Özkan Özkaymak

Özkaymak Turizm Yönetim Kurulu Üyesi

Özkaymak Turizm Yönetim Kurulu Üyesi Özkan Özkaymak

Özkaymak Turizm Yönetim Kurulu Üyesi Özkan Özkaymak

MAZLUMLARIN
ÖZKAN ABİSİ

Çığlıkları ağızlarından değil adeta gözlerinden yükselen çocuklar… Evladını, eşini yitirmiş analar, kadınlar… Yalın ayak aydınlığı arayan babalar.. Dünyanın dört bir yanında zulüm gören mazlumlar.. Bazen duyup görmediğimiz hatta duyup görmek istemediğimiz canlar… İyi ki insanlar var. Var ki; bu canlara dünyada kendilerinin de var olduğunu, birilerinin onları gördüğünü, duyduğunu, yanlarında olunduğunu, en önemlisi de  onlara insan olduklarını anımsatıyor.. İşadamı Özkan Özkaymak da bu insanlardan biri. O mazlumların Özkan Abi’si…

 

Sizi tanıyabilir miyiz?
1974 Konya doğumluyum. İlk orta ve lise eğitimini Konya’da aldım. Ankara Bilkent Üniversitesi’ni bitirdim. İkinci üniversite eğitimimi ise Selçuk Üniversitesi İşletme Bölümünde aldım. Aynı üniversitenin iktisat bölümünde de yüksek lisans yaptım.Özkaymak Holding’e bağlı Özkaymak Turizm Ldt Şti. Otobüs ve Seyahat Grubu Yönetim Kurulu üyeliği görevini sürdürüyorum. Evliyim, 3 çocuk babasıyım.

Yardıma muhtaç ülkelere yaptığınız yardımlarla gündeme geldiniz. Bu çalışmaları nasıl yürütüyorsunuz?
2011 yılında başlayan Arap Baharı’nınsonrasında Suriyeli insanların ülkemize gelmeleriyle beraber bu insanların sıkıntılarını, sorunlarını ülke olarak hep beraber yaşadık. Tabi burada olanın dışında bir de göremediğimiz, belki de görmek istemediğimiz durumlar vardı. Onları da görmeden, yaşamadan anlamamız imkansızdı. Savaş şu anda belki durdu ama son 7 yıl yakın bir süre devam etti. Açlık, yoksulluk, çocuğunu, eşini, yakınını kaybedenler… Hepsi dünyadan bihaberler. Canlarının derdine düşmüşler. Ne oluyor, ne bitiyor belli değil. Biz de dedik ki; mazlum nerede varsa biz oradayız. 2000 yıllık teamülü olan bir devletiz, milletiz. Mazlum neredeyse biz oradayız düşüncesi ve ilkesiyle kampanyalar yaptık. Suriye başta olmak üzere zulüm altındaki insanlara yardım elimizi uzatmaya çalıştık.

Siz yardımları da kendiniz götürüp teslim ediyorsunuz. Bu riski nasıl göze alıyorsunuz?
Şubat Ayı’nda Suriye’ye bir yardım kampanyası yaptık. Fırat Kalkanı operasyonu devam ediyordu. O zamanlar olaylar biraz daha sıcaktı. Ramazan Ayı içerisinde yine Ramazan paketi, erzak yardımı kampanyası düzenledik. Onları gidip bire bir teslim ettik. Yardımları AFAD kanalıyla da gönderebilirdik ama kendimiz götürmek, sıcak temas kurmak, o insanlarla birebir görüşmek istedik. Ama gerek AFAD’ın gerekse Valiliğin önemli desteklerini gördük. Sonuçta Allah bize bir hayat bahşetmiş. Bir yerde de son bulacak. Ha orada, ha burada ya da bir trafik kazasında.Sonuçta bunun önüne geçemezsiniz, ne yazıldıysa odur. O anlayışla gittik. Erzak paketlerini, çocuklara uygun oyuncak, kıyafet gibi malzemeleri topladık, teslim ettik. Bizim için de iyi bir tecrübe oldu. Kendimize sırf Suriye’yi de endekslemedik. Aynı çalışmaları mazlumun olduğu pek çok yerde gerçekleştirdik.

Bu çalışmalarınız nasıl bir tecrübe kazandırdı?
Gittiğimiz bölgelerdeki insanlar Türkleri öyle benimsemişler ki; oraya yardım için Türk’ten başka birinin gelmeyeceğini biliyorlar. Görür görmez size sevgi gösterisinde bulunuyorlar. Bir kalem, küçük bir oyuncak, ya da çikolata verdiğiniz bir çocuk; size ailenizin, çocuğunuzun göstermediği duygusallığı gösteriyor. Onu yaşamak çok farklı bir duyguydu. Orada şükürsüzlüğümüzün, memnuniyetsizliğimizin had safhada olduğunu gördük. Küçük şeylerle nasıl mutluluk çığlıkları atılabildiğine tanık olduk. Bizim nasıl rahat ve huzurlu bir yaşam sürdüğümüzü, yoksunluğun ne demek olduğunu bir kez daha anladık. En önemlisi de acı çeken insanların yüzüne hapsolan, bakışına işleyen o simayı gördük. Bu gördüklerimiz önemli bir tecrübeydi.

Bu çalışmaları, organizasyonları kendi arkadaş çevrenizle ve kendi imkanlarınızla yapıyorsunuz. İlk başlangıç noktanız ne oldu?
Böyle organizasyonlara aslında lise yıllarında başlamıştım. Konya Gazi Lisesi’ne devam ediyordum. Yıl 1992. Lise 2. Sınıftaydım. Ramazan Ayı’ydı. Kış aylarının sonu, baharın ilk günleri. Erzincan’da çığ felaketi olmuştu. Erzurum depremi, grizu patlaması, Azerbaycan’ın DağlıkKarabağ Bölgesinde yaşananlar gibi peşpeşe felaketler yaşanıyordu.Sınıfta oturuyorduk.Ramazan Timurlen diye bir edebiyat hocamız vardı. Kendisi şu an İzmir’de.Ona dedim ki; “Hocam boş boş oturuyoruz. Birşeyler yapmamız lazım.” Önerin ne dedi.“Çıkalım, en azından bir yardım kampanyası düzenleyelim” dedim.Tamam dedi.O zamanlar bu işin usulünü bilmiyorduk. Üç arkadaş rastgele çıktık.Altımızda hocanın arabası. Benzinini doldurduk. Ramazan boyunca 15 gün iftar saatlerine kadar koşturduk. Nakit, ayni, eşya, aklınıza ne gelirse. Battaniye,çarşaf, yastık, tıbbi malzeme derken her türlü yardımı aldık. Bu sürede okula hiç uğramadık. Sabah çıkıp akşam ezanı okunana kadar dolaştık.Bir tıra yakın eşya topladık. Bunun içinde undan çocuk bezine varana kadar aklınıza gelebilecek her şey vardı. Ne verirlerse alıp, Opel servisinin olduğu yerde kapalı bir yerimiz vardı, oraya koyuyorduk. Bir pikap dolusu da tıbbi malzeme geldi.O zamanın şartlarına göre iyi denebilecek bir meblağ da nakit para topladık.Bu yardımlarımızı ulaştırdık. İlk deneyimimiz buydu. O süreç de bize çok şey kazandırdı. Kimisi azarladı, kimisi kovaladı, kimisi de neyi varsa ortaya koydu.

Böyle etkinliklerin içerisinde genellikle çocukluk ya da gençlik dönemlerinde belli sıkıntılar yaşayıp ileride maddi refaha kavuşmuş kişileri görüyoruz.Siz varlıklı bir aileden gelmenize rağmen nasıl bir ortamda yetiştiniz ki; bu duyarlılığınız beslendi?
Ailenin de elbette katkısı büyük.Ama sizin içinizde o mayadan olması gerekiyor. Tabana, o insanların içine inebilmeniz lazım. O insanlar günlük hayatlarını nasıl idame ettiriyor, nasıl geçiniyor, o gün karnını nasıl doyurdu? Evinde ne var, yakacak odunu var mı? Bunları bilmek gerek diye düşünüyorum. Yeni nesil biraz daha farklı. Belki yokluğu görmediler. Çok şükür biz de görmedik ama daha duyarlıydık. Aileler zengin bile olsa “benim çocuğum zengin çocuğu, bunun bir farkı olsun” demezdi. Aksine ayıplanırdı. Çocuklar sıkı sıkı tembihlenirdi. Şimdi bakıyoruz; zenginliği göstermek moda haline geldi.

Bir çocuğa küçük bir oyuncak verdiğiniz zaman o çocuğun gözlerinde neyi görüyorsunuz?
O elektriği, ışığı zaten hemen alıyorsunuz. Orası sözün bittiği yer. Hiçbir şey diyemiyorsunuz. Belki bizim burada pekçok çocuğa onu verseniz dönüp bakmaz bile. Ama orada küçücük bir şey o çocuğun dünyası olabiliyor.Son 5, 6 yıldır görmemiş. Yiyecek ekmeğe muhtaç. Ayağında bırakın ayakkabıyı terlik bile yok. Taşın toprağın içinde yalın ayak geziyorlar. Sonra küçücük şeylerden mutlu oluyorlar. Sarılıyorlar, öpüyorlar.

Gitmeden önce gözünüzde canlandırdığınız görüntüyle gittikten sonra karşılaştığınız görüntü birbiriyle örtüşüyor mu?
Gideceğimiz yerle alakalı gerek orada görev yapan devlet büyükleri yada başka insanlarla görüşmelerimiz oluyor. Ön bilgiler alıyoruz. Ancak pek çok yerde yokluğun, dramın bu şekilde olduğunu hiç tahmin etmiyorduk. Düşündüğümüzden çok daha kötü tablolarla karşılaştık.

Bu çalışmaları bir dernek ya da vakıf çatısı altında gerçekleştirmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa tamamen gönüllü bir şekilde mi devam edeceksiniz?
Vakıf ya da dernek gibi bir düşüncemiz yok. Tamamen gönüllü bir şekilde bu çalışmalarımıza devam etmeyi planlıyoruz. Biz bu konuda profesyonel değiliz. Tamamen gölümüzden kopan bir çalışma sergilemek istiyoruz.

Önümüzdeki günlerde gerçekleştireceğiniz bir proje var mı?
Yeni bir hazırlık içerisindeyiz. Türklerin yoğun olduğu bir bölgeye yönelik çalışmamız olacak. Bunu da önümüzdeki günlerde açıklayacağız.