Bayram Kabadayı

Fotoğraf Sanatçısı

Fotoğraf Sanatçısı Bayram Kabadayı

Fotoğraf Sanatçısı Bayram Kabadayı

Yaşamın her anı fotoğraftır

Bir objektifin arkasında ölümsüzleştirilen,  insanın ta içine işleyen, o ana götüren, bazen donduran, bazen iç ısıtan, bazen gülümsetip bazen de gözlerde buğu bırakan kareler.  Yollarda geçen yıllar. Tek bir kareyle yaşamın pek çok parçasını sunan, bakmakla görmek arasındaki o ince çizgiyi geçebilen göz. Bu gözün sahibi, Fotoğraf Sanatçısı Bayram Kabadayı.. Fotoğrafa, hayata dair… Röportajda…

 

Fotoğraf merakınız ne zaman başladı?
Aksaray’ın Kutlu köyünde 1963 yılında dünyaya gelmişim. Askerlik dönemine kadar hayatım köyde geçti. Askerden sonra da gurbete çıktım . Ekmeğimi gurbette aradım. Dolayısıyla yolumuz Konya’ya düştü. Konya’da bir devlet fabrikasına şoför olarak girdim. Daha sonra oradan ayrıldım otobüs kaptanlığı yapmaya başladım. Turizme yönelikti. Dolayısıyla da bizim otobüs kaptanlığı gezi üzerineydi. Gezi üzerine olunca Yolcularımızla Türkiye’nin güzel yerlerini geziyorduk. Nerede şelaleler var, nerede güzel yapılar nerede tarihi binalar varsa hep buralarda gezdiğimiz için dolayısıyla bir nevi doğanın içinde de buluyorduk kendimizi. O zamanlarda fotoğraf makineleri biraz pahalıydı . Filmli makineler vardı. En yakın arkadaşımız “beni çek” dediğinde bile tereddüt ederdik. Çünkü zordu. Film karta bastırılacak vs. bir sürü iş. Fotoğraf merakım da o güzel yerleri gezerken oluşmaya başladı. Yanıma makinemi alıp, güzel bulduğum şeyleri çekiyordum.

Bu merak ne zaman bir yaşam tarzı oldu?
Fotoğrafta kadraj denilen olayı çok tutturuyordum. Bu konuda ders falan da almamıştım. Mesela bir çerçeveye bir dağı yerleştirebiliyordum. Çok güzel çekmişsin diyen arkadaşlar vardı. Sürekli fotoğraf çeker hale gelmiş, artık seçici olmuştum. Emekli olduktan sonra artık yarışmalara katılayım durumuna geldim. Şunu kesinlikle söylemeliyim. Fotoğraf çekme arzusu çok farklı bir şey. Diyorum ki; insanlar makineyi alsınlar, dışarı çıksınlar ve fotoğraf çeksinler. Herkesin içinde bir sanat duygusu mutlaka vardır. Onu dışarıya çıkartsınlar. Ben elime makineyi almasaydım böyle bir yeteneğim olduğunu asla keşfedemeyecektim. Mesela bir yere gidiyorsunuz; o güzelliğe çıplak gözle hayran kalıyorsunuz. Hayran kalınan o güzellik mutlaka sizin gözünüzle, sizin objektifinizle ölümsüzleştirilmeli. Yaşamın her anı bana göre fotoğraftır. Arzu ederdim ki; çok eski yıllarda bu fotoğraf makineleri olsaydı. Mesela Konya’nın yeni kuruluş zamanlarını fotoğraflamış olsalardı ne güzel olurdu. Diyorum ki bol bol çekin. Bir hocamızın dediği gibi de ‘’çektiğiniz o fotoğrafları da katiyen silmeyin’’.

İlk başladığınız zamanlarda çok güzel oldu dediğiniz ilk fotoğrafınızı hatırlıyor musunuz?
İlk makineyi Malatya’da askerde almıştım. Küçücük bir makineydi. İlk çektiğim fotoğrafı tam hatırlamıyorum ama mutlaka arkadaşlarımı falan çekmişimdir. O makineyi aldığımda bile çok heyecanlanmıştım. Hatta askeriyenin içerisinde bir arkadaşımız vardı. Fotoğrafları ona tab ettirirdik. O zamanda çok hoşumuza giderdi. Sonra bu güne kadar geldik. Fotoğraflar yaşamın kendisidir. Sahtelik yoktur. Bir camiyi çekiyorsunuz mesela. Mimar Sinan’ın eseri karşınızda duruyor. Alacağınız açılarla onu daha güzel hale, sunuma getirebilirsiniz. O da sizin elinizde.

Fotoğraf sanatıyla uğraşmak size ne kazandırdı?
Öncelikle şöyle söyleyeyim, maddi olarak bir şey kazandırmadı. Ancak çevrenizi genişletiyorsunuz, o işlerle uğraşan insanlarla tanışıyorsunuz. Dolayısıyla çevreniz bu manada değişik illerden arkadaşlarla değişiyor. Bunu kazandım ben fotoğrafçılıkta. Babamın bir sözü vardı “El içine karışırsınız oğlum” derdi . El içine karışmak güzel. Fotoğraf çekmek isteyen arkadaşlara önerim sürekli çeksinler, hiç bırakmasınlar. Biraz pahalı bir iş. Onu da biliyorum. Herkes bulunduğu cürüm kadar bir uğraşı yapar. Ama o cürümde de o güzellikleri bulabilirler. Fotoğraf çekmek için çok farklı yerlere gitmelerine de gerek yok. Türkiye’mizin her yeri bu anlamda çok zengin. Önce de söylemiştim. Keşke Konya’nın çok eski fotoğrafları olsaydı. Ama geç kalmış sayılmayız. Bu yaşam böyle devam edip yıllar akacaksa; eğer 2000 yılına gelmişsek mutlaka 4000 yılına da gideceğiz. Dolayısıyla hiçbir şey için geç kalmadık. Mutlaka fotoğraf çekmemiz lazım. Hayatın her anını fotoğraflamamız lazım. Fotoğraflar yalan söylemez. En gerçek belgedir.

Mesela sizin hayal edip çekmek istediğiniz bir yer var mı ?
Fotoğrafçının hayali zaten hiç bitmez. Mesela gidelim Amerika’da filan yer varmış çekelim. Mutlaka çekinilmek istenir ama onunla sınırlı kalmaz. Onu çekince bitmez. Hayalindeki en güzel şeyi çekseniz bile bitmez. Ondan sonra gene devam eder. Sanatta zirve hep açıktır. Zirveyi kimse kapatamaz. Zirve hep daha yükseğe gider. Fotoğraf sanatçısı bir abimiz söylemişti, “ En iyi fotoğrafı daha kimse çekmedi” diye. Gerçekten de öyle, çekilmedi. Hayal hiçbir zaman bitmez. Mesela ben sürü fotoğraflarını çok seviyorum. Mesela bir tozlu havada lodos esiyor. Düşünün; yerler hep toz, duman. Orada aldığım heyecanı bir başka yerde almıyorum. Fotoğraf makinesini omzunuza alıp geziyorsunuz ve insanlarla tanışıyorsunuz. Mesela harman yerindeki bir kadınla nasıl buluşacaksınız? Bunu fotoğraf makinesi sağlıyor. Onlarla muhabbet kuruyorsunuz ve onların halini hatırını soruyorsunuz. Dolayısıyla insanlarla tanışıyorsunuz. Fotoğraf sanatçıları yüzü buruşmuş bir ihtiyar amcamızın ya da ninemizi fotoğraflamayı çok severler. Fakir Anadolu insanlarını ve yaşamlarını fotoğraflamayı çok severiz. O yaşamın içinde kendimizi buluruz. Onlar, o yokluk içerisinde bizlere ikramda yaparlar. Onlarla tanıştığımız zaman halleriyle de hemhal olmamız gerekiyor.

Herkes fotoğraf çekiyor ancak herkes aynı şeyi göremiyor. Bu gerçekten bir yetenek mi sizce?
Ben ilk makine aldığımda her şeyi çekiyordum. Fakat zamanla bu azaldı. Bir konu olması gerekiyor durumlarına dönüştü. B u işi parayla yapayım, ben şunu çekeyim de pazarlayayım diye düşürsek o karenin ruhundan uzaklaşmış oluyoruz. Oysa amatör ruhla daha çok güzellikler elde edilebiliyor. Önce harfleri öğrenirsiniz, sonra hecelemeye başlarsınız, sonra cümleleri kurarsınız falan. Daha sonra bir sayfanın tamamını okumaya başlarsınız. Fotoğrafçılık da böyle bir şey. Biraz daha gördükçe seçici olmaya başlıyorsunuz. Konu arıyorsunuz çekimlerde. Fotoğrafçı arkadaşlarımızdan şunu rica ediyorum. Sanatsal fotoğraf çekeceğim diyerek fotoğraf çekmeyi bırakmayınız. Mutlaka çekiniz. Bir sokak fotoğrafı çekiniz. Burada sanatsallık yok diyerek pas geçmeyiniz. Sanatsal durum yoksa bir tarihi durumu vardır. İş ilerledikçe sanatsal duruma kayıyor. Dolayısıyla arkadaşlarımız fazla deklanşöre basmamayı tercih ediyorlar. Gördüğünü beğenmeme durumu ortaya çıkıyor. Mesela Alaeddin Tepesi’nin etrafında duruyoruz. “Ben burayı çok çektim ne gerek var” demeyin. Yine çekin, yine çekelim. iki gün önce çektiyseniz o iki gün öncede kaldı. Önümüzdeki günlerde de çekmeye devam edeceğiz.

Fotoğraflar tarihtir
Kız Kulesi’nin fotoğrafını çekerken bir çocuk yanıma geldi. “Amca yaa sıkılmadınız mı herkes çekiyor bunu” dedi. Ben de şunu söylemiştim; “Oğlum bak ben de şimdi çektim. Biraz sonra bir daha çekeceğim. Bakarsın Allah korusun bir deprem olur, son kareyi ben yakalamış olurum.” Böyle bir espri yapmıştım. Fotoğraflar tarihtir yalan söylemez.

Çektiğiniz fotoğraflar arasında sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Üçler Mezarlığı’nda bir papatya çekmiştim. Kadraja portre dediğimiz şekliyle yakından alıp görüntüledim. Papatyanın yüzeyinin üzerinde binlerce çiçek olduğunu görmüştüm. Şaşırdım . Papatyanın beyaz yaprakları vardır. Ortasındaki sarı yerde iç içe bir sürü çiçek olduğunu hiç bilmiyordum. Yine Musalla Mezarlığı’nda bir su damlası fotoğrafı çekmiştim. O su damlasının içerisinde bir insan figürü yakalamıştım. Belki de makinenin bir titreşimiyle oluşmuştur. Fotoğrafı incelerken dinleniyorsunuz. Biri size nefesinizi tutun dese bir müddet tutarsınız. Fotoğraf çekerken nefesinizin kesildiğini hissedersiniz. Mesela ben kelebek fotoğrafı çekerken nefesimin kesildiğini, soluksuz kalıp hareketli bir nefes alışımdan fark ediyorum. Bir de beni en çok etkileyen fotoğraflardan biri şu oldu; Hasan Dağı’na fotoğraf çekmeye gittiğimizde orada yaşayan bir Rukiye ninemiz vardı. Bizi kapıda karşılamıştı. İçeriye girdiğimizde son derece fakir, ayağındaki ayakkabının yırtıldığını ve onu iple tutturduğunu, çoraplarının olmadığını gördük. Çalı çırpı yakarak bizlere çay yapan bu nine bizi çok duygulandırmıştı. İşte tekrar son olarak söylüyorum ki bu fakir nineyle buluşmamızı sağlayan yine bir fotoğraf merakıdır. Tüm hali vakti yerinde olan fotoğraf sanatıyla uğraşan arkadaşlarımızdan da tek bir isteğim var, yurdumuzun herhangi bir yöresinde bulunan bu fakir insanlarımızın sadece fotoğrafını çekmekle kalmasınlar, onlara maddi ve manevi yönden yardımcı olsunlar…

 

FOTOĞRAF SANATIYLA UĞRAŞAN KİŞİLERDEN KORKMAYIN,
ONLAR TÜM CANLI VE CANSIZ YARATILMIŞLARIN DOSTUDURLAR

Add comment