Doç. Dr. Murat ARICI

Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi

Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat ARICI

Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat ARICI

Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat ARICI
Yapay Zeka Çalışmaları Türkiye’de de Sıçrama Gösterecek

Son günlerde sık sık gündeme gelen ve oldukça popüler olan “yapay zekayı” nasıl tanımlayabiliriz?
Yapay zeka, en geniş anlamıyla makinelerde ya da dijital bir ortamda oluşturulan zekadır. Bunun karşısında doğal zeka bulunuyor. İnsanda var olan zeka doğal zekadır örneğin. Burada hem “yapay” hem de “zeka” terimini biraz açmak gerekiyor. “Yapay” terimi, bu zeka türünün doğal zekaya sahip başka bir varlık tarafından doğal olmayan yollarla meydana getirildiğini ima ediyor. “Zeka” teriminin kullanımı ise biraz açıklamaya muhtaç. Zeka terimi ne günlük dilde, ne de ilgili disiplinlerde insanoğlunda var olan tüm zihinsel işlevlerin tamamına tekabül eden bir şey değil. Daha dar kapsamlı bir anlamı var. Bir varlık zeki bir varlık olabilir ama bu durum o varlığın insandaki zihnin tüm işlevlerine sahip olduğunu, bilinçli ve özbilinçli olduğunu göstermez. Bu anlamda “yapay zeka” ifadesinde kullanılan “zeka” terimi tümüyle kuşatıcı değil. Bunun yerine “yapay zihin” ifadesi daha kapsayıcı. İngilizcede “yapay zihin”(artificial mind) ifadesi artık daha sık kullanılıyor. “Artificial intelligence,” yani “yapay zeka” ifadesi ise artık daha çok bilgisayar bilimleri, mühendislik, robotik bilimler gibi disiplinlerde kullanılıyor. Kanaatimce yakın bir gelecekte “yapay zihin” tabiri daha yaygın olarak kullanılacak. Çünkü burada hedeflenen zihnin belli bir kısmını ya da belli işlevlerini değil tamamını simule edebilecek makineler ya da yazılımlar yapabilmek. Örneğin basit hesap makineleri de insan zihninin belli bir işlevini yerine getiriyor. Fakat bu hesap makineleri insan zihninin çok küçük bir işlevine, aritmetik işlem yapabilme foksiyonuna, tekabül ediyor. Halbuki amaçlanan, daha ileri seviyede, daha gelişmiş zihinsel işlevleri, örneğin dilsel iletişim kurma, öğrenme, karmaşık veri analizi yapabilme, çevresini algılama ve çevresiyle belli bir amacı yerine getirmek maksadıyla bilinçli etkileşimde bulunma gibi işlevleri yerine getiren makine ve yazılımlar üretmek. Bu bağlamda “yapay zihin” kavramı yabancı dilde yaygınlaştığı gibi Türkçede de yakın bir zamanda yaygınlaşacak diye düşünüyorum. Olması gereken de bu. Çünkü bu ifadenin güdülen amaç açısından daha kuşatıcı olduğu aşikar.

Felsefe, yapay zeka çalışmalarının neresinde yer alıyor?
Yapay zeka son zamanlarda çok popüler bir konu olmaya başladı. Sinema endüstrisinden sosyal medya yazılımlarına, silah sanayinden ekonomik veri analizlerine kadar artık pek çok alanda bu konu tartışılır hale geldi. Yapay zekanın ekonomik, siyasi, ahlaki, hukuki pek çok yönü var. Bu çok yönlülük hayatın pek çok alanında insanların dikkatini çekmesine neden olmakta. Sinema endüstrisinde de yapay zekayı konu alan çok büyük bütçeli film ve diziler düzenli aralıklarla yapılmakta.

Yapay zeka bu gün hayatın pek çok alanına nüfuz eden etkileri ile tartışılıyor. Fakat bu tartışmalar içinde yapay zekanın felsefeyle ve özellikle zihin felsefesi ile arasında var olan organik bağı maalesef çok az gündeme geliyor. Yapay zekanın sadece teknolojik ve popüler alanlarla bağlantısı açısından incelenmesi bazı gereksiz korkulara ve yanlış algılamalara da sebep oluyor. Bunları önlemenin yolu felsefe ile olan organik ve de kritik bağına daha çok dikkat çekmekten geçiyor. Bu bağ aslında şöyle bir şey: İnsan zihninin doğasını, yapısını, merkezi işlevlerini henüz tam olarak çözümlemeden insan zihnini modellememiz imkansız. Önce insan zihnini ve işlevleri arasındaki sebep-sonuç ilişkisini yeterince kavramış olmamız gerekir. Ancak insan zihni şu an her yönüyle kavranabilmiş bir olgu olarak karşımızda durmuyor. Ayrıca insan zihni ile birebir bağlantısı olduğuna inandığımız insan beyni de biyolojik anlamda çok karmaşık bir yapıya sahip. İnsanoğlu henüz uykunun doğasını bile tam olarak kavrayabilmiş değil. Ne biyolojik olarak ne de zihinsel olarak niçin uykuya ihtiyaç duyduğumuzu henüz tam olarak anlayabilmiş değiliz. Kaldı ki, insan zihninin hafıza, imgelemde bulunma, ham duyu verilerini yorumlama, arzu ve duyguları işleme, karmaşık dilsel ögelere rağmen mantıki çıkarımlarda bulunma, amaca yönelik farkındalıklı plan yapma, bilinçli ve özbilinçli eylemde bulunma, sezgisel davranış sergileme gibi çok daha karmaşık işlevleri var. Bu anlamda henüz yolun başındayız.

İnsan zihninin doğasını kavrama ve bununla ilgili ontolojik teori geliştirme işi de bir anlamda daha çok felsefenin işi. Evet, tabi ki zihnin, dolayısıyla insanın ve davranışlarının doğasını kavramak için önümüzde yüzlerce yıldır bilimin değişik alanlarında sergilenmiş bir insani çaba var. Psikologlar, sinirbilimciler, bilgisayar bilimciler, antropologlar ve hatta dil bilimciler de zihnin doğasını kavramaya çalışıyorlar. Fakat bilişsel bilimlerdeki ampirik (deneysel) çalışmalar da dâhil bu çalışmaların hiçbirisi felsefi bir teoriyi temel almaksızın bizi doğru sonuca ulaştıracak çalışmalar değil. Felsefi bir teori olmaksızın, ya da insan zihninin varoluşunu ve onun ontik ve epistemik yapısını açıklayabilen bir teoriyi temel almaksızın, diğer disiplinlerin zihinsel süreçleri kavrama imkanı neredeyse yok. Bu bir anlamda gözü kapalı hareket etmektir. Yapay zekanın felsefeyle bağlantısı tam da burada ortaya çıkıyor. Felsefi çalışmalarda zihnin doğasına ilişkin araştırma alanı daha çok “zihin felsefesi” adı verilen alt dalın işidir. Zihin felsefesi şu an Avrupa ve ABD’deki üniversitelerde felsefe bölümlerinde en sıcak tartışmaların yapıldığı bir alan haline geldi. Çünkü bugün çağdaş bilimlerin son 300 yılda elde ettiği müthiş başarının insanlığı büyülemiş olduğu bir gerçek ve ne yazık ki burada tatmin edici bir başarının sağlanamadığı tek alan zihnin ve bilincin doğası ile ilgili alan. Birbirleriyle yarışan yüzlerce teori ortaya atılmış olmasına rağmen bilinç ve özbilinç gibi bazı kritik noktalarda zihnin doğasını kavramada henüz çok bir mesafe kat ettiğimiz söylenemez. Durum böyleyken rakip yüzlerce felsefi teoriden habersiz bir şekilde, örneğin sadece “zihin eşittir beyin” teorisini temel alarak yapay zekaya sahip bir robot üretmeye çalışmak başarısızlığa mahkumdur.

İnsanoğlu kendi zihnini henüz çözememişken neden yapay bir zihin üretmenin peşinde koşturuyor?
Bu, aslında insanın doğasında var olan pek çok duyguyla ilgili. İnsan korktuğu için mitolojik varlıklara inanır. Yalnızlık hissettiği için mistik ve sezgisel bir düşünce biçimi geliştirir. İnsan içinde yaşadığı kozmik düzene hayran olduğu için bir dine inanmak isteyebilir. Ya da insan merak duygusunun peşine düşer ve yaşadığı evren hakkında felsefi/bilimsel sonuçlar elde etmeye çalışır. Farklı duygular insanın farklı düşünme biçimleri geliştirmesine neden olur. İnsan neden kendi zihninin yapay bir versiyonunu yaratmaya çalışır? Bu da doğasında var olan duygularla alakalı. İnsan kendini yeterince kavrayamamış bile olsa yalnızlığını gidermek ihtiyacı onun temel bir ihtiyacıdır. Ayrıca insanın yapısında kendi sınırlarını aşma duygusu oldukça baskın bir duygudur. Bu anlamda insanoğlu doğaüstü sıfatlara da kendi çapında bir öykünme gerçekleştirir. Örneğin insanoğlunun tüm teknolojik çabasının ardında maksimum hızı yakalamanın yattığını söyleyebiliriz. Hızın maksimum seviyesi aynı anda iki noktada birden olmaktır. Ya da “her an her yerde olmaktır.” Bu ise insanın sınırlarını aşan doğaüstü bir sıfattır. Yine insanoğlu doğayı ve aslında kendisini kuşatan ve önünde engel oluşturan tüm ekosistemi kontrol etmek ister. Doğal afetleri önlemek, bir meteorun yönünü değiştirmek, iklimleri kendi arzusuna göre belirlemek ister. Bu türden bir güç isteğinin maksimum seviyesi ise yine doğaüstü bir güce karşılık gelir. İnsanoğlu yine her şeyi bilmek ister. Bilmediği her şeyin peşine düşmek bir bakıma onun genlerinde kodludur. Bilmenin maksimum derecesi ise bilinebilecek her şeyi eş zamanlı veya zamansız olarak bilmektir ve bu da aslında doğaüstü bir sıfattır. Şahsen doğamızda var olan yaratma duygusunun da bu bağlamda ele alınması gerektiğine inanıyorum. Yeryüzünde insanoğlunun yaratabileceği en muhteşem şey ise, bir zihne sahip, bilinci ve öz bilinci olan, kendi başına bir hayat serüvenini icra edebilecek bir varlıktır. Bu mümkündür veya değildir ayrı konu. Ahlaken iyidir veya kötüdür yine ayrı bir konu. Tanrı’nın istediği ya da istemediği bir şeydir o da ayrı bir konu.

Tam anlamıyla insan zihnine eş değer bir yapay zeka üretmek mümkün mü?
Çok kritik bir soru. Yapay zeka araştırmalarında birincil sorun zaten onun mümkün olup olmadığı ile ilgilidir: Tam anlamıyla insan zihnine eş değer bir yapay zeka üretmek mümkün mü? Bu sorunu daha çok sosyal bilimciler ve özelde felsefeciler tartışıyor. Mühendislik ya da robotik bilimlerinde çalışanlar bunu tartışmıyorlar, yapay zekanın imkanını doğrudan kabul ediyorlar. Felsefi anlamda yapay zekanın mümkün olup olmadığı ise çok tartışmalıdır. Kişisel kanaatim bunun mümkün olduğunu söylemek için çok erken olduğu yönünde. Bunun sebebi de henüz kendi zihnimizin bilinç ve özbilinç gibi ana unsurlarını tam olarak kavrayamamış olmamızdan ileri geliyor. Şu an olmasa bile bir gün tümüyle kavrama imkan ve kapasitemiz var mı? Bu da oldukça tartışmalı. Bu hiçbir zaman mümkün olmayabilir. Nasıl ki bir kedinin (kedi olarak kaldığı sürece) kuantum fiziğini kavrama imkan ve kapasitesi hiç yoksa bizim de zihnin ve bilincin tüm doğasını kavrama imkan ve kapasitemiz ilkece olmayabilir. Ama bu bizi ne ümitsizliğe sevk etmeli ne de bu alanda çalışmaktan vazgeçirmeli.

Yapay zeka üretmeye çabalarken insanlığa faydalı başka keşifler yapılabilir mi?
Elbette. Yapay zeka çalışmalarının başka muazzam getirileri var. Bu süreçte karşınıza çıkan sorunlarla mücadele ederken aslında kendi zihninizin ve bilincinizin doğasını anlama yolunda büyük mesafeler kat ediyorsunuz. Örneğin kişilik bozuklukları, zihinsel hastalıklar, beyin hastalıkları, algı ile ilgili biyolojik problemler gibi konularda ilerliyorsunuz. İnsanlığın başka tıbbi ve psikolojik problemlerine daha sağlıklı çözümler üretiyorsunuz. Doğuştan kör ve sağır insanlar için bile tıbbi aparatlar geliştirebiliyorsunuz. En önemlisi insan denen varlığı ve onun büyüleyici zihninin gizemlerini daha yakından kavrayabiliyorsunuz. Bu yüzden yapay zekayı ele alan zihin felsefesi, felsefenin en kritik alt dallarından biridir. Nihayetinde ulaştığınız sonuçlar hem “insan nedir” sorusunu cevaplamada hem de “kendini bil” hedefinde ilerlemenizi sağlıyor. Ayrıca pek çok alanla ilgili anlayışınız gelişiyor. Zihin-beden ilişkisi, dilin doğası ve kullanımı, insan davranışlarının kökeni vb. pek çok alanda kavrayışınız artıyor.

Yapay zekaya farklı disiplinlerin farklı bakış açıları bir sorun yaratıyor mu?
Aslında bazen yaratıyor. Şöyle ki, işin zihin felsefesi yönüne hiç girmemiş araştırmacılar, yapay zeka ile ilgili en temel felsefi problemlerle yüzleşmemiş bilim insanları, İlgili disiplinlerden elde ettikleri ampirik (deneysel) verilerden yola çıkarak bazen çok hatalı ve hiç çıkarılmaması gereken sonuçlara ulaşıyorlar. Çünkü veri analizi yapabilmek için belli kabullere sahip olmalılar ve bu kabulleri gözü kapalı ediniyorlar. Halbuki söz konusu kabuller zihin felsefesinde zihnin doğasına dair belki yüzlerce teori arasından sadece birinden elde ediliyor. Ama rakip pek çok teori var. Ve kabul edilen teori henüz ispatlanmamış ya da henüz geniş bir kitle tarafından benimsenmemiş durumda. Bu yüzden işin teknik ve bilimsel yönüyle uğraşan kesim işin temelinde yatan felsefi problemlere aşina olmalı, felsefeciler de teknik ve bilimsel boyuttaki gelişmeleri çok yakından takip etmeli. Bu amaca uygun olarak ABD’de kurulmuş bazı yapay zeka araştırma enstitülerinin disiplinler arası bir yapıda olduğunu gözlemliyoruz. Bu araştırma merkezlerinde zihin felsefecileri, psikologlar, sinirbilimciler, bilgisayar bilimcileri, dil bilimciler birlikte çalışıyorlar.

Medyada sık sık karşımıza çıkan yapay zeka örneklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sunulduğu ve anlatıldığı gibi değil. Yapay zeka ile ilgili en temel problemlerden biri farkındalık problemi. Ürettiğiniz yapay zekanın kendini çevresinden ayırabilmesini, çevresiyle anlamlı ilişkiler kurabilmesini ve belli bir amaca yönelik planlayarak eylemde bulunmasını istersiniz. Bu birinci seviye bir farkındalığa işaret eder. Buna bilinç problemi diyebiliriz. Bir de daha ileri seviye bir farkındalık anlayışımız var. Ürettiğiniz yapay zekanın tüm bu “farkındalığın farkında olması.” Buna da özbilinç problemi diyebiliriz. Medyada karşımıza çıkan yapay zeka örneklerinin neredeyse tamamı daha basit seviye olan birinci seviye farkındalığa sahip olduğu iddiasıyla sunuluyor. Bundan bile şüphe etmek için elimizde pek çok gerekçe var. Yapay zekaya sahip olduğu iddiasıyla sunulan bu makine veya robotlar dijital yazılımlarla çalışıyorlar. Fakat bu yazılımların doğasında algoritmik çalışma ilkeleri bulunuyor. Yani “sensörlerin aracılığı ile şu girdiyi (input) aldığında şu çıktıyı (output) ver” ilkesiyle işliyorlar. Aslında otomatik çalışan pek çok makine böyle işliyor. Bir kola makinesi de bu şekilde çalışıyor. “1 lira atıldığında 40 numaralı bölmeyi hareket ettir, 50 kuruş atıldığında bekle” gibi. Yapay zekası olduğu iddia edilen makinelerdeki yazılım elbette çok daha karmaşık. 10 girdiye değil de, söz gelimi 1 milyon girdiye verilecek çıktı bu yazılımlarda belirlenmiş bulunuyor. Ama yine de ortada büyük bir problem var. Zihin felsefecilerinin yaygın olarak bildiği şekliyle burada herhangi bir farkındalık hala söz konusu olmayabilir. Makineniz sadece yazılımındaki satırları taramakta ve uygun çıktıyı aramakta. Önceden belirlenmiş bir çıktı bulamadığında ise tepkisiz kalmakta. Makineniz kendi yazılımına yeni satırlar, yani yeni girdilere yeni çıktılar ekleyebilir mi, yani “öğrenebilir mi?” Evet, yeni satırlar ekleyebilir, ama bunu da daha önceden belirlenmiş başka bir algoritma ile yapmak zorunda. Bu da birinci seviye farkındalıkla ilgili herhangi bir iradesinin (özgür veya değil) hala olmadığını gösterir. İnsan zihni ise bu şekilde çalışmıyor. Çok parametreli bir şekilde ve bir bakıma öngörülemez bir tarzda işliyor. Ayrıca insan zihninin seçim ve kararlarında duygular ve arzular da devrededir. Bir makine veya robotta henüz bu gerçekleştirilebilmiş değil. Makine veya robot, insanın duygu ve arzu içeren davranışlarını sadece “taklit” etmekte. “Deneyimleyememekte.” Deneyim deyince bu da bizi başka bir probleme götürüyor. Tümüyle insan gibi davranan bir robot bizi “bilinçli” olduğuna neredeyse ikna edecek olsa bile bu robotun iç dünyasında bizde var olan “öznel tecrübi hislerin” olduğunu düşünmek pek mümkün gözükmüyor. Yani bir robot size güneşli bir günde, yeşil bir vadide, kırmızı bir gül kokladığını hayal ettiğini söyleyebilir. Ama bu robotun “sözde” zihninde ne güneş imgesi ne yeşil ve kırmızı imgesi ne de gül kokusu imgelemi insan zihnindeki gibi öznel tecrübi bir hisle birlikte vuku bulamamakta.

İkinci seviye farkındalığa karşılık gelen özbilinç ise apayrı bir problem. Bu gün medyada sunulan herhangi bir makine veya robotun bu türden bir farkındalığa sahip olduğunu düşünen tek bir zihin felsefecisinin olduğunu düşünmüyorum. Bu farkındalık türünün makine ve robotlarda yakın zamanda gerçekleştirilebileceğini de düşünmüyorum. Çünkü biz henüz kendimizde olanı tam olarak kavrayabilmiş değiliz.

Size göre bir gün yapay zeka gerçekten de tüm dünyayı ele geçirebilir mi?
Bu korkuların temelsiz olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü az önce de değindiğimiz üzere henüz insan zihnine eşdeğer bir zihin üretebilme imkanımız ortaya çıkmış değil. Bunun ilkece mümkün olup olmadığı bile henüz belirsiz. Yani “yapay zeka şimdi değilse bile gelecekte tam anlamıyla gerçekleşecek“ deme imkanımız bile henüz yok. Fakat şu var: Ürettiğimiz otonom makinelere değişik sistemleri yönetme imkan ve izni verebiliriz. Bu sistemler bir silah sistemi bile olabilir. Yapay zekanın çalışma sisteminin az önce algoritmik bir karakterde olduğunu söyledik. Bu algoritmik yazılımlar hata verebilirler ve yanlış çalışabilirler. Ama en fazla düğmeye basar, kapatırsınız. Dediğimiz gibi, bu makine ve robotlarda insan bilincine eş değer bir bilinç ve özbilinç tam anlamıyla gerçekleşmiş değil. Dolayısı ile herhangi bir irade de söz konusu değil. Herhangi bir irade söz konusu değilse herhangi bir “kötü niyetli irade” de söz konusu değildir. Bu tür korkular şu an için yersiz korkular. Konunun popüler tarafını öne çıkarmak için bu tür sorular soruluyor.

Yapay zeka çalışmalarında Türkiye’nin henüz emekleme aşamasında olmasının sebebi nedir?
Zihin Felsefesi alanında doktora yapmak için yurt dışına gittim. Doktora sırasında benim de kaygılandığım bir konuydu bu. Yapay zekayla ilgili çalışmalar ve genel anlamda zihin felsefesi disiplini özellikle ABD’de çok canlı ve sıcak tartışmaların yapıldığı bir alan. Sadece üniversiteleri kastetmiyorum. Teknoloji şirketlerinden tutunda bağımsız araştırma merkezlerine kadar yapay zeka yoğun bir çalışma alanı. Ama Türkiye’de durum böyle değil. Ne düşünce arenamızda ne bilimsel çalışmalarımızda ne de AR-GE programlarımızda yapay zeka ile ilgili geniş çaplı hedeflerimiz yok. Ülke olarak yok. Başka alanlarda, örneğin, tıbbın değişik alt dallarında, farklı endüstri kollarında ilerlemeler kaydetmiş olabiliriz. Ama bu alanda öyle değil. Bunun farklı nedenleri var. Bir neden, ülke olarak daha öncelikli sorunlarla boğuşuyor olmamızla ilgili. Hem felsefe hem de bilim alanında öncelikli ihtiyaçlarımızın farklı olduğu düşünülebilir. Örneğin bir ülkede “özgürlük,” “etnisite,” “cinsiyetçilik,” “siyasi etik” gibi konularda on yıllardır süren problemler varsa, yapay zeka felsefesi gibi ileri seviye konular ilgi çekmez, ya da ikinci, üçüncü planda kalır. Diğer bir neden, genel olarak felsefe ve bilimin tüm dallarına özgü bir geri kalmışlık. Maalesef çağdaş felsefe ve bilimi geriden takip ediyoruz. Bize özgü aktif bir felsefi-bilimsel paradigmamız da bulunmuyor. Bu konuda atılımlarımız oluyor, ama bu çabalar da kendi içinde kusurlar barındırıyor. Uzun vadeli planlamalar yapamamamız gibi. Bu planlamaları yapabilecek zihinleri karar verici mekanizmaların başına geçirememek gibi. Felsefi ve bilimsel anlamda nitelikten çok niceliğe önem vermemiz gibi. Ama her şeye rağmen dinamik bir toplumuz. Küresel gelişmelerden uzak kalamıyoruz ve çok çabuk adapte olmak istiyoruz. Bu ümitlenmemiz için yeterli bir neden. Ben yakın gelecekte Türkiye’de de yapay zeka alanındaki çalışmalarda bir sıçrayış olacağına inanıyorum.

Yapay zekayla ilgili siz ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
Doktora tezim tümüyle bilinç ve özbilinç üzerine. Felsefi uzmanlık alanım da zihin felsefesi. Yani yapay zeka benim merkezi uğraşı alanıma giriyor. Bu konuyla ilgili çalışmak üzere ABD’de iki ayrı eyalette doktora sırasında 4 yıl, doktora sonrasında ise MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) 1 yıl bulundum. Yapay zeka ile ilgili bir takım problemleri ele alan kendi felsefi teorilerim var. Türkçe ve İngilizce yayımladığım makalelerin yanında yakın zamanda bu konuyla ilgili hazırladığım kapsamlı bir araştırma kitabını da yayımlamayı düşünüyorum. Öncelikli amacım elbette bu konuda yeni fikirler geliştirebilmek. Ama bu fikirleri Türkiye’deki akademik ortama taşıyabilmek de o kadar önemli. Selçuk Üniversitesi bünyesinde kuruluşunun 42. yılında bir felsefe bölümü kurduk. Başta rektörümüz Prof. Dr. Mustafa Şahin olmak üzere üniversite yönetimi de felsefe bölümünün bir üniversite içinde ve toplumsal kültürde üstlenmesi gereken kritik işlevinin farkında. Bu nedenle 42 yıllık geçmişe sahip bir üniversitede tüm girişimlere rağmen daha önce kurulamamış felsefe ve psikoloji gibi bölümlerin kurulmasına öncülük ettiler. Bu uygun zemin üzerinde geleceğe dönük planlarımız var. Üniversite yönetiminden alacağımız destekle yapay zeka ile ilgili bir araştırma laboratuvarı ve ileride bir araştırma merkezi kurma projemiz var. Sadece felsefecilerin değil, sinirbilimcilerin, bilişsel psikologların, mühendislerin, dil bilimcilerin çalışacağı bir laboratuvar ya da araştırma merkezi hayal ediyoruz. Ayrıca yapay zeka, bilinç ve özbilinç ile ilgili uluslararası çapta kongreler düzenlemek istiyoruz. Bunun girişimlerinde bulunuyoruz. Yine sadece bu alana özgü akademik bir dergi çıkarmak istiyoruz. Bu girişimlerde başarılı olabilirsek üniversitemiz ile teknoloji firmaları arasındaki bağın güçlenmesine de katkı sağlayabiliriz diye düşünüyoruz.

Yakın zamanda yapay zekanın ivme kazanarak tüm hayatımızı kuşatacağını tahmin etmek çok zor değil. Konakladığımız mekanlardan tutun da ulaşımdan endüstriyel kollara kadar, internet teknolojilerinden savaş sanayine kadar hayatın pek çok alanında yapay zeka ile ilgili konular karşımıza artık daha sık çıkacak. Türkiye bu anlamda geri kalmamalı. Biz de üzerimize düşeni kendi çapımızda yapmalıyız ve yapmak istiyoruz.