Cemil Yener GÖKBUDAK

Piyanist

Piyanist Cemil Yener GÖKBUDAK

Piyanist Cemil Yener GÖKBUDAK

Piyanodaki
gururumuz

Piyano tuşlarına yapılan dokunuşlar, Mozart’ın, Bach’ın eşsiz bestelerinin ta ruhunuza işlemesi, müzikle dopdolu, konunun müzik olduğu bir röportaj. Piyanoda Türkiye’nin gururu, Müzik profesörü bir anneyle babanın oğlu Cemil Yener Gökbudak’la keyifli sohbet.

 

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
20 yaşındayım. Piyano çalmaya 9 yaşında başladım. Kırım Türklerinden bir hocam vardı Gülnara Bahşiş ile 1 sene Konya’da çalıştık.

Tabii o zaman ilkokula gidiyorsun..
Esentepe İlköğretim Okulunda 4. sınıf öğrencisiydim. Onunla bir sene çalıştıktan sonra o beni Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Lisesi’ne gönderdi. Orada hem lise var hem ilköğretim var. Orada başladım, 8 sene Gülnara Aziz ile çalışmaya devam ettim.

Sizin müzik yeteneğinizin olduğunu keşfeden anneniz. Anneniz bu alanda hem eğitim almış hem eğitim vermiş bir isim. Dolayısıyla 9 yaşında başlamanıza en büyük etken anneniz mi?
Evet annem, genlere yansıyor zaten.

Keşfedilince bu alanda ilerlediniz. Gelişme nasıl devam etti?
10 yaşında Bilkent Üniversitesine girdim. Lisansa kadar oradaydım. Birçok yarışmaya, festivale girdim. 8 farklı ödülüm var. Eğitim için Moskova’ya gittim, Moskova Çaykovski Devlet Konservatuarı’na. 2 yıl kadar orada kaldım. Tekrar bir yarışmaya gittim, 35 gün yoktum okulda, birinci oldum. Okula geri döndüm uzun süredir orada olmadığım için iki hoca beni sınava almadı. Yarışmalar yüzünden hep sınıf mı tekrarlayacağım? Olacak iş değil, hem konservatuvar hem de kariyer destekçisi değil dedim. Aramızda böyle bir zıtlaşma oldu. Bir de tam uçak düşürme olaylarına denk gelince etkili oldu sanırım. Moskova’yı bıraktım. Döndüm. Avusturya/Salzburg’a sınava gittim, kazandım. Bu sene kazandım ve lisans eğitimime orada devam edeceğim.

Moskova’daki okul tamamen müzik eğitimi veren bir okul muydu?
Evet, tamamıyla müzik. Tiyatro başka bir yerdeydi. Müzik üstüne her şey var, Barok dönem müziğinden tutun da Çağdaş dönem müziğine kadar.

Müziğin üniversitesi yani her anlamıyla…
Evet. Müzikoloji de var, koro şefliği de var. Yani sırf enstrümantal değil.

Müzik için ilk yurtdışına gittiğinizde kaç yaşındaydınız?
Okul için ilk yurtdışına çıktığımda 18 yaşındaydım. Yarışmalar için de 9 ülkeye gittim. Rusya,Ukrayna,İtalya,Hollanda,Bulgaristan,Belçika,Avusturya,Fransa ve İngiltere. İngiltere’ye tanımak adına gittim. Almanya’ya gidip bir festivalin açılışını yapacağım. Bu sene olmadı ama gelecek sene bunu gerçekleştireceğim. Katıldığım bir yarışmanın ödülü olarak. İlk CD kaydımı da Fransa’da yapacağım.

CD kaydı basılacak, onlar mı organize ediyorlar?
Yarışma ödülü. Geçen sene Moskova olaylarını yaşadığım zaman büyük bir yarışmaya girmiştim. Dame de Sion Lisesi’nde Fransızların ikinci kez düzenlediği piyano yarışmasıydı. Bayağı büyük bir yarışma. Birinci olana şartnamede yazıyordu CD kaydı yapılacak, ,basılacak, çeşitli resitaller falan bir sürü önermesi vardı. En önemli olan ses kaydı aslında.

Bir başarı elde ediyorsun diğer başarıların önünü açıyor. Bu da başkalarına vesile olmuş oluyor.
Evet, yarış gibi böyle bir kapıyı açıyorsunuz, anahtar boşlukta sallanıyor ve atlayıp diğer kapıyı açıyorsunuz, koridora ulaşmaya çalışıyorsunuz. Fakat yakalayamazsanız düşüyorsunuz.

Çevrenizde sizin kadar müzikle içli dışlı olan biri var mı? Mesela Moskova’da bu müzik eğitimini almak zor mu?
Dürüst olacağım. Yabancı uyrukluları müşteri olarak görüyorlar. Şöyle bir şey var; orası devlet okulu ve Ruslar ücretsiz okuyor. Ama dışarıdan gelen öğrenciler yıllık 11 bin dolar verip de okuyor. Burs falan vermiyorlar. Okul kazanamayan duymadım. Maksimum 3 sene hazırlık okutuyorlar. Seni okula kabul ediyor, 3 yıl boyunca hazırlık okutup paranı alıyor ve sonradan seni okuldan atıyor. Paran için kabul ediliyorsun. Rusya biraz böyle bir yer.

Moskova’da o eğitimi almak çok şey kazandırdı mı? Aynı şekilde burada o tarz eğitimler verilmiyor mu? Oranın ayrıcalığı nedir?
Rusya’da sanat çok köklü ve biz de 20. yüzyılda batı müziğine girmeye başladık. Eğitim çok başka, burada insanlar materyalist yaklaşıyor işe. Moskova’da benim hocamdan örnek vereceğim. Adam hem filozof hem pedagog ama inanılmaz birisi asla somut bir şey söylemiyor. Tamamıyla soyut.

Piyanonun başına oturduğun zaman ne hissediyorsun?
Çalışırken çok olmuyor ama dünyadan kopuyorum. Sahneye çıkınca kopuyorum. Zaten konserlerde çaldıktan sonra ne yaptığımı hatırlamıyorum. 40 dakika kadar boş, hatırlamıyorum.

Tam bir konsantrasyon..
Evet. Çıkıyorum, başlıyorum kan ter içinde kalıyorum. Her konser sonrası sırılsıklam bir halde sahneden iniyorum.

Transa geçiyorsun yani..
Net olarak trans. Cidden hatırlamıyorum. Konser sonrası bitmişlik, sahnedeki enerji, başarı arttıkça bu da artıyor. İnsanlar özgeçmişlerinizi okuyorlar, beklenti artıyor ve heyecan hiçbir zaman azalmıyor. Sahneye alışma diye bir şey yok. Çünkü beklenti hep artıyor. Yapabileceklerini biliyorlar ve daha fazla şey istiyorlar. Hep kendimi zorlayıp daha fazla şey yapmaya çalışıyorum. Limit yok. Güzel oldu diye bir şey yok. Daha iyisi her zaman olabilir.

İlk konserini nerede ve kime verdiniz?
9 yaşımda Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda tiyatrocuların sahnesinde çalmıştım.

İlk deneyiminiz o mu oldu. Peki nasıl geçti?
O zaman rahattım. Yanıma geliyorlardı “Oo aslan ne güzel çalıyor” falan diyorlardı. Ben orada izlenmeyi de seviyorum, hoşuma gidiyor. İyice kendimi gösterirdim çalarken.

Bundan sonra başladı..
Sonra burnum yere sürttü.

Belki o sürtmeler sayesinde çıta kendi kendine daha da yükseliyor. Konser sırasında bütün kulaklar sizde, gözler sizde. Bu da ciddi bir baskı aslında..
Şöyle bir baskı; O anda insanların hata arayacağı düşüncesi var ve bu da sık rastlanan bir durum. Mükemmel çalarsınız ancak minicik bir hata yaparsanız bu hata tüm o mükemmel performansı yerle bir edebilir.

Piyano Türk kültürüne yakın mı? Mesela bağlamanın birçok kişinin ruhuna dokunduğu söylenir. Konserlerde gerçek piyano dinleyicisi ile diğerleri ayrılıyor mu?
Ayrılıyor. Enerjisinden ayrılıyor. Ben Fransa’da da resitaller verdim fakat Türkiye’de verdiğim resitallerden daha rahattım orada. Piyanoda insanları duygulandırma olayı tamamen bizim hislerimizle ilgili ki bunlar var ve ben bunlara çok yakın hissetmezdim kendimi. Moskova’daki hocam beni soyutluğa öyle bir itti ki. Düşünceler, parmaklardaki mistik enerjiyi hisset, geçişlerde elinde gıdıklanma olacak tarzında bir şeyler söylüyordu.

Böyle oluyor mu peki?
Sahnede oluyor. Bu bir gerçek. Düşündüğünüzü aktarabiliyorsunuz. Telekinezi bir bakıma böyle bir şey herhalde. Kalbi duyguları mantıkla filtreleyip insanlara göndermek gerekiyor. Onlar da hissediyor. Eğer insan hatırlanmak istiyorsa oradaki en ruhsuz kişiye ulaşması gerekiyor. Kendisinde bitiyor. Kötü piyano diye bir şey yok kötü piyanist var bence. Kötü müzisyen var. Zaten kötü müzisyen olan biri iyi piyanist olamaz. Mesela biri öyle bir şarkı söyler ki tüyler diken diken olur, o enerji ile ilgili.

Müzik de hisleri direk yansıtıyor galiba
Ben açıkçası dünyada gerçek anlamda müzisyenin 200 yıla kalacağını sanmıyorum. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bize her şey kolay, telefonlarla ulaşıyoruz. Adam eskiden sevdiğine bir mektup atardı, 3 ay sonra cevap alırdı. Artık bir heyecan kalmadı. Dünyada, binalara bakıyorum hiçbir özelliği yok. Ruh yok, can yok. Her yer mermer, incelik yok. İnsanlar giderek yassılaşıyor, duyguları da tabii. Zaman içerisinde evrime girmeye başlıyor. İnsan tekdüze oluyor. Eskiden müzisyenler soyut şeyler duyuyorlardı, ilham, içgüdüleri yok oldu insanların. Hayvanlar hala içgüdülerini koruyorlar ama insanlar her şey elinin altında olsun istiyor. Bu yüzden yıllar içerisinde sanat diye bir şey kalmayacak her şeyi bilime dökecekler. Okuldaki bir hocam “Piyanodan çıkan ses tamamen senin tuşlara basış şiddetinle ilgilidir” dedi. Bunu bana söyledi. O zamanda küçüğüm lise 2 falan çok düşündüm gerçekten böyle mi diye çok etkiliyor. Hoca o kadar önemli bir faktör ki burada insanı yönlendiren hocadır. Hoca öyle bir düşünür olacak ki, küçükken o çocuk düşünmeyi, sorgulamayı öğrenecek, merak uyandırmalı hoca ama bizde direkt öldürüyorlar. Vuruş şiddeti diye bir şey yok tamamıyla senin hissettiklerin, kafanda canlandırdığın her şey çıkıyor. Aklından çıkan her sesi aktarabilirsin. Hayal gücünde bitiyor.

Yani piyano parmakla değil de akıl ve kalple ilgili mi?
Evet tamamıyla. Parmak aracı. Artık parmakla çalan çok. Onların hiçbir özelliği yok. Bu yüzden günümüzde eski efsaneler gibi kimse yok. Orijinalliği yok.

Konser sırasında insanların ne hissetmelerini istersiniz?
Açıkçası o durumda seyirciyi düşünmemeye çalışıyorum. Çünkü bana bir profesör böyle söyledi. Ben çalıyordum, bana gelip ne yaptığımı sordu. Beethoven bunu böyle mi yazdı? Seyirciye show yapmayacaksın. Müziği kendin için çalacaksın, kendin için yapacaksın. Anlayan anlar” dedi.

Aslında orada kendin oluyorsun. İnsanlar senden ne almak istiyorsa onu alıyor..
Kendim oluyorum. Eskiden hakkımda düşünülenlere önem verirdim. Bu yıl artık yavaş yavaş bırakmaya başladım. Kendim için yapıyorum. Çünkü mutlu oluyorum çalarken. Hiç düşünmüyorum.

Kendinizi nerede görürseniz çok mutlu olursunuz?
Bu duruma eskiden çok takıyordum, çok düşünürdüm. Dünya sahnelerini falan isterim tabii ki. Tamamıyla şans ile ilgili. Günümüzde o kadar zor ki. Özellikle Türkiye’de kimse kimseyi desteklemiyor. İnsanın önünde bir destek olması lazım. Avrupa Avrupa’yı destekliyor, Rusya Rus’u destekliyor. Türk de Türk’ü desteklemeli. Türkiye’de Avrupa’dan on kat iyi piyanistler var fakat desteklenmiyor. Sayımız az, kariyer elde edememiş insanlar var. Bunlar kaybolan cevherlerimiz.

Nasıl bir destek olmalı?
Gidip inşaat sektörüne para yatırmaktansa biraz sanata yatırılmalı, insanları ülkeyi temsil etmek lazım. Bir çocuk varmış, alalım bunu böyle bir proje yapalım, bu çocuklar için yurtdışındaki ortaklarımızla konuşalım, sahnelere çıkaralım, ortak bir proje olarak gözükmeleri lazım demeleri gerekir. Bu da üç çuval çimento parasına bakar.

Nasıl anılmak istersiniz?
Bana bir kişi bile müziği kendi için yaptı mutlu öldü dese, bu benim için yeterli. Yaşarken bir beklentim yok. Müziği kendim için yapıyorum. İstanbul Kadıköy’de vapurda martılara simit atayım, orada çürüyüp gideyim. Bu benim ruhumu dinlendiriyor.

Beste yapmak için ruhunun bir şekilde beslenmesi gerekiyor mu? Çalarken de dahil olmak üzere bunu nasıl sağlıyorsun?
Evet,gerekiyor. Yaşayarak.

Yurtdışında okudunuz, ailenden uzakta. Bu da ruhu besleyen bir etken mi?
Her şey etken. Drama yaşadığım her şey aşk, üzüntü, depresyon, yolda gördüğüm bir olay hepsi etken.

Bir parçayı her defasında aynı şekilde çalmak mümkün değil herhalde..
Evet mümkün değil. Ruh haline göre çünkü her gün farklı, günler değiştikçe siz de değişiyorsunuz. Bir gün uyanırsın kötü hissedersin bu durum oraya yansır. Mümkün olduğunca esere sadık kalmaya çalışıyorum ama insanlık hali. Günümüzde mükemmeliyetçi yaklaşım var. Her şeyi zaten bu yaklaşım yok edip gidecek. Sanatı sanat yapan o hatalarıdır. Hatalarıyla mükemmel olur insan. Bir orijinallik gerekiyor. Açıkçası ben çok müzik dinlemiyorum. Youtube açıp cidden müzik dinlemiyorum.

Sırf etkilenmemek adına mı..
Bilmiyorum o bir şekilde kulağa oturuyor. Kimisi dinleyin diyor ama ben onun taraftarı değilim. Kimisi de çalışmanın taraftarıdır. Ben çok çalıştım lise sona kadar. İnsan bir süre sonra yabancılaşır ya hislerine, görmezsin hatanı, hisler kararsızlaşıyor, duygular da. Orijinal olmalı herkes. Kendi yolunu ve kendi müziğini bulmalı. Hoca geliyor, “böyle yapacaksın, şöyle yapacaksın” diyor. O çocuk yok oluyor. Ama bunu dinleyen anlıyor. Evet mükemmel çalıyor, harika çalıyor diyor. Ama bir özellik yok. Çocuk kendi içindekini katamıyor. Orijinalliği orada katmak lazım ki tutunsun. Zaten seni sen yapan sensin.

Anneniz böyle bir alanda olmasaydı yine de bu alana yönelir miydiniz?
Annem olmasaydı yeteneğim büyük ihtimalle olmazdı.

Türkiye’de gerçekten çok yetenekli çocuklar vardır ama keşfedilmedikleri için bilmiyoruz ki sadece müzik değil bunun içerisinde resim de, tiyatro da var…
Çalgıcı diye bakıyorlar bize zaten. Ailelerde “Ne müzik mi? Para yok onda” gibi tepkiler veriyorlar. Herkes parasına bakıyor. Bırakın mutlu olsunlar. Çöpçü olup da mutlu oluyorsa gitsin o mesleği yapsın.

Hiç parmaklarınızın ağrıdığı ve yeter dediğiniz oldu mu?
Yok, hayır. Parmağa değil kafaya vuruyor. Bunalma geliyor dönem dönem. 3-4 ayda bir 10 gün bıraktığım oluyor. Bunlar normal, insanı ruhsal olarak yoruyor. Ama aynı zamanda da besliyor. Nasıl açıklanır bilmem.

Gece ansızın kalktınız, kafanıza bir şey takılmış, piyano başına geçip deli gibi çaldığınız oldu mu?
Yazıyorum ben. Ailemin haberi yok.

Neler yazıyorsunuz?
İçimde tutuyorum çoğu şeyi söylemiyorum artık. Bir şeyler var, yazmaya başladım. Planlarım var nota, beste yazacağım. Müzisyen yaşamalı. Hiçbir sanatçı evde oturup çalışmayla sanatçı olamaz. Olur ama hiçbir özelliği olmayan bir sanatçı olur. Hiç gezip görmeyecek, yaşamayacaksan neden sanat yapıyorsun. Olay sadece disiplin ise tabii. Burada ruhunu katman lazım. Bence sporcu da aynı içinde enerji olmadığı sürece hiçbir yere varamaz.

Uluslararası çok büyük çapta yarışmalar var mı?
Var evet. Zaten Türkiye için yapacağım onu. Türk halkını yurtdışında fazla eziyorlar üçüncü sınıf vatandaş gibi davranıyorlar. Görsünler bakalım.

En çok neyi hissederek çalıyorsunuz?
Besteci olarak diyeyim, Franz Schubert ve Beethoven. Bir ara birtakım dramatik şeyler yaşadım romantik takılıyordum. O zamanlar Rachmaninov falan takılıyordum. Şimdi daha farklı. Schubert o kadar saf ki ama kötü saflık değil. Basitlik ama güzel basitlik. Sakin ,mutlu, sevgi dolu. Bu aralar sakin takılıyorum. Bir de ilk yazdığım eserimi Dame De Sıon resitalimde seslendireceğim. Laliversen’e ithafen yazmıştım. Bunu da çok şey hissederek seslendireceğime inanıyorum.

Şu an lise öğrencilere klasik müzik dinlemeleri konusunda bir tavsiyen var mı?
Aslında rock, pop bende dinliyorum. Ama bu popüler kültür denilen şeyden gelen bir durum.Küçüklükten gelen bir olgu ya da gençlik enerjisi ile gidiyor. Heavy metali kendine yakın hissediyor, ufak yaşta dinlemeye başlıyor. Piyano, klasik müzik falan dinlemek istemiyor. Çünkü anlamıyor,anlamadığı müzikten de sıkılıyor.Anlayamayabilir,çok farklı bir olay bu.

Dinledikçe mi seviliyor?
Evet. Dinletmek için bu tarz düzenleme yapmak gerekiyor. Yapan insanlar var dünyada, klasik müzik parçalarını alıyor rock, pop gibi yapıyorlar, düzenliyorlar. Bu şekilde gençler bu müziğin içine girebilirler.Çok ufak yaşta dinlemeye başlarsa zaten sever.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Kardeşim de ben de yurtdışına çıktık. Bizim sponsor arayışımız var. Bunu duyurmak isterim.Karşılıksız sponsor,bana gelip kontrat imzalatılsın istemiyorum..

Konser organizasyonu sponsorluğu gibi bir şey mi?
Öyle de olur ama bizim okul masrafımız çok bir şey değil zaten. İki kardeş olduğumuz için hayat bizi geriyor orada. Yaşam bursu verirlerse çok iyi olur bizim için. Ya da bir menajerlik hizmeti almak istiyorum. Tüm bunları organize edecek, profesyonel anlamda bizi dinleyici ile buluşturacak organizasyonlar yapan. Ancak bu şekilde var olabiliriz.

Add comment