Ali Naci BAYKO

Anb Otomotiv Sahibi

Anb Otomotiv Sahibi Ali Naci BAYKO

Anb Otomotiv Sahibi Ali Naci BAYKO

Ali Naci Bayko için başarı asla tesadüf değil

Yılların deneyimi ve çok çalışmanın firmaya kazandırmış olduğu saygınlığı ve devamlılığı sağlamak, her zaman bir adım daha ileri gidebilmek için, firmanın kalitesinden ödün vermeden belli prosedürlere uygun etkin ve verimli çalışması firmayı diğer firmalardan ayıran en büyük özelliklerden biridir. Başarıya giden yolda emin adımlarla ilerlemiş ve yaptığı işin üstadı olan ANB Otomotiv sahibi Ali Naci Bayko ile otomotiv sektörü ve kalite yönetimi üzerine bilgi dolu bir röportaj gerçekleştirdik.

 

Naci Bey, röportajımıza sizi tanımakla başlamak istiyorum, Ali Naci Bayko kimdir?
1977 yılında liseyi bitirdikten sonra anne babamın orada olmasından dolayı Hollanda’ya gittim. Bir yıl kadar Hollanda’da işçi olarak çalıştım ve 1978’de üniversite okumak için İngiltere’ye geçtim. İngiltere’de Chelsea Koleji Otomobil Mühendisliğini okudum ve 1982 yılında mezun oldum, bir müddet daha Hollanda’da kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüm.

1985-90 yıllarına kadar Tofaş’ta, önce Kuş Serisi sac şekillendirme kalıpları ve daha sonra da Tempra motor projesinde Proje Mühendisi olarak çalıştım. Opel, Türkiye’ye yatırım yapınca 1990- 2003 yılları arasında Opel Türkiye’de çalıştım. Öncelikle 4 yıl boyunca Opel’in montaj hatlarının kurulması ve planlanması, sonrasında General Motor’un Avrupa organizasyonları ile birlikte global sourcing çatısı altında Türkiye ‘de ki potansiyel üreticilerden dünyadaki diğer General Motor fabrikalarına ihracat yaptırdım. 1998 -2003 yılları arasında da Opel Merkez Servisler Müdürlüğü, Hafif Ticari Araçlar Teknik Müdürlüğü ve bunların yanında da Araç Tip Onay Müdürlüğü görevlerini yürüttüm.

2001 yılında Opel kapanınca maden sektöründe kısa bir deneyim elde ettim, Newmont (Bergama) altın madeninde iş makinelerinin bakım ve onarım atölye şefliğini yaptım. Kısmetimize 8 ay sonra maden de kapandı, daha sonra Çerkezköy’e geçtim. Hattat Tarım Makinelerinde Üniversal, Valtra Traktör projeleriyle, tarımsal mekanizasyon alanında Yeni Projeler Müdürü olarak çalıştım.

2005 yılında Türkiye’deki araç muayene istasyonlarının özelleştirilmesi kapsamında TÜVTURK özelleştirme ihalesini kazandı ve başlangıçta 12 kişiden oluşan teknik grubun içinde Ege Bölge Müdürü olarak yer aldım. Akabinde Tekni Müdür olarak 2005 – 2008 yılları arası Türkiye’deki araç muayene istasyonlarının kurulması ve işletilmesi görevini üstlendim, 2008’de de emekli oldum.

Emekli olduktan sonra da serbest olarak çeşitli alanlarda çalıştım. Proje bazlı çalışmaya başladım, biraz önce bahsettiğim tarım makineleri sektöründe bir firmanın ISO belgesi, CE belgesi ve deney raporlarını aldım. 2008-2012 yılları arasında Antalya’da dorse, izolasyon ve firigo kasa üretimi işleriyle uğraştım.

2013’den sonra İstanbul’a geri döndüm, geçmişte otomotiv sektörü ve TÜV’lerle çok büyük ilişkim vardı. Tüv Rheinland, Tüv Süd, Tüv Nord ve Tüv Avusturya ile proje bazlı çalışmaya başladım.

2016 yılında kendi şirketim ANB Otomotivi kurdum, sonra yine İngiltere VCA onay kurumu kaplama lastik denetimlerine başladım. VCA’nın Türkiye temsilcisi olan Mobilite ile bir sözleşmem var. Bunların dış denetimlerini yapıyorum. Tüv Avusturya’nın traktör testleri, piyasada ikinci aşamada üretim yapan firmaların TSE’den 2. Aşama tip onaylarının alınması, bunun yanında Sigortalar Birliği OSEM’in adı altında onlarla birlikte Türkiye’de yeni hayata geçirdiğimiz “Eş Değer Parça Belgelendirme Programı” projesini yürütüyoruz.
MESS, Metal- İş Sendikasının alt grubu SİBEM’le birlikte de otomotivcilerin ve makine bakımcıların sınavlarını yapıyorum. Çalışma hayatım şimdilik bu şekilde devam ediyor. Diğer tarafta bir yandan da yurt dışı projeler var. Hindistanlı traktör üreticilerinin, Türkiye’de ki projelerini takip ediyorum.

Türkiye’deki firmalara hizmet verirken aynı zamanda yurtdışında çalıştığınız firmalar da var, Hindistan firmalarının Türkiye ayağını yürütüyorsunuz. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?
Şöyle düşünelim şimdi, Hintli bir traktör üreticisi Türkiye’de montaj hattı kuracak veya traktörlerini Türkiye’de satmak istiyor. Traktörlerini Türkiye’de satabilmesi için Türkiye’de Ulusal Tip Onayı almak zorunda. Burada TSE veya yerel teknik servisler tarafından traktörler teste tabi tutuluyor. Başarılı olurlarsa Türkiye’den Ulusal Tip Onayı alıyorlar ve satış yapma hakkına sahip oluyorlar.

Otomotiv sektöründeki yasal zorunluluklar konusunda neler söyleyebilirsiniz?
1996 yılında Türkiye, Avrupa Gümrük Birliğine tabi olduktan sonra, gümrük birliği şartları içinde şöyle bir madde vardı, “2000 yılı itibariyle biz AB’nin otomotiv sektöründeki uyum yasalarına geçiş sağlayacağız”. 2000 yılından itibaren Türkiye’de AB’nin yürütmekte olduğu MARTOY Yönetmeliğine tabi olduk. İlk zamanlar bunun ne olduğunu anlayamadık ve şu an da belki hala anlayamıyoruz, peyderpey çeşitli test kuruluşlarının Türkiye’ye gelmesiyle birlikte, ilk başta Avrupa’da yapılan testlerin Türkiye’de yapılmaya başlanmasını sağladık, bunlar yasal zorunluluklar. Eğer yeni model bir araç üretildiyse satılabilmesi için mutlaka ve mutlaka yasal bir tip onayının alınması gerekiyor. Bu tip onayını genellikle ülkelerin Sanayi Bakanları verir, Türkiye’de de bu yetkinin sahibi Sanayi Bakanlığıdır. Sanayi Bakanlığı, TSE ile bir protokol yaptı ve son birkaç yıldır Sanayi Bakanlığı adına bu işi TSE yürütmektedir. Yasal zorunluluktan kastımız bu ve bunun yanında da her bir araç üzerindeki kullanılan aksam ve sistemlerin de belirli testlerde başarılı olup geçmesi, belgelendirilmesi gerekir.

Kalite yönetim sistemi nedir?
Türkiye’de bilinmeyen veya insanların anlamak istemedikleri konulardan bir tanesidir. Kalite Yönetim Sistemi dediğimiz zaman, bir işletmenin yönetimsel sistemini belirli standartlar altına oturtması ve belirli standartların sağlanması anlamına geliyor. Birde şöyle bir şey var, Üreticiler “ben kalite belgesi aldım” diyor, ne belgesi aldığını sorduğumuzda “İSO 9001 belgesi aldım” diyor ve artık ürettiği her ürünün kaliteli anlamını taşıdığını zannediyorlar, böyle bir şey yok. Sen sistemini kontrol altına almış oluyorsun. ‘’Benim çalışan personelim, yıllık eğitimlerini alıyor, maaşlarını ve ödemelerini zamanında alıyorlar. Bunun dışında benim hammadde alışlarım ve girdilerim kontrol altında, üretim süreçlerim kontrol altında, ürettikten sonra satışım kontrol altında, sattıktan sonra müşterinin kullanım ve müşteriden gelen şikayetler kontrol altında. Gelen müşterinin şikâyetlerinin neler olduğunun izlenebilirliğini sağlayarak o şikayetleri gidermek için iyileştirme çalışmalarım kontrol altında’’diyorsun.

ISO 9001’in ürün kalitesi ile alakası yok. Bunun yanında bir diğer asıl konu ISO 16949 belgesi, bu daha ziyade OEM dediğimiz ana üreticilere parça tedarik eden yan sanayicilerin veya alt sanayicilerin alması gereken bir belgedir. Parçanın kalitesi nasıl ölçülebilir? Ancak ki girdilerini, üretim prosesini, çıktılarını ve ürünün takibini yaparak kaliteye ulaşabilirsin. Kalite yönetim sistemi budur. Kontrolleri 3. bir taraf, akredite olmuş bir kurum, bağımsız bir gözle kontrol eder ve kalite belgesini verebilir. Türkiye’de, TSE, TÜV gibi benzer kurumlar bu belgeleri verebilir.

Üreticiler için ara kontroller nelerdir?
Bir üretici belge alana kadar belirli aşamalardan geçer. ISO 9001 belgesini bütün üreticiler almak zorunda, bunun dışında örneğin bir otomotiv parçası üretiyorum, bu da cam olsun, regülasyona tabidir. Regülasyon 43, R43 diye geçer. Otomobillerin camlarını kontrol ederseniz her yerde görürsünüz. E17, E37, E7 diye cam üzerinde yazar, onlar belgenin hangi ülkeden alındığını gösterir. Regülasyon R43 belge numarasının tanımıdır, “sen belgelendirdiğin bir ürünü dünya standartlarında ve bu sisteme tabi olan ülkelerde senin camın her ülke tarafından tanınır anlamına geliyor. Üretim esnasında veya 3 ayda bir, yaptığın beyana göre belirli testleri tekrarlaman gerekiyor. Bu testleri kendi laboratuarında veya kendi çalışma ortamında tekrarlar, kayıtlarını tutarsın. Bir sonraki ara denetimlerde denetime gelen teknik servise testlerin kanıtlarını ibraz edersin. Aslında ara kontroller dediğim şeyler bunlardır.

Bizde şöyle bir anlayış var,”ben başvurumu yaparım, teknik servis gelir, testleri yapar ve ondan sonra da ben belgeyi alırım işim biter” böyle bir şey yok, bu yıkılması gereken bir düşünce. Bunun sürdürülebilir olması lazım ve teknik servis yılda bir defa gelip bu kontrolleri yapar. Üretici kendi bünyesinde ara kontroller yapacak ki teknik servis geldiğinde üreticinin yapmış olduğu kontrolleri de denetleyecek.

Konya’da sektörün ihtiyaçları ne durumda?
Konya’nın daha alması gereken çok yol var. Benim çalıştığım şirketlere baktığımızda, birkaç yıl önceki durumla bu seneyi kıyasladığımızda büyük gelişmeler var. Daha da bilinçleniyorlar ancak durumu pazar şartları da zora koşuyor. Mesela Türkiye’de satış sonrası pazarında merdiven altı üretilen bir malı satarken çok fazla sıkıntı yaşamazsınız, çünkü bizde kontrol mekanizması yok. Ama bu malı ihracata dönüştürüp yurt dışına satacağınız zaman, Türkiye’de ki gibi rahat satamazsınız, belgesinin olması zorunludur. Dünyaca tanınan herhangi bir regülâsyona tabiyse, o belgeleri alma zorunluluğu vardır. Buradaki sıkıntılardan biri de şu, üreticiler “ben belgeyi aldım, artık önüm açık”, işte bu yanlış. O belgeyi alırken bir sürü çalışmalar yapılıyor, o çalışmaları üretim esnasında da geliştirerek sürdürmek gerekir. Geçen sene bir firmaya yaptığım denetimin verileri var elimde, eksikler nelerse yazmışım, rapor halinde veriyorum, eksiklerin durumuna göre 1 veya 2 aylık süre tanıyorum. Bu 1-2 ay içinde o eksikleri tamamlayıp bana gönderiyorlar. Küçük eksiklerse bunları e-mail yoluyla ya da fotoğraflayarak veya bir yatırım yapılacaksa, ekipman alınacaksa onların faturalarını ibraz etmek suretiyle, eksikliklerini tamamladıklarını belgeliyorlar. Bir sonraki denetime gittiğimizde de gerçek olup olmadığını doğruluyoruz. Türkiye’deki üreticilerin kalite yönetim sisteminin sürdürülebilir olduğunu ve hiçbir zaman unutmamaları gerektiğinin bilincinde olmaları gerekmekte.

Sektöründe büyüyecekse veya yurt dışına açılacaksa bu tür belgeler firmalar için rutin bir standart oluşturuyor. O zaman bu belgeler pazar ve satış için kesinlikle gereklidir, diyebilir miyiz?
Evet ve bu belgelerin zorunlu gereksinimleri vardır. Yapılması gereken gereksinimleri de yıl içinde peyderpey yerine getirmeleri gerekiyor. Açık söylemek gerekirse buradaki sorun yine, belgenin alınmış olmasından dolayı gelen rahatlık. Önemli olan sadece belge değil, kalitenin sürekliliğidir. Aynı şey tüm Türkiye’deki üreticiler için söz konusudur.

Sektörde veya sanayiciler arasında bu belgelere yaklaşım nasıl?
Patronların bu işi daha çok dikkate alması gerekiyor. Diyelim ki bir firmada kalite yönetim sistemi kurulmuş ve kalite yönetim temsilcisi seçilmiş, patron görevi ona vermiştir. Hâlbuki patronun da sorumlulukları vardır, patron sorumluluklarını yapmaz her şeyi kalite yönetim sorumlusundan bekler. Kalite yönetim sorumlusunun yanında üretim, satın alma, muhasebe gibi bölümlerin de görevleri vardır. Bunlar da her şeyi kalite yönetim sorumlusuna yüklerse, o da belirli bir süre sonra iş yükünden bunalır ve bir şeyler yapamadığı zaman iş değiştirmeye kalkar. Türkiye’deki en büyük sıkıntılardan birisi de budur. Bu sebepten bu yıl içinde kalite yönetim temsilcisi olarak atanan bir kişiyi önümüzdeki yıl aynı pozisyonda göremiyorsunuz. Bu gibi durumlarla karşılaşmamak için firma kendi içinde sürdürülebilirliği ve düzeni sağlamak zorundadır.

Sorunlardan birisi de, denetimin birini atlattıktan sonra yeni bir rutin denetime kadar hiçbir şey yapılmıyor. Denetim öncesi hemen apar topar, denetimin gereksinimleri yerine getiriliyor. Maksat denetimi bir sonrakine kadar atlatmak ancak kalite yönetim sistemini yürütmek bu değil. Sistemi oturtup yaşatmak lazım.

Son olarak kalite yönetim sistemi ve belgelendirmelerle ilgili yapılması gereken prosedürleri firmalar hayata geçirdiği zaman ne kazanacak?
Belge sahibi üretici ürünlerini pazara sürdüğünde, belgesiz ürünlere göre bir artı kazanır. Çünkü belgeli üretici kendini ve ürününü kanıtlamıştır. Bu sadece Türkiye içinde değil yurt dışı pazarlarında da kendine yer bulacağı anlamına gelir. Kısaca belge sahibi olmak demek, ben sistemli çalışıyorum, benim her şeyim kontrol altında ve ben kalite üretiyorum demektir.

Özellikle en büyük eksiklerden bir tanesi de üretici firmaların ara denetimler için kendi şirketlerinde ufak çaplı bile olsa bir laboratuar kurmaları gerekliliğidir. Türkiye’deki küçük veya orta ölçekli şirketlerin çoğunda böyle bir şey yok, belgeyi alıyorlar, ara kontrollerin yapılacağı taahhüdünde bulunuyorlar. “Biz bunları yıl içinde şu aylarda test edeceğiz veya test ettireceğiz” şeklinde beyan veriyorlar. Bir sene sonra kontrole gittiğimizde taahhütlerin yerine getirilmediğini görüyoruz. Hâlbuki kendi atölyeleri içinde küçük çaplı bir laboratuar kursalar, teknik servisler o laboratuarlarda doğrulama yapabilir ve dışarıya her zaman testler için para ödemektense kendi bünyelerinde bu testleri yapabilirler.

Bununla birlikte bazı firmalarda dört dörtlük bir laboratuar kurulmuş ve her defa dışarıya para ödemektense, testlerini kendileri yapıyorlar. Bir defaya mahsus yatırım yapıp sonrasında kendi testlerini kendileri yapabiliyorlar, orta ve küçük ölçekli şirketlere tavsiyelerimden birisi budur. Bir diğer tavsiyem de şirkette böyle küçük çaplı bir laboratuar yoksa komşu şirketlerle ortak laboratuar kurabilirler. Mesela bir metal parçasının kimyasal analizi, sertliği, çekme mukavemeti gibi benzer testleri ortak kurdukları bir yerde yapabilirler.

Özellikle benim üzerinde durmak istediğim konu ise şirket sahipleri ve yöneticilerinin kalite yönetim konusu üzerinde hassasiyetle durmalarıdır. Çünkü patron veya üst yönetim bu sisteme inanırsa bu sistem yürür ve firma başarı elde eder. Onlar inanmayıp bunu alt kurumlara ihale ederlerse bu sistem yürümez ve çöker