countries have come to the point of “no-border between us”, with the possibility of travel by ID only without passports and visas, and High Level Consultation Meetings have been organized between the governments. Friendship and sincerity between Prime Minister Recep Tayyip Erdogan and Syrian President Beşar Esad reached the highest point at that time, and frequent gatherings on the basis of families increased too.

I want to share an anecdote here. I was working as TIKA (Republic of Turkey Prime Ministry Turkish Cooperation and Coordination Agency) Representative in Turkmenistan in 2010. I participated in the ceremony for welcoming foreign statesmen who came to the country for the approval of TIKA in Turkmenistan on the cor-diplomatic level. President Hugo Chavez, who died in Venezuela in 2010, visited Turkmenistan and we were ready for the ceremony. After the official ceremony, President of Turkmenistan Berdimuhammedov began to introduce diplomatic representatives in the country. Chavez was very warm and friendly towards everyone. When it came to me, I introduced myself as “TIKA representative of the Republic of Turkey”. Chavez embraced me by pulling me toward him suddenly and shook my hands and said, “Oooo Turkey is a great country.” Later, he began to talk to me through the translator and said: “A few days before arriving in Turkmenistan, Syrian President Beşar Esad visited me. Do you know that we talked a lot about Turkey and your great leader Recep Tayyip Erdogan. Esad always told me about his praise for your leader. Please convey my sincere greetings to your great leader “.

While environment of friendship and brotherhood was admired in other countries what happened and we have become enemies? My opinion is that our country’s Syria strategy in private and its Middle East strategy in general have been misled and misgoverned. A team, which can not read Arab Spring truly and believe mistakenly that Syria can be like Libya and Tunisia, has disregarded our brotherhood with Syria and has blowed the fire in Syria. Conflicts, which were thought to end in only a few months in Syria, became nearly rehearsal of the Third World War. This war has mostly affected Tırkey naturally. We have faced many Syrian refugees who have come to our borders. Our people have hosted their Syrian brothers / sisters, but Western countries have admitted Syrians as immigrants, who would serve for them. Turkey have embraced all Syrians by using every means available regardless of religious, sect and ethnic differences. This will place in pride scenes of humanity’s history in the name of our nation.

On one hand Turkey has been coping with PKK terror for years on the other hand it put Syria matter and IŞID terrorist group into agenda. There was FETO, which exploited islamic sensibilities of people, turned into a terrorist group under the name of assumed religious community, tried to leak into capillaries of the state. It has been defeated by upright position of our nation and our President and of course by favors and helps of Allah. We faced to lose Russia nearly, which we have been in good relations with recently, due to the warplane crisis that was occurred by a betrayal gang (it involves people who belong to FETO)

FETO structure and all factors, which are not national, will be totally cleaned and people, who in love with Turkey, will be employed in political, military and diplomatic positions. Therefore fires, which have been tried to set around our country, will be extinquished with the permission and favor of Allah. Our country will be again a land of peace in the leadership of our President soon.

Add comment