Ahmet ÖZHAN

Sanatçı

Sanatçı Ahmet ÖZHAN

Sanatçı Ahmet ÖZHAN

Senede 10 Gün Benim Bayramım

“Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir, gönlümün kıyısına vurur” Ta içinize işleyen bir ses. O anda hüzün de, deli dalgalar da belleğinizde bambaşka bir ifadeye bürünür, belki de hüznün en tatlı halini yaşarsınız. Tasavvuf musikisiyle de ruhunuzu arındırıp bambaşka bir dünyaya yolculuğa çıkarsınız. Ses aynı ses. Duru, dingin, sizi içine alan etkili bir  tını. Bu sesin sahibi Sanatçı Ahmet Özhan’la bir aradayız. Röportajımızda biraz hüzün, biraz Hz. Mevlana, biraz tasavvuf ve tabi ki Konya hakim.

 

Yıllardır Konya’ya gelip gidiyorsunuz. Konya deyince aklınızdan ne geçiyor?
Konya deyince en azından hayatımın yarısı bir imaj halinde oluşuyor. Bir kere ben ciddi anlamda Konyalıyım. Karaman’dan Rumeli’ye göçen bir aileyiz. Oradan bizim olan topraklarımıza göçmüşüz. Aşağı yukarı Fatih devri. Ceddim ondan sonra Balkan Savaşları’na kadar Silistre Deliorman’da yaşamış. 1878 yılında da bu tarafa göç almışlar ve Eskişehir’e yerleşmişler. Bir de 1980 yılından beri ihtifallerde konser vermek şartıyla huzur-u Mevlana’da bulunuyorum. Hz. Mevlana zaten en belirleyici öğedir.

Hz. Mevlana’yı ilk ne zaman tanıdınız?
Hz. Mevlana farkındalığını ilk kez babamdan duymuştum. Babam bu işlere çok meraklı ve çok bilgili bir insandı. Ailecek bir Hz. Mevlana hayranlığı, ruhi bir müntesiplik var. 1980 yılından sonra da mesleki açıdan da bir hizmet söz konusu olduğundan dolayı Konya benim hayatımda çok önemli bir profildir. Konya’da olmak benim için çok özeldir. Yani senede 10 gün benim bayramım. Senede 7-17 Aralıkta Hz. Mevlana’nın düğününe davetli oluyorum ve düğünde bulunuyorum. Allah mahrum etmesin diyorum. Yaşadığım müddetçe bir şekilde Konya’yla irtibatım olmalı, gelmeliyim, gitmeliyim kokusunu almalıyım. Konya benim için en küçük ifadeyle bu.

Sizi uzun yıllar sanat müziğiyle dinledik. Tasavvuf musikisine geçişiniz neye dayandı, neden bu tarzı seçtiniz?
Tasavvuf müziği dediğimiz müzik zaten benim hayatımda çocukluğumdan beri var olan bir şeydi. Babamdan kulağıma ilk üflenen güzelliklerdi. Sonra müzik tahsil ettim. Müzik tahsilim sırasında dini musiki derslerimiz vardı. Sonra 1974 yılından itibaren Türk Tasavvuf Musikisi Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’na gitmeye başladım. Bu vakıf dünya üzerinde tasavvuf musikisi ve koreografisi açısından en gelişmiş, en fazla dokümanı olan büyük bir deryadır ve dünyada tektir. Dünyada hangi kıtaya giderseniz gidin bu işle meşgul olan bir yer gördüğünüz zaman; o vakfın damgasını bulursunuz. Böyle bir deryaya da girince önümde koskoca imkân ve bir repertuar oluştu. Dedim ki; “Neden bunlar halka ulaşmasın?” 1980’lerin başında İstanbul Şan Müzikali’nde Güldeste isminde konserlerim oluyordu. Oraya 10-15 dakikalık tasavvuf müziği bölümü eklemiştim. Ama o öyle bir patladı ki zaman içerisinde önündeki klasik müziği ve arkasındaki güncel müziği kapladı. Çok istek almaya başladı.

Tasavvuf müziğini diğerlerinden farklı kılan nedir?
Bu müziğin Türk müziği içerisindeki yeri bakımından ritmik ve makamsal olarak bir farklılık yoktur. Teknik olarak Türk Müziği ile aynıdır. Sadece sözel yapının içeriği hayale dayanmaz. Gerçek bir şekilde varlık âleminin deviniminin sürecini ortaya koyar. Nedir bunlar; Evliyaullah Hazaratı’nın nutukları dediğimiz şiirleridir. Hz Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bayram Veli’nin, Hacı Bektaşı Veli’nin, Aziz Mahmut Hüdai’nin.

Hep o sözler üzerinden mi gidiyor.
Diğer müzik beşeri müziktir. Tasavvuf müziği dediğimiz Allah müziğidir. Bu Allah dostları da başka şeyle meşgul olmazlar. Allah’ın varlığı, insanın Allah’taki yeri ve insanın beşer boyutundaki varlığının o görece halinden kurtulup Allah’ta yokluğun hissedilmesi sürecini yazarlar, çizerler. Bu bir hayat meselesidir. Bu kişiler bunu yaşamışlardır ve yaşadıklarını yazmaktadırlar. Şarkı sözleri şairlerin hayalleri, romantizmleriyle yazılmış olanlardır. Hatta şöyle de bir şaka söz vardır “Aldanma ki şair sözü elbet yalandır” diye. Ama Evliyaullah Hazaratı’nın sözleri asla yalan değildir.

Tasavvuf müziği herkesin içine dokunabiliyor mu? Herkes ondan bir şey kapabiliyor mu?
Bakın bu nerden kaynaklanıyor biliyor musunuz? Dünyanın siyasetinden kaynaklanıyor. Dünya ve ahiret işini ayrı ayrı görürseniz dünya için bir müzik çıkar ortaya, ahiret için başka bir müzik çıkar. Eğer dünyevi ortamı muhafazakar insanlar olarak ayırırsanız muhafazakar dediğimiz insanlar kendi gönüllerini hoş etmek için bir müziğin peşinde olurlar. Dünyevi dediğimiz insanlar da beşeri boyutun şehavatıyla ilgilenirler. Ortaya bu çıkıyor. Aslında bunların hepsi tek yapıdır. 1905’te Einstein maddenin yokluğunu ortaya koydu mu? Enerji mi her şey. Bütün âlem de Cenabı Hakk’ın esmalarının frekansından ibarettir. Onun için tek bir vücuttan bahsediliyor aslında. Bugün eğer kuantum felsefesine giderseniz de vahdet nazaretisine giderseniz de ikisinde de vücut tekliğinde yapının tekliğinden bahsedilir. Ki bizim imanımızın dayandığı yer AhadüsSamed bir yapıdır. Yani “Kul hüvallehü ehad . Allahüssamed .” Söz konusu olan artık bir takım şeyleri birbirinden ayırmamak. Siz ıhlamuru tercih edersiniz, ben koyu bir çay. Bu bizim farklılığımız olmamalı. Bu bizim tercihlerimiz olmalı. Ama yapı olarak siz bir vücudun bir veçhesisiniz, açığa çıkışısınız. Ben de onun içinde var olan ilmin, estetiğin, kudretin, hikmetin başka bir veçhesiyim. Ama ikimiz de aynı bedeniz. İşte tasavvuf dediğimiz mesele buraya getirir ve farklılıklar yok olur. Tek bedenin icabeti olarak ortaya çıkar. Hz. Mevlana Şems-i Tebrizi’nin gaybubetinden sonra gazeller yazıyor, ahlar vahlar. Ve bir noktaya geliyor. Diyor ki “Madem ki sen bensin, ben senim. Ben neyi arıyorum.” Aynaya baktığım zaman ben kendimde sizi görebiliyor isem ben bu işi anlamışımdır. O zaman aramızda ötekilik kalır mı? Cinsiyet, milliyet, inanç farkı kalır mı? Bu birliği bu vahdeti, bu tevhidi ortadan kaldırın. Sen sensin ben benim.

Şu an yapılmak istenen de bu mu aslında?
Kesinlikle sen bir şey isteyeceksin, ben başka bir şey isteyeceğim. Bugün Suriye’de olan, bizi içine çekmek istedikleri bu. Hep ötekilerin yaratılmış olması. Ama İslam dini, tasavvuf İslamın tam manasıyla estetik bir şekilde algılanmasıdır.

Bunların hepsi de neden Müslüman ülkelerde yaşanıyor.
Bakacak olursanız hep zulme uğrayanlar Müslümanlar. Muhiddin Arabî hazretlerinin şehit olma sebebi nedir biliyor musunuz? Şam’da diyor ki “Sizin taptığınız Allah benim ayaklarımın altında.” Ona hücum ediyorlar, döverek öldürüyorlar. Sonra onun söylediği “sin” “şın”a dahil olunca gerçek ortaya çıkar diyor. Yavuz Sultan Selim Şam’ı fethettiği zaman Muhiddin Arabi’nin söylediği bu sözü, söylediği yeri araştırıyorlar. O yerin altından altınlar çıkıyor. Yani siz altına tapıyorsunuz, sizin Allah’ınız altın demek istiyor. Bugün İslam coğrafyasının üzerine oturduğu yerler hep doğalgaz, petrol, altın ve bütün bunlara ulaşacak stratejik noktalar. Gavurun bütün derdi onlara sahip olmak. Onlara sahip olduğu zaman iktidar, muktedir olacak. Sonra fukaraların üzerine bomba yağdırıyorlar. Yani şu anda Halep’te 3. Dünya savaşı yaşanıyor. Netice itibariyle işte bu vahdet, tevhit duygusu oluşmamışsa kavgaların hepsi normaldir. Kuran-ı Kerimde şöyle bir ayet var. “ Ya eyyühellezine amenü, amenü billah.” Her şeyi ortaya koyar bu. Nedir bu; Ey iman edenler, iman ediniz. Taklitten çıkın, gerçeğe gelin. Hakikate dönün hakikati algılayın. Kuran-ı Kerim’de Allah buyuruyor ki ; “Sizin için İslam’ı beğendim ve nimetimi tamamladım.” Siz Müslümansınız. Size böyle bir hitap, böyle bir imkân var. Buna inanmayanlar size galip geliyor. Sizi mahkum ediyor. Allah’ın beğendiği ve tamamlamış olduğu bir yaşam, bir yaptırım gücünü Allah’a inanmayan çarpık bir yaşam sahibi mağlup edebilir mi? Böyle bir şey mümkün mü? Müslümanın her zaman mutlaka o tevhit dinine, tevhit formatına inanmayanlardan önde olması lazım. O zaman sen tembelsin, sen dersini çalışmıyorsun. Müslümanlıkta aç, açık, yalnız, hüzünlü bir yaşam mümkün değil. Bunların hepsi var mı var. O zaman “Ya eyyühellezi ve amenü, amenü billah.”

Konserlerinizde, programlarınızda sahnedeyken tamamen transa geçiyormuşsunuz gibi bir algı oluşuyor. O anda ne yaşıyorsunuz?
Söylerken o ilahilerin manası beynimde oluşuyor ve şu anda sohbet ettiklerimizi düşünüyorum. Dinleyiciler reaksiyonu aldıkları zaman iletişimi kurdum diye mutlu oluyorum. Beni alkışladılar diye değil. Güzel reaksiyon geldiği zaman “oh” diyorum “manayı aktarabilmişim”. Bunu ben başarırsam size aktarabilirim. Konuşmadan dursam bile yanımda huzur bulursunuz, daha çok birlikte olmak istersiniz. Böyledir bu iş.

Size de böyle hüznün zaman zaman deli dalgalarla geldiği oluyor mu?
Tabii. Eğer siz bizim için beğenilmiş olan inanç ve yaptırım sürecini tam sağlıklı bir şekilde oturtamamışsanız dertleriniz, hüzünleriniz vardır.

Değiştirmeye gücünüzün yetmediği durumlarda mı?
Gücüm yetmiyorsa Allah onu öyle yaratmıştır. Ben ona eyvallah demek durumundayım. Onunla cebelleşmek durumunda değilim. Gücümün sahası içinde olup da nefsine uyarak ihmal ettiğim veya başka şeyi tercih ettiğim şeylerin hüznüdür benim hüzünlerim. La ilahe illallah dediğim halde Allah’tan gelen şeyi sizden bilerek, siz ile cebelleştiysem ve sonra” Ben ne yaptım” dediysem ne uyku uyunur, ne iştah kalır. Bu başarısızlık demek ve sana ait bir şey.

Bu durum sanatçılarda görmeye alışkın olmadığımız bir durum. Sıfır ego, müthiş bir dingillik, sürekli kedini sınama. Bu sizin yaşam felsefeniz mi?
Hep böyle. Ve “Olaylar karşısında mutlaka ben yeteri kadar anlayamıyorum, yeteri kadar olaya hizmet üretemedim. Mutlaka hata bendedir.” Budur yani. Yoksa “Ben bilirim ben haklıyım” dediğin zaman beklenen son gelir. İnsan egosunu, benini, enaniyetini, nefsaniyetini, bilimselliğini, varlık iddiasını, yaptırım gücü iddiaasını frenleyemedikten sonra (ki o insanın yaradılışındaki varlığını kendisine çaktırmadan yedirdiği şeytaniyet’dir.) beklenen kötü sona ulaşır.

İnsanlar sizi gözlerinde farklı bir yere oturtuyorlar ve hep üst noktada tutuluyorsunuz. Bunun insanın egosunu okşamaması çok zor. Sizin bununla savaşmanız da zor olmalı.
Arkadaşlarla sohbet ederken veya yeni tanıştığım insanlara söylüyorum zaten. Kendimi yok farz ederek yokluğuma çalışırken her gün alkışlarla varlığım beynime sokuluyor. Ben onu şöyle yorumluyorum. Benim esas mesleğim işte bu konuştuğumuz şeyler. Müzik, şarkı, ilahi. Bunlar benim kendimi ifade etmem için bir iletişim yolu. Zaten bunun gerçeği budur. Bir insan şarkıcı değildir. Aslında şarkı söyler. Aslında şarkının manasını karşıya melodik ve sözel olarak aktarır. Aracıdır. Ama bizler onu aracılıktan çıkarmış ve hükmü bir şahsiyet haline getirmişiz. Tamamen putlaştırma.

Ama Allah herkese de o yeteneği vermemiş.
O yeteneği verdikleri bunun farkına vararak insanlara hizmet ettiği farkındalığı içerisinde kendi yokluğuyla Allah’ın varlığını insanlara servis etmek durumundadırlar. Yoksa ben dediği zaman film kopar.

Bir şarkı, bir ses, insan hayatında çok şeyi değiştirebilir mi sizce?
Benim öyle bir hayalim vardı. “Yarabbi bana öyle bir müzik söylet ki bütün insanlar iman etsin” Romantizm bu ama benim gönlümdeki hizmet aşkı hizmetin sonsuz gücü. Herkes için değil ama o frekansa ayarlanmış kulaklar için dediğiniz gerçek olabilir. Mesela bu bir ses frekansıdır. Birden bire yıldırım aşkları vardır. İnsanlar birbirini görür ve çarpılırlar. Aradaki engel ne olursa olsun parçalarlar her şeyi. Bunların aslında hepsi tevhidin ortaya çıkışına bağlıdır. Yıldırım aşkı dedikleri şey; varlık alemindeki özün izafi, o yaratılmış olan noktanın hakikatini gördüğü zamanki çekim gücüdür .

Ona engel olunamıyor mu?
Ona engel olunamaz. Evliymişsin, bekarmışsın, müslümanmışsın, hiçbir şey duramaz önünde. Aslında bakarsanız din bile insanların önünde bir araçtır. Din bir amaç değil bir araçtır. Şimdi sizin derginizde kapak olma söz konusuysa bu bana sizin yolunuzla oluyor. Gidip de başka bir yerde röportaj yapıp da Metropol’de kapak olmam mümkün mü? İslam bu vuslat için yegâne en kestirme, en etkili yol. Mahkulatın aldığı nefes sayısı kadar Allah’a giden yol vardır. Bu yolların bir tanesi de en kestirme, en etkili yol İslam’dır.
Babanızın tasavvufla ilgilenmesiyle sizin yolunuz belki daha farklılaştı. Böyle olmasaydı bambaşka bir Ahmet Özhan görebilir miydik?
Hayır. Ahmet Özhan böyle yaratılmış. Yaratıldığı gibi olmak zorunda. Başka şansı yok.

Sizin son zamanlarda dinleyip de gözünüzü buğulandıran bir parça var mı?
Son zamanlarda değil de zaman zaman gece 3’te bir müziğe basıp da gözlerimin buğulandığı oluyor. Benim umuduma bağlı. Çünkü her şeyimle öze varımla meşgulüm. Bütün müziklerimizi ortaya koyan psikolojilerimizdir. Hayatta bütün skalalarda hangi bölümler varsa hepsinde bu psikolojinin bir söylemi vardır. Müzik, edebiyat, şiir olarak. “İtirazım var bu sonsuz kedere” dediği zaman bu adamın itiraz sebebi ne diyorum. Yaşadığı sosyal alana bakıyorum. Hizmet götürülmemiş, ekonomik sıkıntı var, sevmiş elde edememiş. Herhangi biri kalkıp da padişahın kızına aşık olduğu zaman burada masal çıkar ortaya. Ama küfuv yoktur. Küfuv için bir başka padişahın oğlunun onlarla beraber olması lazım. Ama gönül küfuv da aramıyor. Bu sefer kız bakıyor ki iş mümkün değil. Yollara düşüyor, aşık oluyor. Yani bütün bu öze varımlar önemli. Nereden kaynaklanıyor. Tam özüne vakıf olabilmek mümkün değildir. Ama herkes kapasitesince varlığın bu şekilde dışa vurumlarını bir şekilde tefekkür etmek, değerlendirmek, onlardan istifade edip hayatı ona göre yönlendirmekten mükelleftir. Yoksa hayat lay lay lom la geçecek bir şey değil. Bize verilmiş en büyük sermaye.

Son olarak ne söylemek istersiniz?
Dünya ve bağlantısız hayat zannettikleri kadar lezzetli, tatlı ve süresiz değil. Hatta yemeği mi çok seviyorsun, zaten bir gün gelecek miden almayacak. Neyi seviyorsan gün gelecek vücudun ona uzanamayacak. Yaşarken daha ölmene lüzum yok. İnsanın sahip olmak istediği ne varsa mutlaka bir gün seni bırakacak ve onları bırakmadığın sürece seni gerçek yoldan alıkoyacak. Ben şöhreti çok seviyorsam o yokluktaki sonsuz varlığı elde etmem mümkün değil. Bütün bunlar geçici ise ve sonsuzluğu sana getirmiyor ise sen zamanın da bunları terk et. Varlığımızın her şeye ihtiyacı var ama biz ihtiyacımız olduğu kadarını değil de şehvetle, doymaz bir şekilde her şeyi istiyoruz. Bu hepimizde var. Evliya, peygamber dediğimiz insanlarda da var. Rasulullah efendimize soruyorlar “Senin nefsin yok mu? “Olmaz mı? Var” diyor. “Peki ne yaptın?” diyorlar. “Müslüman ettim” diyor.” Müslüman az yer, az konuşur, hemen paylaşır. Bileceğiz ki biz yokuz sadece Allah var. Ona göre yaşayacağız.

Add comment