Darbe girişimi; büyük bir projenin parçasıdır
Prof. Dr. Orhan GÖKÇE
15 Temmuz, Türkiye’nin siyasi tarihinde görülmemiş bir saldırıdır. Bu saldırı, bir ülkenin tüm insan ve ekonomik kaynağını kullanarak ülkeyi içeriden çökertmeye, içeriden işgal etmeye dönük bir girişimdir. Sonuçları sadece Türkiye’yi değil, bütün coğrafya için sarsıcıdır. Halkımızın feraseti ve iyi bir liderlikle bu girişim şu an için geri püskürtülmüştür.
15 Temmuz ve sonrası yaşananlar ile ABD ve Avrupa’nın bu tutumunu ve FETÖ ile olası mücadele yöntemlerini Selçuk Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset Bilim Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan GÖKÇE ile konuştuk.
FETÖ, yönetim tarihimizde bir dönem başarıyla uygulanmış olan devşirme sistemine benzer bir modelle insan kaynağını oluşturmuştur. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu devşirme sistemi üzerinden elde ettiği yetenekli çocukları çok iyi bir eğitimden geçirerek devlet yönetiminde kullanmıştır. Bu modeldeki amaç, devletin belirli gruplar ve sınıflar tarafından ele geçirilmesini engellemektir. Böylelikle de devleti bütün toplumsal sınıflar ve gruplar karşısında adalet üzerinden hareket edebilen bir yapı haline getirmektir. Devşirme sistemi aracı ile yetişenler liyakat temelinde mutlak itaate dayalı olarak kul statüsündedir. Bu mutlak itaat, padişaha ve devlet çıkarlarınadır. Özellikle devletin toplumsal grupların aracı veya belli bir grubun devleti ele geçirmesinin engellenmesinde bu modeli mükemmelleştiren padişah olarak Fatih Sultan Mehmet gösterilir.
FETÖ de, bu sistemi örnek almışa benzemektedir. İnsan kaynağını küçük yaştaki çocukları dershane sistemi üzerinden seçerek kutsal bir amaç atfedilen liderine mutlak itaate dayalı bir örgüttür. Dershane sisteminde çocukları eğitmemektedir, bunları ideolojik olarak kendine devşirmektedir. Örgütün gizliliği noktasında İttihat Terakki’nin temellerinden biri olan Osmanlı Hürriyet Cemiyetini örnek aldıkları görülmektedir. Dolayısıyla gizlilik açısından o zamandan bu tarafa Türkiye’nin gördüğü en geniş ağa sahip bir yapı ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu açıdan FETÖ’nün işleyiş mantığı ve bu örgütte yer alan bireylerin davranışları çok iyi analiz edilmek durumundadır.
15 Temmuz darbe girişimi hakkında birçok şey yazıldı, söylendi. FETÖ’cüler neden böyle bir darbe girişimine kalkıştılar, amaçları neydi ve kimden destek gördüler. Bu sorulara ilişkin bakış açınızı öğrenebilir miyiz?
Genel kanaat, 15 Temmuz darbe girişiminin FETÖ’nün küresel güçlerle işbirliği içerisinde planladığı yönündedir. Bu görüşe ben de katılıyorum. Darbe girişimin iki amaçla gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Bunlardan ilki, kral çıplak diyen, küresel güçlerin Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya yönelik yeniden yapılandırma planlarına karşı çıkan, kendisine biçilen rolü kabul etmeyen Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaseten bitirilmesi ya da yok edilmesidir. Diğeri de, Türkiye’nin FETÖ’nün temsil ettiği düşünülen(!) yeni küresel güçlerle mutlak uyumlu sünni İslam’ın yeni bir yorumu çerçevesinde dönüştürülmesi, yeni bir toplum yaratılması, “altın nesil” diktatörlüğü inşa edilmesidir. Bu noktada FETÖ’nün amacı ile küresel güçlerin amacı örtüştüğünden darbe girişimi küresel güçlerin öncülüğünde FETÖ’cü askerler ve sivil kanadı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan darbe girişimi, büyük bir projenin parçasıdır.
Şayet darbe girişimi başarılı olmuş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bertaraf edilmiş olsaydı, o zaman Türkiye’nin ABD’nin ve AB’nin kontrolünde güç dengelerini sarsmadan parçalanması, bölünmesi yolu açılmış olacaktı.
ABD ve Avrupa’da son yıllarda yoğunluğu ve şiddeti giderek artan Erdoğan düşmanlığı kurgusunun sebebi, darbe girişimine zemin oluşturma çabası olabilir mi?
Cumhurbaşkanımıza karşı ABD’de ve Avrupa’da uzun süredir yoğun bir itibarsızlaştırma kampanyası yürütülmektedir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanımızın otoriter olduğu ve öngörülebilir olmadığı, radikal terör örgütlerini desteklediği iddiaları gündeme getirilmektedir.
ABD ve Avrupa, Mısır darbe lideri, krallar ve nice otoriter liderler ile iş yapmaktadır. Bu liderlerin hepsi, ABD, İngiltere, İsrail ve AB ile yakın işbirliği içerisindedirler. Bu açıdan bunlar ABD için bir tehdit oluşturmamaktadır. Cumhurbaşkanımız ise, Türkiye’nin çıkarlarından taviz vermeyeceğini, Türkiye’ye her istediklerini yaptıramayacağını ve bölgesinde Türkiye’nin de söz sahibi olduğunu sürekli vurgulayarak Türkiye’ye ve kendisine biçilen rolü üstlenmemektedir ve dolayısıyla onlar açısından tehdit oluşturmaktadır. Demokratik süreçlerle seçilmiş olan Cumhurbaşkanımız, kabul görmüş küresel değerler üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda Cumhurbaşkanımıza karşı otoriter, DAEŞ gibi terör örgütlerini destekliyor gibi söylemler üzerinden Batı ve dünya kamuoyunda olumsuz bir algı oluşturulmakta, Türkiye gerçeği ile bağdaşmayan yeni bir gerçeklik kurgulanmaya çalışılmaktadır. Bu çabanın sonraki aşamaları, uluslararası bir müdahalenin meşrulaştırıcı zemini oluşturmaya kadar varabilir. Yakın tarihte Irak müdahalesi bunun bariz örneğidir.
Bu nedenle küresel kamuoyunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Türkiye’yi itibarsızlaştırma girişimini yakından takip edip karşı önlem geliştirmek gerekir. Bu ilk bakışta subjektif gibi görünen algı, objektif koşullara dönüştürülerek Türkiye’ye karşı uluslararası bir müdahalenin, bu sefer Suriye üzerinden gelecek bir darbenin zemini olabilir. Bu açıdan Batı kamuoyu ve Güney sınırımız çok yakından takip edilmelidir.
FETÖ’cüler ve işbirlikçileri bu darbe girişiminden başarısız olabileceğini hesaba katmamışlar mıydı?
15 Temmuz darbe girişimi kamuoyunda sanki biraz küçümsenmeye başladı. Aslında darbe girişimi çok ama çok iyi planlanmış. Ancak FETÖ’cü cuntacılar, darbe girişimini altın (!) subayların emekli edileceği endişesi ve sızma olduğu düşüncesiyle erkene çekmişler. Burada bir aksaklık yaşanmış. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halka seslenişinde biraz gecikme yaşanmış olsaydı, halk bazı televizyon kanallarının çağrısına, Başbakana, Cumhurbaşkanına anında tepki vermiş olmasaydı, polisin karşı duruşu ve ordu içerisinde FETÖ nefretçileri olmamış olsaydı, İncirlik üssünün elektriği kesilmemiş olsaydı, başarılı olma ihtimalleri çok yüksekmiş.
FETÖ’cülerin darbe girişiminin başarısız olacağını pek hesaba katmadıkları anlaşılıyor. Onlar, dışa kapalı bir yapıya sahip oldukları için toplumda meşruiyetlerini kaybettiklerinin ve toplumun bu örgütün gerçek yüzü ile ilgili zannettiklerinden çok daha fazla bilgiye sahip olduğunun farkında değillermiş. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı toplumda karşılığını hemen bulmuş ve darbe girişimi başarıyla geri püskürtülmüştür.
FETÖ, 17-25 Aralık sonrası ara ara darbe almasına rağmen gücünü ciddi anlamda korumaya devam etmiştir. Darbe sonrası işleyen hukuki süreçte bu durum gün geçtikçe daha net ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm ikazlarına rağmen gerek AK Parti içerisinde gerekse çoğu kurumda (bazı kurumlar istisna) bu örgütün tasfiye edilmesine yönelik çabanın çok yetersiz olduğu açıkça görülmüştür. Bundan sonra mücadelenin tavizsiz ve titizlikle yürütülmesi gerekir. Çünkü genel kural şudur: Yenilgi tam olursa bu karşıda uyuşukluk ve dağılmaya yol açar, yenilgi yarım olursa bu intikam hissiyle yeni bir hesaplaşmanın yolunu açar. Bu söylem doğrultusunda eğer bu sefer de yenilginin tam olmasına yönelik doğru çalışmalar yapılmazsa, yeni bir karşı hesaplaşma dönemi başlayacaktır.
Siz, darbe girişimi sürecinde FETÖ’cülerin çıldırmışlık düzeyine ulaşan akıl ve vicdandan yoksun davranışlarını nasıl açıklıyorsunuz? FETÖ’cüler nasıl bir kişilik yapısı göstermektedirler?
FETÖ, yönetim tarihimizde bir dönem başarıyla uygulanmış olan devşirme sistemine benzer bir modelle insan kaynağını oluşturmuştur. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu devşirme sistemi üzerinden elde ettiği yetenekli çocukları çok iyi bir eğitimden geçirerek devlet yönetiminde kullanmıştır. Bu modeldeki amaç, devletin belirli gruplar ve sınıflar tarafından ele geçirilmesini engellemektir. Böylelikle de devleti bütün toplumsal sınıflar ve gruplar karşısında adalet üzerinden hareket edebilen bir yapı haline getirmektir. Devşirme sistemi aracı ile yetişenler liyakat temelinde mutlak itaate dayalı olarak kul statüsündedir. Bu mutlak itaat, padişaha ve devlet çıkarlarınadır. Özellikle devletin toplumsal grupların aracı veya belli bir grubun devleti ele geçirmesinin engellenmesinde bu modeli mükemmelleştiren padişah olarak Fatih Sultan Mehmet gösterilir.
FETÖ de, bu sistemi örnek almışa benzemektedir. İnsan kaynağını küçük yaştaki çocukları dershane sistemi üzerinden seçerek kutsal bir amaç atfedilen liderine mutlak itaate dayalı bir örgüttür. Dershane sisteminde çocukları eğitmemektedir, bunları ideolojik olarak kendine devşirmektedir. Örgütün gizliliği noktasında İttihat Terakki’nin temellerinden biri olan Osmanlı Hürriyet Cemiyetini örnek aldıkları görülmektedir. Dolayısıyla gizlilik açısından o zamandan bu tarafa Türkiye’nin gördüğü en geniş ağa sahip bir yapı ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu açıdan FETÖ’nün işleyiş mantığı ve bu örgütte yer alan bireylerin davranışları çok iyi analiz edilmek durumundadır.
FETÖ’cüler ya da bu tarz kapalı ve gizli ajandaları olan örgütlerde yer alan insanların kişilik yapısına ilişkin ülkemizde bilimsel çalışmalar mevcut değildir. Ancak uluslararası düzeyde bize yardımcı olabilecek bilimsel bir çalışma vardır. Bu çalışma ikinci dünya savaşı sırası Almanya’da yaşanan insanlık dramını açıklamaya yöneliktir.
FETÖ’yü açıklayabilmek için bu çalışmadan alabileceğimiz iki kavram vardır. Bu kavramlar sahte kimlik ya da kişilik silinmesi ile gasp etme kompleksi kavramlarıdır.
Sahte kimlik ya da kişilik silinmesi kavramı; kişilerin sosyal yaşamlarını adeta bir yalan sahnesine çevirip çeşitli kimlikler içinde rol yapmalarını ve buna bağlı olarak da, süreç içerisinde gerçek kişiliklerini kaybetmelerini ifade etmektedir. Sahte kimlik, yani benimser gibi yaptığı kişilik ile gerçek kişiliği arasında uyumsuzluk olan kimselerin düşünce ve davranışları normal insanlarınkinden farklıdır. Bu tipteki insanlar, gizlenmek için sürekli farklı kimlikler taşıdıkları için pek çok kişiliği aynı anda sahip olabilirler. Dolayısıyla farklı kişiliklerin toplumsal hayattaki davranışları aynı insan için birbirinden tamamen zıt tanımlamaları karşımıza çıkarmaktadır. Amaç, araçları meşru kılar anlayışına sahip olan bu insanlar, yaptıkları etik ve hukuki olmayan davranışlarını da kendilerinin ulvi amacı olduğunu ileri sürerek dışarıya karşı ve kendi içlerinde meşrulaştırmaya çalışırlar, bu amaçla sosyal sermayelerini güçlü tutmaya çalışırlar, kolayca yalanlar söylerler. Sürekli mış gibi yaptıkları için bunlarda kişilik silinmesi, yani kişisizlik oluşmaktadır.
Korkak, tehlikeli ve acımasızlar
Yaşamları bir yalan sahnesine benzeyen bu kişiler, mensubu oldukları örgütün diğer üyeleri ile kendilerini bağlayan, tutkal işlevi gören sırrı dahi pek paylaşmazlar. Mesela FETÖ’nün örgüt üyelerinde bulunan 1 dolarlar bu sırrı temsil ediyor olabilir. Kendi örgütlerine ve liderleri olarak gördükleri kişilere ait bilgileri ne pahasına olursa olsun hiç paylaşmazlar, duymuyor ve bilmiyormuş gibi davranırlar. Kendilerine farklı toplumsal ve siyasi kimlikler edinmek, insanlarla bu kimlikler üzerinden temas kurmak takdire şayan bir davranıştır. Bu nedenle bu kişiler açısından bugün A partisinin ya da cemaatinin savunucusu olmalarında, yarın B partisinin ya da cemaatinin savunucusu olmalarında ve ona uygun roller benimsemelerinde bir sakınca yoktur. Bu kişiler çok korkaktır; bu nedenle grup oldukları zaman çok tehlikelidirler. Kendileri gibi olmayanlara ya da benzemeyenlere karşı da acımasızdırlar.
Gasp etme kompleksi ise, kendini güçlü gören ve gizli amaçlar taşıyan örgütlerin kendilerine rakip gördükleri grupları/kişileri itibarsızlaştırarak iktidardan uzaklaştırarak gücü ele geçirme girişimini ifade etmektedir. Başka bir deyişle gasp etme kompleksi, sahte kimlikli bireylerin kendilerine rakip olarak gördükleri kişilere (aynı etnik grup veya inançtan olsa da) düşmanlık üretmelerini, bertaraf etmek istedikleri grup ya da kişilerin düşmanlarıyla her hal ve şartta işbirliği yapmalarını ifade eder. Bu bağlamda iftira, yalan, tuzak, kumpas onlar için sıradan işlerdir.
Erol Göka’nın da belirttiği üzere, gerçek kimlik ve ideal sahiplerinde gördüğümüz metanet, dirayet, cesaret gibi erdemlerin zerresini onlarda mikroskopla arasanız dahi bulamazsanız. Hayatları hayat, idealleri gerçek ideal olmadığı için gerçek kişiliklere karakterini veren erdemler onların hanesine uğramaz. Aileden getirdikleri sağlıklı özellikler ifsat olur, var gibi görünen erdemler de sathi ve halin icabı olup gerektiğinde tam tersi bir hale dönüşüverirler.
Bu durum, FETÖ mensuplarının kimlik edinimi sürecinden kaynaklanmaktadır. FETÖ’cülerin sosyalleşmeleri ve kimlik edinimleri normal insanlarınkinin aksine (onlarınki aile, okul ve arkadaş) gerçek dünyadan kopuk ve dışa kapalı bir örgütsel yapı içerisinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Örgütsel yapılar içinde yetişenlerin doğal olarak kimlikleri ya olmamakta ya da çok zayıf kalmaktadır. Daha ortaokul çağında FETÖ’nün kucağına yıllardır teslim edilen çocukların sayısını şöyle genel olarak düşünecek olursak, bizi bekleyen durum ya da tablo korkutucu, ürperticidir.
Bu açıklamalarınızdan Türkiye için FETÖ tehdidinin henüz bitmediği, tehlikenin henüz geçmediği sonucunu mu çıkarmamız gerekiyor?
Mülki İdare amirlerinin çoğunluğu, yargının çoğunluğu, ordunun neredeyse tümü, emniyetin çoğu, eğitim kurumlarının ve üniversitelerin çoğunluğu, sermayenin çoğunluğu FETÖ’cülerin işgali ve istilası altındadır. Bunu ilgili Bakanlar da söylediler.
15 Temmuz sonrası ülke genelinde büyük bir temizlik operasyonu başladı, önemli aşamalar kaydedildi. Ancak bugünden yarına bütün kurumları FETÖ’cülerden temizlemek, hepsini kurumlardan söküp atmak mümkün değil, hatta çoğunu tespit etmek dahi mümkün değildir. Bu açıdan tehlike henüz geçmiş değil, ayrıca uzunca bir süre daha geçmez. Ama şu anda gücü kırılmıştır. Darbe girişimi öncesi emniyeti, mülki idareyi, medyayı büyük ölçüde kaybetmişti; darbe sonrası da son kaleleri olan ordu ile birlikte üniversiteleri, sermayedarlarını ve STK’larını kaybetmiştir. Bu nedenle şu anda yeni bir darbe girişiminde bulunmaları mümkün gözükmemektedir. Ama FETÖ elebaşı, “ahmak” dediği toplumu cezalandırmak için uyuyan hücrelerini çeşitli şiddet eylemleri gerçekleştirmek için harekete geçirebilir. Mesela üniversiteler açılınca öğrenci eylemleri olabilir. PKK ya da PYD ve DAİŞ ve diğer terör örgütleri bombalı eylemlerini arttırabilir, futbol müsabakaları başladığında taraftar çatışmaları olabilir vs.
Ağlar henüz çözülmedi
FETÖ bugüne kadar toplum-devlet/bürokrasi-siyaset-ekonomi alanında çok iyi örgütlenmiş, güçlü bir ağa sahipti. Bu ağlar henüz çözülmedi, çözülemedi. Siyasi iktidarın ve güvenlik bürokrasisinin öncelikli hedefi, bu ağı çözmek, örgüt yapısını analiz etmek olmalıdır. Son operasyonlar ile FETÖ’nün sermaye ayağına büyük bir darbe vuruldu. Mücadelenin kilit noktası, FETÖ’ye para akışının kesilmesidir. Ancak para akışı kesildiği zaman, uluslararası ve ulusal düzeyde etki potansiyeli kontrol altına alınabilir. Bu açıdan sermaye ayağı mutlaka çökertilmelidir; Mevcut mücadelede Hz. Mevlana’nın verdiği örnekte olduğu gibi her kurum gözü bağlı şekilde filin bir parçasını tutuyor ve elinde tuttuğu parçadan hareketle bütüne ilişkin çıkarımda bulunmaya çalışmaktadır. Ama filin bütününü henüz gören yoktur. Bu durum, FETÖ ile mücadelede etkin politika oluşturma ve uygulama sürecini zorlaştırmaktadır. Riski azaltmak için hızla fili tüm boyutlarıyla tanımak, tanımlamak ve açıklamak zorundayız.
Gaziantep’te yaşanan terör saldırısında FETÖ’nün de rolü var mı?
Önce bu vahşi, insanlık dışı terör eyleminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine de başsağlığı dileklerimi iletmek isterim. FETÖ’cüler, 15 Temmuz öncesinde de bu türden terör saldırılarında hep varlardı. Çünkü FETÖ ve tüm terör örgütleri, belli bir merkez tarafından yönlendirildikleri için işbirliği yapmaları çok kolaydır. Bu açıdan bu tür terör saldırıların içinde olduklarını düşünüyorum. Ayrıca TSK, Emniyet, bürokrasi içinde bulunan ve henüz deşifre olmamış FETÖ’cüler, TSK’den, emniyetten, bürokrasiden atılan binlerce teröristlerin intikamını almaya çalışacaklardır. Bu nedenle de bundan böyle PKK ile, DAİŞ ile ortak yürütülen eylemlerin oranında artış olma ihtimali çok yüksektir. Çok hassas ve dikkatli olmak, FETÖ’cülerin çökme noktasına getirdikleri güvenlik birimlerini hızla yeniden inşa etmek gerekmektedir.
Peki ne yapmak gerekir? Sizin önerileriniz nelerdir?
Karşılaştığımız tehdit dünyada ve Türkiye’de daha önceden deneyimlenmiş hiçbir örneğe uymamaktadır. Ama 1989 yılı sonrası iki Almanya’nın birleşme sürecinde Doğu Almanya’nın yeniden yapılandırılması alanında planlama boyunda değil de uygulama kısmında görev alan biri olarak bazı stratejiler önerebilirim.
15-17 Aralık, FETÖ’cülerin yerlerinin değiştirilmesi güvenlik bürokrasisinde ve yargıda ciddi sorunlara yol açmıştır. 15 Temmuz ile birlikte yaşanan süreçte devlet kapasitesi iyice zayıflamıştır. Bu nedenle devlet kapasitesinin yeniden inşası çok acildir. Devlet kapasitesi inşasında şu üç faktörün rolü büyüktür. Bunlar: liyakatlı ve devleti ile milletine sadakatli yönetici, kurumlar için iyi tanımlanmış bir işleyiş kodunun oluşturularak istisnasız uygulanması, uygulama sürecinde bunları tavizsiz uygulayacak personelin görevlendirilmesidir.
Kurumlarımız mevcuttur; sadece bunlara yeniden işlevsellik ve etkinlik kazandırmak gerekmektedir. Bu bağlamda yapılması gerekenlerin başında devletin kritik noktalarındaki mevcut yöneticilerin tümünün görevden alınması ve yeni atamaların yapılması gelmektedir. Kamu bürokrasisinde yaklaşık 2300’e yakın kritik pozisyon mevcuttur. Bu pozisyonlara yeni atanmamış olan bürokratların hepsinin görevden alınması çok önemlidir. Göreve atamalarda mevcut bürokratlardan birçoğu yeniden değerlendirilebilir. Eğer kritik noktalara atamalarda dikkatli olunmaz ise mücadelede başarılı olmak mümkün değildir. Atamalar kadar denetleme de son derece önemlidir. Bu amaçla kurumları denetleyecek kurum dışı uzmanlardan oluşan bağımsız kurulların oluşturulması kaçınılmazdır. Bu kurullar Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, MGK ya da İçişleri Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösterebilir. Bugün mücadele, çok parçalı ve koordinesiz yürütülmektedir. Mücadele stratejileri tek bir elden ve belli bir konsept dahilinde yürütülürse, daha hızlı ve etkin sonuca ulaşmak mümkün olur. Bu açıdan mücadele siyasilerden, kurumlardan ziyade doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı bir bürokrat (MGK Genel Sekreteri ya da Kamu Güvenliği Müsteşarı) tarafından yürütülmesi ve yönetilmesinde fayda vardır.
Aynı zamanda mutlaka Devlet Memurları Yasasında değişiklik yapmak gerekmektedir. Bazı meslek kolları dışında ömür boyu memuriyet anlayışı tartışmaya açılmalıdır. Memuriyete ilk girişte beş yıllık bir uyum ve deneme süresi öngörülebilir.
FETÖ öncelikle kurumların personel dairelerini, personelden sorumlu yöneticilikleri, bilgi işlem dairelerini ele geçirmiş, bu strateji üzerinden kurumları topyekün etkisi altına almıştır. Bu nedenle bütün kamu kurumlarının personelden sorumlu kişilerinin açığa alınması, ardından da yeniden yapılanmaya gidilmesi gerekmektedir.
İçişleri Bakanlığı, 15 Temmuz sonrası FETÖ ile mücadelede en hazırlıklı kurum olarak kamuoyuna yansımıştır. Diğer kurumların pek hazırlıklı olmadığı görülmektedir. FETÖ’nün aranan akıl hocalarının, tepe yöneticilerinin, ideologlarının çoğunun ülkemizde olmadıklarının ortaya çıkması, bunun açık göstergesidir.
Kurumların çoğu mücadele ediyoruz görüntüsü vermek için bazen aceleyle işlem tesis etmektedirler. Bu da zaman zaman mağduriyetler doğurmaktadır. Mağduriyetlerin oluşmamasına özen göstermek gerekmektedir.
FETÖ’nün üyesi olmayan ancak bir şekilde teması olanların üye olanlarla aynı muameleye tutulmamaları önemlidir. Örgüt üyeliği sınıflandırılmak zorundadır ve buna göre bir mücadele ve cezalandırma politikası geliştirilmelidir.
FETÖ, sadece devletin tüm kurumlarını değil sivil alanı da hedefleyen bir örgüttür. Ancak mücadelede bir devletin devletlilik vasfı açısından hayati önemdeki kurumları önceleyen bir mücadele stratejisi geliştirilmek zorundadır. Bu bağlamda güvenlik kurumları (ordu, emniyet, istihbarat) stratejik öneme sahiptir. Bu kurumlarda mücadele tavizsiz ve hızla yapılmalıdır.