Mehmet Ektem

Foto Ektem Sahibi

Foto Ektem Sahibi Mehmet Ektem Dedenizin fotoğrafı burada

Foto Ektem Sahibi Mehmet Ektem Dedenizin fotoğrafı burada

Dedenizin fotoğrafı burada
Foto Ektem Sahibi Mehmet Ektem 

Acı, tatlı, bazen buruk,  bazen hüznün tarihi belgeleri, asra yakın bir zamandır Foto Ektem’de yaşatılıyor. Cumhuriyet Tarihinin Konya’sı,  ömrünün büyük bir bölümünü Konya Çarşısında, Postane civarındaki dükkânlarda fotoğraf çekerek geçiren Ahmet Hamdi Ektem’in objektifinde yeniden hayat buluyor. Arşivler saklanıyor, siyah beyaz kareler gözlerde hafif bir buğu, dudaklarda minicik gülümseme bırakıyor. İnşaat Teknikerliği ve Çevre Mühendisliği eğitimi aldığı halde bu alanları bir yana bırakıp ata yadigârını yaşatmak için işin başına geçen Mehmet Ektem’le siyah beyaz kareleri ve fotoğrafı konuştuk…

 

Foto Ektem deyince akıllara tarihin belgelerini elinde tutan bir isim geliyor. Kuruluşu ne zaman?
1926 yılında Dedem Ahmet Hamdi Ektem tarafından kuruldu. Dedem ilk girdiği kunduracılık mesleğini sevmemiş. Sonra bakmış ki fotoğrafçılar daha farklı çalışıyorlar. Üç bacaklı ahşabın üstünde perdenin altına giriyorlar bakıyorlar resim çıkıyor. Bu ilgisini çekmiş. Sonra bu mesleğe dalmış. Tabi o zamanki meslek şimdikinden çok farklı. Köyde, kasabada birilerinin fotoğrafı çekilecekse dedem bisikletine binip onun fotoğrafını çekmeye gidermiş. Bir ihtiyaç için Konya’ ya inerlerse o zaman fotoğraf ihtiyaçlarını görürlermiş. Diğer türlü acil bir durumda fotoğrafçıyı eve çağırırlarmış. Kilometrelerce asfaltsız yol. Çok meşakkatliymiş o zamanlar. Tamamen bir hizmet anlayışı. Bir de tüm Konya’daki fotoğrafçı sayısı birkaç tane. Ermeni ve Yahudi birkaç fotoğrafçıdan başka bu işi bilen de yapan da yok.

Babanız da bu mesleği sürdürmüş. Onun mesleğe girişi ne zaman?
Babam 6 yaşındayken dedemin yanında çırakmış. Doğumu da 1928. 1995 yılına kadar sürdürdü. Ben de 1995 yılında üniversite hayatını ve askerliği bitirdikten sonra atölyeyi devraldım. Kıyamadığım için de diplomalarımı ilk etapta bir kenara bırakıp bu mesleğe girdim.

Sizin de bir çıraklık döneminiz oldu mu?
Tüm tatil günlerim, okuldan kalan tüm zamanlarım babamın yanında, işyerinde geçti. O zamanlar iş o kadar çoktu ki. 1980 yıllarda 10 yaşlarındaydım. Bir pazar günü saat 8’de kahvaltımı yapmış babamla dükkanın yoluna düşer vaziyetteyim. Nihayetinde bir çocuğum. Doğal olarak hiç hoşlanmıyorum. İşe zoraki, baba baskısıyla gidiyorum. Ama baskı, korku, sevgi, saygının arasında bu meslek tamamen yüreğimize kazınmış. Yani bir pazar sabah 8’den akşam 8’e kadar bir çocuk durur mu? Hadi yaz günü oyalanırsın, vakit geçer. Ama kış günü de aynı şekilde. İşte askerler çarşı iznine çıkar, kapıda asker fotoğrafı çektirmek için kuyruktalar. O dönemde ailesi yanındaysa ya da üstüne yeni bir giysi almışsa fotoğraf çektirilir. Hafta sonları böyle geçerdi. Bayram hazırlığı gibi bir şey. Ama yine de keyif alırdık.

1926 yılından bu yana adeta bir tarih kaydedilmiş. Bu fotoğraflar arşivlendi mi?
1926 yılından beri duran fotoğraf arşivimizi hala saklıyoruz. Hepsi filmde. Şu anda 450 bin adet film diyebilirim. Bizde fotoğraf çektiren her kişinin bir numarası var. Anı grubumuz var. O anı grubunda insanlar hakikaten çok hazırlıklı. Yani insanlar bugün bir düğüne giderken nasıl hazırlanıyorsa öyleler. Boy fotoğrafında pırıl pırıl ayakkabılar görüyorsun. Erkeklerde takım elbise, kravatlı, kadınlar da fistanlarını giymişler, takısı varsa kollarda, boyunda. Dudakta koyu renk bir ruj, yüzdeki makyaj tabi siyah beyaz olduğu için çok belli değil. Ama tonaj olarak bir miktar insan tonun dışında olduğu gözüküyor. Güzel anlar ve o dönemden çocukluğuma kadar gördüğüm bir şey varsa fotoğrafçıya duyulan müthiş saygı. Bu saygı ta ki dijital makine çıkana kadar devam etti.

Artık fotoğrafçılıkta sanatın yerini teknoloji aldı diyebilir miyiz?
Teknolojinin içinde biz 8 -10 bıçak arası kaldık. 1999 yılından sonra teknolojiye yenik düştük ve 2000 yıllardan bugüne hızlı bir düşüş yaşadık. Fotoğraf çektirme sayısının azalması değil sadece. Fotoğraf baskısındaki adetler düştü. İnsanların fotoğraf bastırma miktarı da azaldı. Bu da fotoğrafçının gelirini düşürdü, kendini yenilemekte zorlandı. Ben de 1926’dan bu yana ayakta kaldığı için bu mesleği sürdürüyorum. Hedefim 100 yıl. Foto Ektem ismini 100 yıla ulaştırmayı hedefliyorum. Bu yüz yıl içinde de sayıyı bir milyon kareye çıkarmayı istiyorum. Şu an 700 binlerdeyiz. Ben 3. Kuşağım ama 4. kuşak gelir mi bilmiyorum. Çocuklarımın ikisinin de merakı var. Kızım 1 buçuk, 2 yasındayken fotoğraf makinesini nasıl tutacağını biliyordu. Okulda hobi olarak fotoğrafçılık kursuna gitti. Telefonla sürekli çekim yapıyor.

Konya’da fotoğrafçılık erkek mesleği gibi..
Aslında bu meslek tam bir kadın mesleği. İnce, hassas bir sanat. En ufak detayına kadar incelenmesi gereken bir meslek. Bir gelin damadın kır çekimi veya stüdyo çekimi yapıldığında gelinliğindeki kupüründen tutun da, damadın ceketindeki mendiline kadar bakılır. Kadınlar iyi gözlemcidir. Gözlemcilik meslekle birlikte de gelişebiliyor. Ben de iyi bir gözlemciyim, fazla detaycıyım. Simetri hastalığım var. Normal hayatıma da çok yansıyor. Kafa her şeyin fotoğrafını çekiyor. Masamda bir şeyin yeri değiştiğinde hemen bilirim. Bu meslek çok ince, pimpirikli.

100 yıla yakın bir zaman. Foto Ektem imzalı fotoğraf evlerin çoğunda vardır değil mi?
40 yaşın üstündeki insanların pek çoğunun evindeki fotoğraf albümlerinde varızdır. Yani şu an için 40 yaşında olan çok insanın fotoğraf arşivine girmişizdir. Her üç evden ikisinde varız da diyebiliriz.

Eski Konya fotoğraflarında da sizin imzanız var. Bu aslında önemli bir tarihi değer de taşıyor.
Hepsi dedemin çektiği fotoğraflar. Hepsi arşivimizde duruyor. Cam film denilen 10’a 15 ebadında bir yapısı var. Bildiğiniz pencere camı olarak düşünün. Kalınlığı 2 milimetre. Bu mikroskoplardaki lam, lamel alta üste koyulan camların kalınlığı kadar. Bu o dönem kullanılan bir filmmiş. 1920’lerde hem fotoğrafçı hem camcı gibi çalışılmış. Yeri geldiğinde kesmek zorunda. Çok daha meşakkatli, müthiş detaylar var. O filmler işte bizim çektiğimiz dijital teknolojide çözünürlüklerin kat be kat üzerinde. Bir 36’lık filmde bile o filmin almış olduğu piksel yapısı bugünkü 20 mega piksel çözünürlüğe denk. Zamanında beğenmediğiniz 36’lık film. Bir de rolleri vardı. Cep telefonlarımızın büyüklüğüne yakın bir format. Bu filmlerle güneş ışığında çekiliyor Üç bacaklı siyah örtülü alaminüte makineler. Fotoğrafçılar stüdyoda çekerken 5400 Kelvin’i yakalarız. Fotoğraf stüdyolarımızdaki ışıklarımızda 5400 Kelvini tutturmaya uğraşırız.. O dönem her şey dışarıda. Bir vesikalık fotoğraf bile gün ışığında çekiliyor. Siz detaya bir bakın. Kâinatın güneşinin verdiği etkiyi düşünün. Fotoğrafta bir de bunu 10*15 ebada çekildiğini. Çözünürlüğün haddi hesabı yok. Yani 100 mega piksel gibi bir çözünürlük ortaya çıkıyor. Şu an için teknoloji bu çözünürlüğü elde edebiliyor ama bu çözünürlükteki makinelerin fiyatları alınabilecek gibi değil; 40 ila 60 bin dolarlar. Siyah beyaz filmli fotoğraflarımız organik, bunlar sera ürünleri. Bir nevi sera fotoğrafçısı olduk.

Arşivinizi yayınlamak gibi bir planınız var mı?
Bunu düşündük. Fotoğrafların orijinal kalitede taranabilmesi için tarayıcı makinelerinin çok yüksek çözünürlükte olması lazım. Bir kaç filmi taradık dakikasını ölçtük. Uzun yıllar alacak gibi gözüküyor ama mutlaka gerçekleştireceğimiz bir çalışma olacak. Arşivimizde çok değişik fotoğraflar var. Eski fotoğrafları araştırırken bir ameliyathanede çekilmiş fotoğraf bile gördüm. Bir ambulans şoförü ambulansın önünde fotoğraf çektirmiş. O zamanın ambulansı kamyondan bozma bir ambulans. Arşivimizi zaman zaman araştırmacıların, üniversitelerde doktora tezi yazan, akademik kariyeri için çalışmalar yapan kişilerin hizmetine de sunuyoruz.

Neden fotoğraf stüdyosu değil de fotoğrafhane diyorsunuz?
Adı bu. Bizlere fotoğrafçı; fotoğrafların çekildiği yere de fotoğrafhane denir. Yani fotoğrafçının evi. Çünkü fotoğrafçı fotoğraf dükkanından kolay kolay çıkamaz. En az çalışacağı zaman 12, 13 saat. Özellikle okul mezuniyet dönemlerinde saatte bin tane fotoğraf basan bir makinede 1 buçuk gün boyunca uykusuz vaziyette iş yetiştireceğim diye Ben çok çalıştım, bu tempoda aylarca devam ettim; sene 2006’lara kadar.

Keyfi çıkıp fotoğraf çekmek ayrı, bu işi meslek edinmek ayrı. Bu işi meslek edinecek kişi bulmak sizin için zor değil mi?
Bizim eleman bulup çalıştırabilmemiz, bunu eğitebilmemiz, kişinin bu mesleğe gönül verebilmesi gerçekten çok zor. Bu aslında bütün meslek gruplanın sıkıntısı. Belli bir yaştan sonra alabildiğiniz elemanı şekillendirmek, çalışma ahlakını vermek çok zor. Hiç durmadan iğneyle kuyu kazar gibi. Fotoğrafla ilmek ilmek uğraşacaksın, sabah erkenden gelip akşam geç saatlerde çıkacaksın. Büyük sabır gerektiriyor. Şimdi insanların hiç sabrı yok. Ortamlar çok gergin, stresli. İnsanların hoşgörüsü kalmamış. Dolayısıyla ben 18 yaşında kanı fıkır fıkır kaynayan bir genci alacağım, gel burada dur diyeceğim. Elinin altında telefon var, sosyal medya var onlarla uğraşacak. Bizim işimiz buna uygun değil. İşten koptuğun an ekrandan en son nereye nokta vurdum, nereyi rötuşladım diye şaşırırsın.

İlk çektiğiniz fotoğraf neydi?
Vesikalık fotoğraftı. Eskiden fotoğraflar karakalemle rötuşlanırdı. Babam bana rütuşlamayı film üzerinde anlatmak yerine müşterisinin istemiş olduğu büyük boy fotoğrafın üzerinde öğretti. Fotoğraf çekilen film, banyosu yapılıp da gün ışığında film özgür hale geçtikten sonra, bu film (negatif) üzerinde rötuş yapılır. Rötuşlanan film ardından o dönemlerde siyah beyaz fotoğraf kağıdına karanlık odalarda baskısı yapılır. Fotoğraf küçük olarak basıldığında negatif üzerinde ki rötuş adı verilen kurşun kalem izleri belli olmaz. Ama aynı fotoğrafı büyük ebatta duvarlarımıza asacak kadar büyütüp de baskısını yaptığımızda rütuş izleri belli olur. Büyüttüğünüz fotoğraf üzerinde çizikler gözükür. Rötuş boşlukları yorgan iğnesi uzunluğunda ucu açılmış kurşun kalemle nokta nokta fotoğraf üzerindeki çizikleri pozitiflersiniz (doldurursunuz). Ağaç reçinesinden kimyasal maddeler yoluyla üretilmiş Matolen denilen maddeyi fotoğrafın üstüne sürersiniz, sonra işlemeye başlarsınız. Rötuşu babam bana en ağır şekilde öğretti. Bir fotoğrafın üzerinde iki gün rötuş yaptığımı bilirim. Ustaya (babama) yaptığım işi beğendirebilmek çok zordu. Işık tepeden direk gelecek, dik oturacaksınız, fotoğrafa fazla yaklaşmayacaksınız, tane tane dolduracaksınız ve ustan, baban var başında. Baba oğul ilişkisinin dışındasın. Usta çırak ilişkisi hakim. Sabrı öğretiyor size.

Hala aile fotoğrafı çektirmek için gelenler var mı?
Bebeklikten aldığımız insanlar var. Ailesinden bizi görmüş, alışkanlık haline gelmişiz, fotoğrafa her ihtiyacı olduğu dönem ve yaşlarında bize uğramış. Üniversite mezuniyetinden tutunda nişanlanırken, evlenirken bize geliyor. Çocukları oluyor onu çekiyoruz. Foto Ektem geleneği dededen toruna devam ediyor.

Add comment