HACI AHMET ÖZDEMİR

AK PARTİ KONYA MİLLETVEKİLİ

AK PARTİ KONYA MİLLETVEKİLİ HACI AHMET ÖZDEMİR

AK PARTİ KONYA MİLLETVEKİLİ HACI AHMET ÖZDEMİR

AK PARTİ KONYA MİLLETVEKİLİ
HACI AHMET ÖZDEMİR

Konya’yı güzel günler bekliyor

Küçük yaşta geçirilen bir rahatsızlık, kendiyle barışık bir yaşam, zorlu bir mücadele, başarılarla dolu bir hayat. Ve bizi TBMM’de temsil eden isim. Hacı Ahmet Özdemir’le Ilgın’dan Meclis’e uzanan öykü…

 

Ilgın’da nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Bugünün gençlerine ve çocuklarına kıyasla düşünürsek gerçekten zordu. Dedem ve babaannem Ilgın’daki evimizde kalırlardı. Ben ortaokula başladığım zaman hayattalardı. Hemen bir yıl sonra her ikisini de kaybettim. İki oda bir salon şeklindeki evde yalnız kaldım. Evin arkasında ıssızlığa uzanan bir bahçe vardı. Tam arkasından cılız bir sulama arkının sınırlandırdığı bahçemizde birkaç meyve ağacı, sonradan üzeri kalaslarla ve inşaat tahtalarıyla örtülerek farklı bir amaçla kullanılır hale getirilmiş kireç çukuru… WC, bu bahçenin eve bitişik tek göz ardiye odasının kenarındaydı. On üç yaşımdan itibaren lise bitene kadar bu evde bir başımaydım. Arada bir annemin geldiği oluyordu. Ne yiyordum, ne içiyordum inanın hatırlamıyorum. Herhalde öğün ayırt etmeksizin kahvaltılıkla geçiştiriyordum. Muhtemelen çay sevgim o döneme dayanıyor. Dedem ve babaannem vefat edince koca ev bana kalmıştı. Okul da bir hayli uzaktı. Normal tempoyla 40 dakika yürüyordum. Her gün. Sabah erkenden kalkıp yola koyulduğum için kahvaltı yapmama alışkanlığı edinmiştim. Bu alışkanlığımı eşim değiştirdi. Kışın camlarında buzdan çiçekler açan, ısıtması hayli güç sobalı bu ev, yazın serinliğiyle insanın içine ferahlık verirdi. Galiba o zaman kışlar daha sert geçiyordu. Lapa lapa kar yağardı ve çoğunlukla yola erken çıkmak zorunda olduğum için ayaklarımın altında kütürdeyen kardaki ilk iz benim izim olurdu. Çeşmenin donmaması için su borularının açıkta kalan kısmını sıcak külle beslemek gerekirdi. Bütün sorumluluk üstümdeydi. Böyle bir çocukluk dönemi geçirdim ama benim için tatlı bir dönemdi.

Okul hayatınız da başarılı mıydı?
Birinci olma çabam yoktu. Allah vergisi bir zekâm olduğu söylenir. Hırs yapmadığım halde ilk sıralardan geri kaldığımı hatırlamıyorum. Hırs yapsaydım zannediyorum hep birinci olurdum. En son derecelerimi üniversitede İlahiyat Fakültesi’ni bitirirken ve yurt dışında dil eğitimi alırken yaptım. Diyanet’in üst düzey dini eğitim verilen İstanbul Haseki Eğitim Merkezi’ni de yine hiç zorlanmadan dereceyle tamamlamıştım.

Çocukluk döneminizde en çok özlediğiniz şey ne oluyordu?
Babamı çok özlerdim. Zaman zaman geldiğinde düğün bayram olurdu benim için. Gittiğimde en çok babamla vakit geçirirdim. Annem köy kadınıydı. İşlerin altında boğulmuş, aile yükünün altında ezilmiş bir insan olduğu için bize karşı fazla ilgi gösteremezdi. Babam biraz daha ilgili olduğu için zannediyorum onu daha çok seviyordum. Ama büyüdükten sonra annemle de ilişkilerimiz fevkalade bir düzeye ulaştı. Çok severdik birbirimizi, ben onu çok sayardım. Son iki ayında göğüs kanseri tedavisi yaptırdık. İşte o zaman Konya’ya iyi ki dönmüşüm dedim. Çünkü üniversite ve yurtdışı eğitimi, iş hayatı, akademik çalışmalar derken tam 31 yıl Konya’ya dönememiştim. Her yaz tatilinde, yıllık izinde Konya’ya düzenli olarak geliyordum. Ama yine de Konya’ya ve Ilgın’a doyamıyordum. Hatta telefon numaralarımın sonu hep 42 idi. Öyle bir Konya hasreti, sevdası, Ilgın hayranlığı; aile, anne baba özlemi vardı.

Aileye çok önem vermeniz de hep aile hasreti çekmenizden mi kaynaklanıyor?
Aile herhalde bizleri, Türk toplumunu ayakta tutan bir değer, en önemli ögelerden bir tanesidir. Onun için aileye çok önem veriyorum. Hatta ben geniş aileyi çok seviyorum. Yaşlıların kıymetini hayata veda etmeden bilmek gerekiyor. Onların tecrübelerinden aile ortamı içerisinde yararlanmak gerekiyor. Mevlana Hazretleri’nin şehrindeyiz. Onun çok beğendiğim bir tespiti var. “Gençlerin aynada göremediklerini yaşlılar tuğlada görür” der. Onun için gençlik dönemi çok önemli bir dönem. Heba edilmeden yaşanması, o enerjinin boşa gitmeden millet için, memleket için sarf edilmesi ve harcanması önemli. Bu tip düşünceler bende küçük yaştan itibaren mi vardı, sonradan mı edindim bilmiyorum. Yazın köy camiinde açılan Kur’an Kursu’nda öğrenciydim ama akranlarıma, hatta benden büyüklere hocalık yapıyordum. Ortaokul ve lisede de öyle. Üniversite ile beraber bu yönümün daha ön plana çıktığını biliyorum. Gençlerle üniversite eğitiminden itibaren yoğunlukla meşgul olduğum için bu konuda hassasiyet geliştirmiş olabilirim. Anadolu’nun değişik yörelerinden gelen o gençlere kol kanat germek, kucak açmak, onların barınma ihtiyaçlarını temin etmek, ceplerine harçlık koymak, burs sağlamak, sorunlarıyla uğraşmak benim üniversite hayatım boyunca üstlendiğim misyon oldu. Şimdi bu gençler zaman zaman karşıma çıkıyorlar. Emin olun ben unutuyorum ama onlar unutmamışlar. Diyorlar ki biz geldik, bizi yerleştirdin, burs temin ettin. Bunları yaptığımda yirmili yaşlarımın başındaydım. Bir iki yıl içinde de bu tip hususlar zirveye çıkmıştı. Sosyal işler, vakıf faaliyetleri, dernekçilik çalışmaları çerçevesinde edindiğim deneyimle aile, gençlik, eğitim deyip duruyorum.

Öğrencilik yıllarında da bir eğitmenlik, ağabeylik söz konusu. Yalnız yaşamanız, sizi akranlarınızdan daha çabuk mu olgunlaştırdı?
Belki onların etkisi vardır, belki kişilikten kaynaklanan bir hususiyettir. Yani karakter özelliğidir. Sebepleri üzerinde doğrusu çok kafa yormadım. Ben 20, 21 yaşındayken hiç kimse benim yaşımı düzgün tespit edemezdi. 20 yaşındayken 25, 25 yaşındayken 30, 30’lu yaşlarındayken 40 yaşında tahmin ederlerdi. Şimdi de genç gösteriyorsun salvolarını karşılıyorum. Büyük insanlarla da oturup konuşabilirim, küçüklerle de iyi anlaşırım. Herhalde bu Allah vergisi bir yetenek.

Siz vekil olmadan önce de vakıftı, sivil toplum kuruluşlarıydı derken hep hizmet adına bir şeyler yapmışsınız. Ama vekil olmak isterken hizmet amacınız daha mı farklıydı?
Mehmet Savaş Hocamız var. Konya’nın son dönemlerde yetiştirdiği en büyük değerlerden, belki de başta gelenlerinden bir tanesidir. Çoğu Konyalı tanımaz, bilmez ama yokluk içinde yurt dışına gidip dini ilimler tahsil eden, orada daha öğrenci iken ve yurda döndükten sonra ilim adına bir çok fedakârlığa katlanan müstesna bir âlim. Benim de hocam. Kendisinden İslam Hukuku okuduğum muhterem bir insan, saygın bir Konyalı. Ramazan Bayramı’nda Ahmet Sorgun Bey’le beraber ziyaretine gittiğimizde bana esprili bir şekilde takılmıştı. Nuh (a.s.) önce peygamber gönderildiğini söylüyor, kavmi inanmıyor. Sonra gemi yapmaya başlayınca” Peygamberlikten sonra marangoz mu oldun Ey Nuh?” diyorlar. Espriyi tam anlayamadım ama bana o Arapça cümleyi söyledi. Milletvekilliğimle ilgili olarak dedi ki “Peygamberlikten sonra marangozluk mu Ahmet Hoca, hayırdır?” Çıkarken de “ “Nasıl vekillikten memnun musun?” dedi. Dedim ki “Hocam ümmet-i Muhammed’ e, insanlara yardımcı oluyoruz, mutluyum.” Öyle deyince, kendi hocalarından, İslam dünyasında hakikaten derin izler bırakmış Suriyeli Mustafa es-Sıbâ’î isminde siyasetle biraz meşgul olmuş bir âlim var, ondan bir hatıra nakletti. Sıbâ’î Hoca, hocasıyla siyasete ilişkin konuşurken Savaş Hoca da oradaymış, aralarında geçen diyalogu aktardı. Hocası “Siyaset nasıl gidiyor?” deyince, Sıbâ’î merhum diyor ki “ Hocam beş vaktin dışında geceleri kalkıyordum, Allah rızası için namaz kılıyordum, şimdi onu yapamıyorum.” Hakikaten büyük bir iş yoğunluğu var. O zaman hocasının kendisine söylediği şahane bir cümle var. Diyor ki “Sana kim insanlara yararlı olmanın gece namazı kılmaktan daha az sevap olduğunu söyledi ki?” İnsanlara yararlı olmak çok önemli.

Bununla ilgili benim belleğimde çok güçlü bir sahne var. Adeta bir tiyatro, film sahnesi gibi hemen yer edebilen ve asla unutulmayan. Suriye’de Arap Dil Enstitüsü’nde okurken bembeyaz giysiler giyen, endamlı, başörtülü bir kardeşimiz dikkatimi çekmişti. Ezan okununca namaza çıkıyoruz, geliyor, bazen cemaat yapıyoruz, bize katılıyor fakat yabancı bir ismi var. Sonra ben kendisine dedim ki: “Sizin isminiz nedir?” “ Benim ismim Ayşe” dedi. “Ama size Alman ismiyle hitap ediyorlar” dedim. “Çünkü Almanım” dedi. İhtida etmiş, sonradan Müslüman olmuş bir kardeşimiz, hakikaten dinimizi yaşamaya gayret eden samimi bir Müslüman’dı, ben öyle gördüm. Mezun olurken bir albüm çıkarttık. O albümde herkese hayatta ilke edindiğiniz bir sözü yazın demişler. Herkes yazdı biz de yazdık. Bu kardeşimiz de, şu Hadis-i Şerifi yazmış “ İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olanlarıdır”. Yani siyaset insanlara, ülkenize faydanızın dokunduğu, doğup büyüdüğünüz topraklara, vatanınıza faydanızın dokunduğu bir alan olarak ön plana çıkıyor. Davutoğlu Hoca’nın bir sözü vardı, çok hoşuma gitmişti. Diyor ki “ Siyaset bir meslek değildir, misyondur.” Benim bir mesleğim var, öğretim üyesiyim. Bu memleketin evladıyım, bu memlekete borcu olduğuna inanan bir insanım. Ailesine, gençlere, Türklere, Müslümanlara, İslam coğrafyasına, gönül coğrafyamıza ve insanlığa… Evet, bütün bir insanlığa borçluyuz. Çünkü insan olmak apayrı bir özelliktir. Allah bizi varlık kategorisinin en üstüne koymuş ve çok güzel bir biçimde yarattığını da bizlere Kur’an-ı Kerim’de beyan etmiştir. Ahsen- i takvim üzere yaratılmışız biz, eşref-i mahlûkatız. O açıdan insanlığa da, Müslümanlara da, gönül coğrafyanıza da, toprağınıza da ne kadar katkı sağlayabilirseniz, siyasette o kadar başarılı olmuş sayılırsınız. Onun için gittiği yere kadar siyaset, siyasetin bittiği yerde şartlar ne gerektiriyorsa o. Yani insana yararlı olmak, vatana yararlı olmak, toprağa yararlı olmak, devlete hizmet vermek, millete hizmet vermek, budur yani. Zaten bu dünyada herkesin kısacık bir ömrü var. Hakikaten bir ağacın altında gölgelenip, ondan sonra devam edecek kadar kısacık bir hayat. Çünkü şöyle Konya’ya bir bakın, kimler gelmiş, kimler geçmiş diye. Biraz da tarih hocası olunca galiba daha derinden hissediyorum onu. Kimler gelmiş, kimler geçmiş? Bizler de sonunda geçip gideceğiz. Ama yapıp ettiklerimiz bu dünyada kalıcı olacak. Konuşulup konuşulmayacağını da bilmiyoruz. Çünkü çok değerli insanlar çok değerli hizmetler yapıyorlar -o da bir lütfu ilahi- fakat hiç adları anılmıyor ama bakıyorsunuz bazı insanların da adı anılıp duruyor. Bazısı unutuluyor, bazısı kalıyor. Adımızın anılıp anılmayacağını da bilmiyoruz yani. Zaten öyle bir derdimiz de olmamalı. Meşhur sözdür. “İyilik yap, denize at. Balık bilmezse Halik bilir.”

Siz hep kendi yolunuzu kendiniz mi çizdiniz, cemaatlerle, tarikat gibi oluşumlar çıkmadı mı karşınıza?
Türkiye’de çok çeşitli cemaatler var. Bu cemaatlerle de yolum çok kesişti. Ama hep düzgün insanlarla kesişti. Çok takdir ettiğim cemaatler var. Bunları burada sayarsam bir kısmını atlamış olurum, gönül koyabilirler. Çok güzel hizmetler yapıyorlar. Vakıf hizmeti yapıyorlar, dernek hizmeti yapıyorlar, bunlar insanlığa hizmeti gaye edinmiş insanlar ve kendilerini adeta sıfırlayarak bu hizmeti veriyorlar. FETÖ’ nün bir cemaat olmadığı kanaatindeyim. FETÖ’ nün bir proje olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla FETÖ’yü cemaat kabul etmek cemaatlere hakaret olur. Kısacası FETÖ cemaat değil, projedir.

Son olaylardan sonra insanların cemaatlere karşı algısı da değişti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
En acısı da burası. Çok anlattım size de anlatayım. Bir Bedevi’nin çok güzel bir atı var. Fakir de bir adam. Fakat at çok güzel bir Arap atı. Zengin Araplar, dünyanın parasını teklif ediyorlar ama onur meselesi yapıyor ve satmıyor. Birisi diyor ki “O atı ben size alır getiririm.” “Peki” diyorlar. Bedevi atıyla çölde giderken, önüne yatmış aç, susuz, ölmek üzere olan bir insan görüyor. Hemen atından iniyor, ilgileniyor su içiriyor, yediriyor, üstünü başını temizliyor, elini yüzünü yıkıyor, kendi atına da bindiriyor. Meğer o adam o hırsızmış. Atı sürdüğü gibi kaçmaya başlıyor. Bedevi arkasından bağırıyor, diyor ki “Dur da dinle, bir çift sözüm var. Atı ben sana hediye ediyorum, ananın ak sütü gibi helal olsun. Hiçbir şey istemiyorum yalnız tek bir şey istiyorum. Atı bu hileyle ele geçirdiğini kimseye söyleme. Çünkü sen bunu anlatırsan, bundan sonra çölde herkese at hırsızı gözüyle bakarlar. Yardım edecek kimse kalmaz. Ve orada kilit bir cümle söylüyor “Çölün mürüvvetini öldürme.” Yani çöldeki insanlığı, insana yardım ve iyilik duygusunu öldürme. Bence şu anda FETÖ’nün yaptığı en büyük darbe, cemaatlere güvensizlik ortamını geliştirmiş olmasıdır. Yaptığı en büyük kötülük budur. Bugün İslami değerleri tartışılır hale getirmesidir. Diğerleriyle savaşılır, mücadele edilir ama insanların gönlünde oluşan bu yaranın tedavisi çok sürecek.

Küçük yaşta bir rahatsızlık geçirdiniz. Bu sizin hayatınızı nasıl etkiledi?
Hiç hatırlamıyorum, iki yahut iki buçuk yaşlarındaydın diyorlar. Aile büyüklerimin anlattığına göre konuşuyordum ve yürüyordum, çok da sevimli, sağlıklı bir çocuktum. Ateşli bir rahatsızlık geçirdim Ondan sonra bütün vücudum pelteleşti. Ilgın’ın tek doktoru çocuk felci teşhisi koyuyor. Bunun üzerine İstanbul’a beni tedavi amacıyla götürmüşler. Ailem köy ortamında varlıklı sayılacak bir aileydi. Yalnız her ne hikmetse rahmetli anneciğim, gelin olurken eskiden köylerde küçük altınlarla süslenmiş fes misali bir başlık takarlardı, o altınları bozdurarak beni tedavi ettirdiğini göğsü kabararak anlatırdı. “Seni alınlık altınlarımı bozdurarak tedavi ettirdim” derdi. O İstanbul hatıralarını sonradan babamdan, annemden çok dinledim. Çemberlitaş’ta özel bir muayenehanede yabancı bir doktora beni tedavi ettirmişler. O tedavinin etkisiyle sadece sağ ayağımda sekel kalmış. Çocuktum, büyüdüm kendimi hep böyle gördüm. İlkokul beşe kadar koltuk değneği kullandım. Beşinci sınıftan itibaren yürüme cihazıyla yürüyorum. Ama benim hatırıma gelmiyor hiç. Normal bir insan gündelik hayatını nasıl sürdürürse ben de öyle sürdürüyorum. Çok şükür beni hiç etkilemedi. Hayatıma devam ettim. Bu yaşlara geldik, hizmete devam, koşuşturmaya devam. Hatta benim danışmanlarım sizin hızınıza yetişemiyoruz diyorlar. Elbette bunu bir nezaket cümlesi olarak algılamak gerekiyor. Değilse genç, atletik, enerjik insanlar. Belki de bununla ummadığımız bir performans sergiliyorsunuz demek istemişlerdir, bilemiyorum. Şu anda Ak Parti’nin Engelli Koordinasyon Merkezi başkanıyım. Orada çok ciddi çalışmalar yürütüyoruz. Engellilerle ilgili 4. Nesil çalışmalara yöneldik. Bundan sonra engelli yerinde tespit edilecek, engellinin her hangi bir müracaatına gerek kalmadan devlet tespit edecek, ne gerekiyorsa yapacak. Eğitimse eğitim, yardımsa yardım, iş hayatına kazandırmaksa iş hayatına kazandırmak. Engelli hakları konusunda şu anda benim yaptığım küçük bir mukayese sonucunda edindiğim izlenim şu; Avrupa’dan iyiyiz, Amerika’yı da geçmişiz. Ama geri olduğumuz ülkeler var, Japonya gibi.

Türkiye’de engelli olarak yaşamak çok zor algısı var. Engellilere yönelik yapılanmalardan da kaynaklı değil mi?
Kanunla bitmiyor. Gerekli kanuni düzenlemeleri yapmışız. Başarılı çalışmalar bizi yanıltmamalı. Mesela Konya çok başarılı bir hizmet veriyor. Büyükşehir belediyemizde bir inşaat birimi var. Eğer bir engelliniz varsa ve eviniz onun yaşamasına uygun sağlıklı koşullara sahip değilse buraya müracaat ediyorsunuz, her hangi bir ücret almadan gerekli düzenlemeleri yapıyor. 1993’te Hollanda’da görmüş hayran olmuştum. Engellilerin yaşayacağı konutlar vardı. Biz şimdi yapmaya başladık. Ama henüz camilerimizde falan bu tip düzenlemeler yok ama şükür engellileri sokağa çıkarttık. Eskiden engelli çocuklara sahip olan aileler onları utanç vesilesi kabul ediyorlardı. Hakikaten zordu, sokağa çıkmalarını engelliyorlardı. Onun dışında engelli aylığı uygulaması, tekerlekli sandalye yardımları, yollarda kaldırımları düzenleme mecburiyetleri derken önemli adımlar atıldı. İyi bir noktadayız, daha da iyi yerlere götüreceğiz inşaAllah. Bundan sonra kayıtlar devletin elinde olacak. İstatistikler tutulacak. Yapılıyor da zaten. O istatistikler şu anda dosya olarak benim masamda, klasörümde duruyor. Gündüz engelli bakım evleri açtık. Mesela aile tatile gidecekse engellisini, yaşlısını buraya yatılı olarak bırakabilir. Evde eğitim veriyoruz. Bunlar şu anki uygulamalar. Devlet şu anda milletin önünde gidiyor. İnsanlar bu hizmete alışkın değil. Haklarını bilmiyorlar. Engelli bireyin eğitimi için biz haftada şu kadar, evinde şu kadar saat ders vermek üzere Milli Eğitim müdürlüklerinden bir öğretmeni görevlendirebiliyoruz. Konya’da daha ileri düzeyde hizmetler vereceğiz. Otistikler için Selçuklu Belediyemiz yakında bir merkez açacak. Alzheimer hastaları için bir merkez açılıyor. Onu da Karatay belediyemiz üstlendi. Ayrıca Yaşlı Engelli Rehabilitasyonuyla alakalı bazısının yönetim kademelerinde benim de yer aldığım biri Selçuk Üniversitesi’nde, biri Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde, biri de bağımsız olarak vakıf faaliyeti şeklinde üç ayrı çalışma yürütülüyor. Bunlar büyük projeler. Bir tanesi epeyce ilerledi. Konya bu açıdan zannediyorum Türkiye’nin gözde merkezlerinden biri olacak.

Konya’da yürütülmekte olan projelerle ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Konya, bir Anadolu kenti olarak umut vadediyor, geleceği hamdolsun çok parlak. Marmara Bölgesi ve İstanbul artık doldu taştı. Neredeyse yaşanır olmaktan çıktı. Bu sebeple Anadolu’da yeni cazibe merkezleri oluşturmamız lazım. Bu cazibe merkezlerine aday kentlerden biri Konya’dır. Güneydoğu’da Gaziantep ön plana çıkmış durumda. Stratejik olarak kesinlikle Erzurum. Trabzon kendini ispatlamış, zaten bu işe aday. Samsun öyle. Buralara yönelik sanayi hamleleri, özelliklerinden yararlanarak daha başka hamlelerle projelendirmeler yapmamız lazım. İl bazında ve bölgesel çapta. Doğuda, Güneydoğuda, Akdeniz Bölgesi’nde, Ege Bölgesi’nde daha başka illeri de bu gruba ekleyebiliriz.

Marmara’da hafif Sakarya’ya doğru bir kaymanın olduğunu, sanayide Bursa’ya kaymanın gerçekleştiğini, İzmit’in artık tamamen İstanbul’la bütünleşmiş hale geldiğini söyleyebiliriz. Trakya başlı başına bir tarım bölgesi. Çok da verimli arazilerimiz yok. Onun için bu bölgeyi sanayie yem etmemeliyiz. Biliyorsunuz Ak Parti hükümetleri döneminde bununla ilgili ciddi tedbirler alındı. Mera dediği zaman devlet bir daha o sözden dönmüyor. Arazilerimiz çok parçalanmıştı. Artık 20 dekara kadar paylaşıma müsaade ediliyor, ondan sonra donduruluyor. Bunlar tarımın toparlanması için iyi oldu. Bu önlemler alınıyor. Tekrar Konya’ya gelecek olursak, şehrimizin bir üniversiteler kenti olması lazım. 4 tane üniversitemiz var, birisi kapandı ama biz onun devlet üniversitesi olması için girişimlerimizi sürdürüyoruz. Muhtemelen Meclis açıldığında öncelikli olarak bu konuyla ilgilenilecek. Konya’ya uluslararası bir üniversite lazım. Bunu seçim öncesi, sonrası sık sık dile getirdim. Biraz İslami ilimlerin eğitimini de verecek bir üniversite olması lazım. Biz farkında değiliz ama güzel, sağlıklı bir İslam anlayışına sahibiz. Osmanlı’dan ve Selçuklu’dan kalan tecrübeyle iyice olgunlaştırdığımız bu anlayışı, diğer İslam ülkelerinde de devam ettirecek öğrenciler lazım. Türkiye teknoloji bakımından da çok ileride. İslam ülkeleriyle, Türk cumhuriyetleriyle kıyasladığımız zaman onları da bu bilgiden yaralanacak şekilde eğitecek uluslararası bir İslami Bilimler üniversitesine ihtiyacımız var.

Konya ile ilgili söylemek istediğim bir başka şeyse, Merkez İmam Hatip Lisesi Konya’ya yakışmayan bir binaya sahip. Hacıveyiszade hocalar buğday toplayarak, köylerde harmanları ziyaret ederek, esnafları tek tek gezerek o yapıyı yaptırdılar. Ama şu anda Konya’ya yetersiz kalıyor. İhtişamıyla, görkemiyle, eğitim biçimiyle, görseliyle Konya’ya hitap edecek ciddi bir imam hatip binasına ihtiyaç var. Uluslararası imam hatip faaliyette. Şu anda aynı zamanda teknik eğitim veren de bir yer olacak şekilde bunu İslam Üniversitesi’ne dönüştürmek gerekiyor. Hatta Büyükşehir belediye başkanımız bunun yerini de ben temin ederim, binasını da yaparım dedi.

Konya şu anda ulaşım ağının merkezi konumuna oturdu. Hızlı trenle beraber bu yavaş yavaş yük taşımacılığına da dönüşüyor. Alâeddin Keykubat’ın hayali olan kuzey-güney bağlantısını şu anda AK PARTi hükümeti planlamış durumda. Doğu-batı ekseninde 8 ana yol, kuzey-güney ekseninde 24 ana yol adeta bir ızgara gibi bütün Anadolu’yu saracak. Dolayısıyla biz Akdeniz’den Karadeniz’e çok daha kısa sürede ulaşacağız. Türkiye çok iyi bir stratejik konum kazanıyor, Konya da bunun merkezi yerlerinden birisi olacak . 142 kilometre çevreyolunu Konya şu anda aldı. Epey uğraşıldı. Bunda Büyükşehir Belediye Başkanımızın, İl Başkanımızın, Milletvekillerimizin, hatta bizim ulaştırmadan sorumlu vekilimiz Ziya Altunyaldız Bey’in bir hayli emekleri var. Bu, nihayet gerçekleştirme aşamasına geldi.

Konya’nın içme suyu sorunu büyük ölçüde çözülüyor. Güney bölgesinde sulama sorunu büyük ölçüde çözülüyor. Konya tarımda, sanayide ve eğitimde Türkiye’nin 2053, 2071’e giden hedeflerinde çok kilit bir rol oynayacak. Konya’nın geleceği çok parlak. Yatırım yapmak isteyen Konyalı başka yere gitmesin. Dışardakiler bile gelsinler. Gerçekten güzel günler bizleri bekliyor.

Add comment