Akasya Asıltürkmen

Oyuncu

Akasya Asıltürkmen

Akasya Asıltürkmen

Akasya Asıltürkmen

 

Şu an sizin de bu sayfalara ‘Bu kadın kimdi ya?’ diye baktığınızı biliyorum. Kendisi Akasya Asıltürkmen, kendi deyimiyle de “Turne Kuşu Akasya”

Ahmet Çevik Tiyatrosu ile ‘’Her yöne 90 Dakika’’ oyununu bütün Türkiye’ye izletmek için yola çıktı ve bu yol boyunca da Türkiye’nin birçok ilini gezdiği için kendisine Turne Kuşu demek konusunda son derece haklı. Bende hazır bu Turne Kuşu Konya’nın üzerinden uçup geçecekken yakaladım ve Konevi Kültür Merkezi’ne indirip sizler için keyifli bir röportaja imza attım. Ben kendisinin yanından ayrılmayı hiç istemedim ve en uzun röportajımı gerçekleştirdim, umuyorum ki sizlerde sayfaları değiştirirken aynı tutukluğu yaşarsınız.

 

 

Akasya Asıltürkmen tiyatroya nasıl başladı, bize biraz bahseder misiniz?

 

Bu konuda verdiğim cevap artık fix olmaya başladı ama bunu söylemekten hoşlanıyorum galiba. Benim gibi insanlar çoktur, sanat ile uğraşan çoğu insan da böyledir aslında. Biz sırtı sıvazlanmamış çocuklarız. İçimizde hep bir nevi takdir edilme isteği olmuştur bu yüzden de hep bir şeyler yapıp birilerinin bizi görmesini istedik. En azından ben kendi adıma konuşayım, böyleydim. Kendimi o kadar görünmez hissediyordum ki, bir fark yaratmam gerekiyordu, biraz daha sıra dışı olmam gerekiyordu belki. Bu amaçla da ilkokuldan başlayarak hep daha büyük yaş da olanların ilgilendiklerine yöneldim. Mesela Mozart dinlemeye çalıştım ya da Pazar konserlerini izleyip piyano çalıyormuş gibi yapıyordum ve resimle ilgileniyordum, şarkı söylüyordum. Aslında dikkat çekecek her şeyi yapıyordum. Ortaokula geldiğim zaman da Türkçe hocamız bize kitaptan 2 tane tirat vermişti, hepimiz kendimize göre ezberleyecektik. Ama ben o kadar ciddiye almıştım ki;  üzerime çarşaflar dolayarak oynadım. Herhalde bu çabam dikkat çekmiş olacak ki herkes alkışlamıştı. Ve bu dikkat çekmeye çalışan bir çocuk için harika bir şeydi. Bir de ben tiyatrodan hiç sıkılmadığım için yöneldim buna. Resim ya da müzikten zaman zaman sıkılabiliyorum ama tiyatro ayrı bir şey benim için.

 

 

Sizin hayatınıza ciddi anlamda bir yere sahip olan sanat olmasaydı, ne yapardınız, hiç düşündünüz mü?

 

Muhtemelen moda tasarımcılığı yapardım. Gerçi tasarım da bir sanat sonuçta ama modayı ve moda tasarımını seviyorum. Ama kişisel gelişim ile ilgili işler de yapma ihtimalim yüksek olurdu. Şu anda da hali hazırda ilgileniyorum ve Farkındalık Anahtarı adında hazırladığım bir rehber kitabım var. İçine zaman ufak ufak notlar alıyorum. Belki o yayınlanabilir. Bir taraftan köşe yazarlığı yapmaya devam ediyorum, televizyon programcılığı yaptım daha öncesinde hala da yapabilirim, gayet sevdiğim bir iş o da. Yani yine kendimi ifade edebileceğim bir alana yönelirdim diye düşünüyorum.

 

“Biz işçiyiz, emeğimiz de insan gücü. Öncelikle insanların bunun ayrımına bir varmaları gerek.’’

 

O zaman hazır oyunculuk meslekler falan demişken şu son günlerde tartışılan bir konu var, onu aydınlatalım sizinle. Geçen günlerde Oyuncu Sendikası adına büyük paya sahip Janset’i izledim televizyonda. Oyuncu haklarından, dizi sürelerinden, Meryem Uzerli’nin ‘tükenmişlik sendromu’ olayından bahsetti. Siz de bir sendika üyesi olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz, biraz sizi dinleyelim?

 

Evet bende bir sendika üyesiyim hatta disiplin kurulu yedek üyesi olmam lazım. Ne pozisyonda olduğumun çok bir önemi yok, önemli olan şu anda bu insanlar Türkiye’de ilk defa bir şeyleri değiştirmek için çabalıyorlar, bir şeyler yapmaya başladılar. Bu kişiler bir araya gelip ‘bize bir şey yapılmıyor, paramız ödenmedi, aidatımız verilmedi.’ diyerek ağlamıyorlar, gerçekten hukuk alanında bir mücadele veriyorlar. Birçok insan var ve bu birçok insan birçok işler başarmak üzere. Oyuncu Sendikası çok genç olmasına rağmen meslek tanımımız yapıldı. Düşünsene, oyuncuların Türkiye’de meslek tanımı yoktu ve bu yeni yapıldı. Ve şöyle bir konu daha var ki sanıyorum bu 1 Mayıs olayları zamanında bütün Yeşilçam Oyuncuları çıktılar ve ‘‘Biz oyuncu değiliz, biz esnafız, biz de kendi faturamızı keselim, vergi levhamız olsun’’ dediler. Bu olaydan sonra bütün dünya da işçi kabul edilen oyuncular, bu açıklamayla birden esnaf gibi görünmeye başladılar. Sanki biz portakal mı satıyoruz? Nasıl bir mantıkla yaptılar bu açıklamayı çok merak ediyorum. Biz işçiyiz, emeğimiz de insan gücü. Öncelikle insanların bunun ayrımına bir varmaları gerek. Ve ben çok iyi biliyorum ki, bugün Oyuncu Sendikası’nı küçümseyen, çıkıp bir kere olsun oyuncu haklarını savunmayan insanlar o sendikanın kapısının önünde diz aşındıracaklar.

 

 

Şu dizi setlerinde ki istismar olayını konuşmak istiyorum sizinle. Geçenlerde Cinayet dizisinde bir köpeğe yapılan eziyetin ardından gözler sizin çocuk istismarı haberinizi tekrar aradı. Bize tekrar anlatır mısınız, neydi o olay tam olarak?

 

Kayıp Aranıyor dizisinin setinde yaşamıştık o olayı. Yönetmen de inanılmaz tatlı bir kızdı nasıl ve ne şekilde yaptı bilmiyorum ama üzerimizde incecik bir hırkayla saat 6’dan gece yarısı 2’ye kadar açık alanda çekim yaptık. Hava da inanılmaz derecede soğuktu ve bende titriyordum artık. Sahne çekilirken de kenarda bekliyordum ben ve dizinin çocuk oyuncusu yanılmıyorsam Azeri 4-5 yaşlarında bir kızdı, artık soğuktan konuşamaz hale gelmiş ve sayıklıyordu. Benimde artık vicdanım el vermedi ve ‘’bu set burada duruyor ve bu çocuğu hemen evine götürüyorsunuz.’’ dedim. Biz ilk başta çok ürktük, menajerim sakın kimsenin telefonlarına çıkma dedi. Ve düşündüğümüz gibi de oldu, gazetelerden aramaya başladılar, oyuncu sendikası hemen olayı ele aldı. Benim bu olayı yaşamam da emsal teşkil etmiş oldu ve artık dizi setlerine müfettişler gönderilmeye başlandı. Bu birilerinin hoşuna gitmemiş olabilir ama olması gereken en başından beri buydu zaten.

 

 

5 aylık bir İngilizce eğitimi için Güney Afrika’ya gittiğinizi biliyoruz. Nasıldı Afrika, sonuçta 5 ay uzun bir süre, burada ki ilgi alakadan sonra orada bir boşluğa düşme yaşadınız mı?

 

Aslında orada da tanıyanlar oldu desem şaşırırsın herhalde. Buradan giden Türkler olduğu için sokakta ya da başka bir yerde tanıyanlar oluyordu. Tabii burada ki kadar sık ve çok olması imkânsız ama oluyordu. Hatta bu sayede çok iyi arkadaşlıklar da edindim. Aslında onlar çok içine kapanık insanlar olurlar ama ben çok iyi anlaştığımı düşünüyorum. Afrika süreci beni çok yeniledi, tazeledi, bana bambaşka bir dünyanın da var olduğunu gösterdi. Baştan ayağa kendime yaptığım en büyük iyilikti Afrika. Tabii Türkiye’ye dönünce bir bunalıma girme olayı oldu 1 ay kadar ama hemen ardından 2 tiyatro oyunumla(Her Yöne 90 Dakika – Kırmızı Yorgunları) tam gaz devam ettim.

 

 

Her Yöne 90 Dakika oyunu ile Konyalı seyircilerle buluştunuz. Nasıl bir oyundur Her Yöne 90 Dakika biraz anlatır mısınız?

 

Her Yöne 90 Dakika tamamen hicivlerle dolu, çok tempolu yarı interaktif bir komedi oyunu. 3 skeçten ve aralarda Sümer Tilmaç’ın kendi ile alakalı olarak anlattığı hikâyelerden oluşuyor. Özellikle benim son skecim İzdivaç da son derece hazır cevap olmak gerekiyor, pratik zekâya çok yer vermek gerekiyor. Çünkü o skeçte seyirciyle birebir iletişimim var, gerek sahneye seyirci almak gerekse diyalog bazında.

 

 

Şimdi tekrar internet olayına dönüyorum, sizi internette Michael Jackson’a benzetiyorlar…

 

Çok fenalar. Sadece bir iki kişi olmadığı için bir şey diyemem. Beyaz tenli olduğum için benzettiklerini düşünüyorum, burun şeklimin de etkisi vardır illa ki. Galiba Michael Jackson’ın o en son ki çirkin halleri değil de, ilk başlarda bir güzel olduğu zamanlar var bence o zamanlara benzetiyorlar beni, öyle düşünmek istiyorum. Zaten çevremde de beni Demet Evgar’a, Nil Karaibrahimgil’e benzetenler çok fazla, anladım ki ben renkli gözlü-beyaz tenli herkese benziyorum.

 

 

Henüz çok genç bir oyuncusunuz, illa ki kendinize koyduğunuz bir hedef vardır…

 

Ben bir komedyenim ve bir komedyen olarak tabii ki Seda Sayan’ın izleyici kitlesini kendime hedef seçemem, onlara oynamak gibi bir derdim olamaz. Bir komedyen olarak kendi kulvarıma baktığımda bir Demet Akbağ bir Yasemin Yalçın’dır benim tahtına oynamak istediğim insanlar. Tabii akıllar da yer etmek gibi bir hedefim de var, o uzun vadeli olarak düşündüğümüzde karşımıza çıkar. Bundan 10 sene 20 sene sonra da benim ağzımdan çıkanları insanların öğüt ya da tavsiye olarak alabilmelerini istiyorum. Öyle bir saygınlığa ulaşmak istiyorum, bir fikir insanı, bir sanatçı olarak da sevilmek sayılmak istiyorum. Türkiye’nin sevgilisi olmak diye toplayabiliriz aslında bunu. Tabii burada tüm Türk halkını kastetmiyorum, toplumda çok basit zevklere sahip insanlarda var, cahil kesimin beni beğenmesini istemem.

 

 

Peşinizden bu sahneye sürüklenen veya sürüklenmek isteyen birçok genç yetenek var. Onlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

 

Kesinlikle vazgeçmesinler. Bana şunu diyen çok oluyor ‘’ay ben çok oyuncu olmak istiyordum da şartlar el vermedi, yok babam izin vermedi.’’ Bende onlara direkt, demek ki yeterince istememişsin diyorum. Çünkü bir insanın isteyip de başaramayacağı hiçbir şey yoktur hayatta. Örneğin Türkiye’nin en başarılı oyuncularından Demet Evgar’ı örnek verelim, zamanında ailesi oyuncu olmasına izin vermeyince 20 kilo vermiş midesi deliniyormuş az kalsın. Ben kendimden örnek vereyim, çok sert bir abim vardı, benim oyunculuk isteğimi sadece sözlü olarak uyarmadı. Demek istediğim insanlar her şeye her zaman kolay erişemiyor, savaşmamız gereken zamanlar olabiliyor.

 

Biz Metropol Dergisinden sıcakkanlılığını ve dürüstlüğünü esirgemeyen Akasya Asıltürkmen’e bu keyifli röportajı için sonsuz teşekkür

Add comment