Yekta Güngör

Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı

Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Yekta Güngör

Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Yekta Güngör

Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Yekta Güngör

 

 

‘‘Benim bildiğim bir tek şey var: Ben Türkiye’nin bağımsızlığını, hukuk devleti niteliğini ve insan hak ve özgürlüklerinin güvenceye bağlandığı ortamı kim savunursa onun yanındayım”

 

Kendinizi; “İnsanım, şerefli ve namusluyum. Türk’üm, Türkçü değilim. Milliyetçiyim, ırkçı değilim. Müslüman’ım, İslamcı değilim. Dindarım, dinci değilim’’ diye tarif etmiştiniz. Atatürk’ü severim ama Atatürkçü değilim, diyemiyorsunuz. O söz konusu olunca neden bu –çilik ilkesi ortadan kalkıyor?

 

Atatürkçülüğün sömürüsünde değilim. Sözde Atatürkçülükte değilim. Bazıları  içtenlikle Atatürkçü değil. İşine geldiği zaman Atatürk’ün sıfatından yararlananlardan değilim. Ama kendimi bildim bileli Atatürkçüyüm, Atatürkçülük benim için yürek, beyin, kan damarı, akıl, duygu, düşünce olmuştur…

Hiçbir şey görmüyorum. 60 yıldır hukukun içindeyim. Anayasa Mahkemesi üyeliği ve iki dönem başkanlık….iyi kötü bir şeyden anlıyoruz. Bugün yürürlükte olan avukatlık yasasını bile çıkartmış olan benim. Türk yargısı, AKP döneminde çökmüştür. Yargı en büyük güven kapısıdır. TSK’dan önce gelen en büyük güvencedir. Bunu kimse söyleyebiliyor mu? Kendileri yargılamalara kumpas demediler mi, o delillerin sahte olduğu ortaya çıktı, neden yeniden yargılama yolu açılmıyor?  Bekir Bozdağ, “Gitmiyoruz çünkü cemaatçi çoğunluk var” dedi. Cemaatçi olarak suçladıkları eski ortakları değil miydi? Kendi aleyhlerinde tutumlar ortaya çıkınca, kendilerinin sebep oldukları sorumlulukları cemaate yüklemeye çalıştılar. Paralellik varsa, bir tane cemaat mi olur. Cemaat paralelse, cemaatin paraleli kim? AKP.  Cumhuriyetin o güç koşullarda, 30’lu yıllara karşın, kimseden borç almadan gerçekleştirdiği kazanımları özelleştirme adına satmadılar mı, imar yasalarında yapılanmalar yok mu, yandaşlarının kayrıldığı dedikoduları gazete sayfalarından taşmıyor mu? Biz bunların zamanında mı Müslüman olduk? Bunlardan önce Türkiye’de camiler yok muydu, ezan, kuran okunmuyor muydu? Ne kazandırdılar?

Söylemem. Bu iktidarın içinde ortaokulda okuttuğum talebelerim var. Bu iktidarın tepelerinde, bakan düzeyinde ben Baro Başkanı iken yanımda staj yapanlar var, aralarında Baro Başkanlığımda staj yapmış Komisyon Başkanları var ama bir iki kişi dediğim bu tanıdıklarım değil. Genelde AKP içinde tutumlarındaki ciddiyet, çalışmaları ve tabi benim çok önem verdiğim ilkeler bağlamında kötü davranışlarını henüz saptamadığım o bir iki kişi dışında hiçbirisine geçer not vermem.

O iki kişiyi kendi çalışmalarıyla, bugüne tespit edemediğim karşıtlıklarıyla, dinamizmleriyle, iyi niyetleriyle, çalışkanlıklarıyla aday olursa desteklerim. Çünkü benim için falan partiden olması şart değil, Türkiye’nin kuruluş felsefesine bağlı, Atatürk ilkelerini benimsemiş, hukuk devletinden yana, yargının bağımsızlığından yana, ahlaklı, hırsızlık ve rüşvet olayını adı karışmayan, yolsuzluklarla adı gölgelenmeyen bir isim olsun, vatandaş olarak alkışlarım ama hangi partiden olursa olsun. Ben magazin yazarı değilim, fıkra yazarı değilim ama ben makaleleri fıkra biçiminde yayınlamak zorunda kalanlardanım.

Bulunur, içinden Mustafa Kemal’i çıkaran bu millet, yine bulur. Köşede kalan, politikacıların kendi çevrelerini çok daralttıkları için yaklaşamayan nice insanlar var, bilim adamları var vs…ama ismi geçenlerden çoğunu, sırf isimleri çok geçiyor diye öneriyorlar, o da yanlış. İsmi çok geçtiği için, birisine yakın olduğu için insanlar cumhurbaşkanlığına aday gösterilmez.  Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104.maddesindeki görevleri yerine getirecek düzeyde bir insan olması gerekir.

Hukukun üstünlüğünü ilkesini, hukuksuz devletin olamayacağını anlayamıyorlar.  Devletin çağdaş niteliğinin kaynağının ve dayanağının hukuk olduğunu gösterir. Eski Sanayi Bakanı Nihat Ergün: “Yargı ve Yürütme Yasama önünde önünü iliklemelidir” dedi. Yok öyle şey. Yürütme milli irade ile seçilir. Milli irade, değişme koşuluyla, belli bir süre için getirilmiş insanların topluluğudur. Bunlar Yargıda, yargıçlar anayasaya göre, ulus adına karar veriyorlar. Kaynağını Anayasadan alıyor. Milli İrade ise belli seçmenlerden alıyor. Hukuk devletinde en önemli olgu, yargının bağımsızlığıdır. Yargıçlar, Anayasaya göre ulus adına yetkili organların görevlileridir. Ama milli irade, seçimden seçime değişmek koşuluyla belli süre için görevlendirilmiş seçmen çoğunluğunun belirlediği insanlardır. Niye ben yasama organı mili irade ile geldi diye önümü ilikleyeceğim? Mili İrade Anayasanın üstünde değildir. Onun için yargı, yasamanın önünde önünü iliklemez. Ayrıca yasamayı denetler. İçlerindeki hukukçuların eğitimleri de ortada. Avukatlık yaptım diyenlerin adını duymadım. Hukukçu, hukukun izinden ayrılmayan adamdır, hukukta taraf yoktur, barış-adalet vardır.

 

Anayasa Mahkemesi, hiçbir zaman kendisini Yasamanın ve Yürütmenin üstünde görmemiştir. Anayasa Mahkemesi görevini yapmaya çalışmıştır. Bizi suçladılar ama biz Anayasaya göre karar verdik, kafamıza göre değil. Bana dediler ki: “Sen Atatürkçü bir adamsın, nasıl oluyor da burada kaldın?” Dedim ki: “Yürürlükteki kurallar benim görev yapmamı engelleyecek içerikte değil, öyle bir kural gelirse bırakır giderim, avukatlıkta daha çok para var” Biz 12 Eylül’den sonra Anayasa Mahkemesinde toplandık, durumu gözden geçirdik, bir arkadaşımız(Bülent Okçay) üzüntüsünden ertesi günü öldü. Dedik ki, “Biz burayı bırakır gidersek, asker-sivil buraya gelecek çok insan var, şerefimizle turalım, 3 pencereyi 13 pencere yapalım, halkımızın haklarını koruyalım” Yoksa avukatlığa geçerdim, özveride bulunduk.

Türkiye Barolar Birliği Başkanının, Yargıtay’ın da, Danıştay’ın yıl dönümlerinde konuşma yapmaları gelenekselleşmiş bir durumdur. Bu konuşmaların içeriğine karışmak kimsenin haddi değildir, demokrasi hoşgörü rejimdir aynı zamanda. Bana göre Barolar Birliği Başkanının sözlerinde sakıncalı bir durum yok, konuşma düzeninde ağır ağır konuşma fazla zaman almış olsa bile dinleyenlerin katlanması gerekir. İlla resmi bir konuşma olması gerekmez, o makamda oturan kişinin, kendisinin gerekli gördüğü konuları kamuoyunun bilgisine sunması konuşmasıdır bunlar. Bana göre Başbakan’ın tepkisi yersizdir, gereksizdir, hatta makamı gözetilirse yakışıksızdır.

Uzun da olabilir. Başbakanın dilini biliyoruz, dilinin sınırlarını da biliyoruz, herkese hakaret etmek kimsenin haddine değil. Yalanın yanıtı, karşılığı doğrudur. Yalanın yanıtı saldırı olmaz, yalan olsa bile ona doğruyu söyleyerek cevap verirsiniz. Kavga ile olmaz ki bu iş. Siyasetçiler seçim öncesinde bin türlü yalan söylüyorlar, herkesin onlara hakaret etmesi mi gerekir?

Öyle olmalı tabi. Bugün bazı yazarlar, “Benim cumhurbaşkanım değil” diyor. Böyle denmesi yerine “Bizim cumhurbaşkanımız” denecek bir insanın olması lazım ve bu da onun şahsına yönelik değil, herkes için genel bir söz. Bana da sorsalar, 76 milyonun, kıvançla, gururla, övgüyle cumhurbaşkanım diyeceği bir insan olsun derim. Bunun neresi suç olur?

Anayasa Mahkemesini kapatmayı düşünenler oldu. Anayasa Mahkemesi kendi varlığını savunacak tabi. Anayasa Mahkemesi, 1950-60 arası olayları yasaların anayasaya uygunluğunu denetlememe sorunlarının gündeme getirdiği aksaklıkları telafi için getirildi. Ve bu 1960 devriminin en büyük kazanımı Anayasa Mahkemesidir. Çünkü siyasetin gücünü anayasa sınırlar. Peki sınırları, yaptırımı  Anayasa Mahkemesi belirler. Anayasalar, iktidarın gücünü sınırlayan belgelerdir. Onu da Anayasa Mahkemesi yapacak.

Ben Hoca Efendiyi tanımam. Bir gün 25 Ağustos 1995’te trafik kazası geçirdim, kaburga kemiklerim kırıldı, Gülhane Askeri Tıp akademisinde yatıyorum. Sekreterim bağırdı, “Efendim Fethullah Hoca aradı, başkan konuşacak durumda değil yatıyor” dedik. Ertesi günü bir daha aradı, bu defa nazik biçimde ”Hayır” yanıtı verildi Hocaya. Ertesi günü Türkeş yanında getirdiği özel su ile ziyaretime gelmişti, ertesi günü çıktık hastaneden, hanım telefon etti lojmandan, “Yekta kapıya sandık geldi, içeri almadım” dedi, “Fethullah Hoca” dedi. İçinde; yiyecek, içecek bir sürü bir şey vardı, “Sakın ha almayın” dedim, geri gönderdiler. Birkaç gün sonra mahkemeye geldim, özel kalem müdürü “Efendim bir çuval kitap geldi” dedi, “Ne kitabı?” dedim, dedi ki, “Fethullah Hoca göndermiş” yazın, dedim: Anayasa Mahkemesi kitaplığına komisyonun uygun bulduğu kitaplar vardır, bunlar bağış bile olsa, uygun olmayanlar sahiplerine teşekkürle iade edilir” o da gitti. Aradan 15 gün geçti, Fethullah Hoca, televizyon konuşmasında, “Anayasa Mahkemesi Başkanı da kendini bir şey zannediyor” dedi. Sonra bana 7-8 tane mektup gönderdi, hepsini saklıyorum, benim Fethullah Gülen ile yakınlığım yok.

Hayır, Fethullah Gülen’den korkmadım, sadece onun tutumunu beğenmedim. Çünkü hep anlattıkları şey, cemaat örgütü kurmaktır. Türkiye’nin ulusal yapısına aykırı bir girişimdi o. Ben yurttaşların tam eşitliğine inanırım. Atatürk ne demiş: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk ulusuna Türk halkı denir” din ve soy ayrılığı yok, bu yapının tersine çevrilen girişimlerin elbet karşısında olurum. Vatandaş olarak. Ama mahkeme başkanı olarak Fethullah beni hiç ilgilendirmez.  İzlediğim ve bana yansıyan durumlarıyla “Fethullah Gülen’in gidişini hiç de doğru bulmuyorum”

Gezicilerin ölümü göze alacak kadar ileri gidip gitmediklerini bilmiyorum. Geziciler, Türkiye’nin demokratik aydınlığını arttırma çabasında, haksızlıkları önlemeyi amaçlamış, yapılan kötülüklere karşı çıkma direncini gösteren yurtseverlerdi benim için. Hiçbir darbe planının içinde bulunmadım, dedikodu edenler oldu, ne Kent Oteli toplantılarına katıldım, ne başka toplantılara katıldım, ne de cumhuriyet mitinglerinin hiçbirine gitmedim, çünkü sağlık durumum benim onlarla birlikte olmamı engelliyordu, düşünce olarak kendilerine dışarıdan uygun bulduğumu söylüyorum. Ergenekon, Balyoz diye bir şey ben bilmiyorum ki, aleyhinde lehinde olayım. Benim bildiğim bir tek şey var, “Ben Türkiye’nin bağımsızlığını, hukuk devleti niteliğini ve insan hak ve özgürlüklerinin güvenceye bağlandığı ortamı kim savunursa onun yanındayım”

Unutulmak en korktuğum bir şey değil de, unutulmamak istediğim bir şey. Sıcaklıkları severim.Benim burnum anadan doğma, sonradan olma değil. Herkes beni ters anlar. Çatık kaşlı diyorlar, benim kadar halkla beraber olan insan yok. Beni tanımayanlar ahkam kesiyor, Akif Beki’nin yazısında olduğu gibi. Bir kere el sıkıştım mı, bir kere yan yana geldik mi?

 

Veririm. Türkiye Barolar Birliğinin ilk anayasa önerisinde benim de imzam var, emekli bir anayasa başkanı olarak. Türkiye Barolar Birliği bir komisyon kurdu, biz çalıştık. Memleketim için, ulusum için iyilik olanakları elimden geliyorsa niye vermeyeyim?

Add comment