Prof. Dr. Haydar ÖZTAŞ

Çiçek kokulu Ermenek

Çiçek kokulu Ermenek – Prof. Dr. Haydar ÖZTAŞ

Çiçek kokulu  Ermenek – Prof. Dr. Haydar ÖZTAŞ

Prof. Dr. Haydar ÖZTAŞ

Çiçek kokulu  Ermenek

Prof. Dr. Haydar Öztaş; özellikle yaptığı deneysel kanser araştırmalarıyla adından söz ettiren bir isim. NEÜ Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, Biyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Doktorasını İngiltere’de Bristol Üniversitesi’nde Medical School’da (Temel Tıp Bilimleri) tamamladı.

Deneysel pankreas kanseri konusunda yaptığı deneysel çalışmalar alanında otorite olarak kabul edilen pek çok dergide yayınlandı. Prof. Dr. Öztaş, doğup büyüdüğü topraklarda yetişen ve Dünyanın başka bir bölgesinde pek rastlanmayan bölgeye has nadir bitkileri hiçbir zaman unutmadı. Çocukluğunda derin bir özlemle kokularını teneffüs ettiği bu bitkilerin güzel kokularını hep hatırladı. Zaman Ermenek’e olan sevgisini hiçbir zaman eksiltmedi, artırdı ve tüm bu bilimsel çalışmaların yoğunluğunu, yorgunluğunu Ermenek’in endemik bitkilerini son yıllarda hep yeniden keşfetmeye adadı. Bu çalışmanın sonucunda ortaya tüm Ermenekliler ve Doğa sevenlerin sabırsızlıkla bekledikleri harika bir kitap çıktı. Nasıl mı?…Röportajımızda.

 

Ermenek’e aşık bu bilim adamını tanıyabilir miyiz?
Ermenekli, tam bir Ermenek sevdalısıyım. İvriz öğretmen okulunu bitirdim. Daha sonra Erzurum’da okudum. Yurtdışına gittim, doktora yaptım derken yaşamımın büyük bir bölümü memleket hasretiyle geçti. Gittiğim her yerde memleketimin o kendine has çiçeklerinin kokusunu aradım, özledim. Bilimsel çalışmaların nedeni ile bulunduğum hiçbir ülkede bizim yöresel güzelliklerimizi ve bitkileri göremedim. Bu nedenle bu bölgenin Cenab-ı Allah tarafından yöre halkına ihsan edilmiş özel bir yer olduğunu düşünmeye başladım. Bir şeyler buralarda farklıydı. Bu nedenle bilimsel çalışmalarıma devam ederken, bir yanda Ermenek’ in bu nadide ve endemik bitkilerini amatörce araştırmaya başladım. NEÜ Biyoloji Bölümü’nde çalışmam buna olanak sağladı. Sık sık kısa süreli Ermenek’e hem hasret gidermek hem de nadide bitkilerin fotoğraflarını çekmek amacıyla gittim. Dağ tepe dolaştım ve çocukluğumun o nadide çiçeklerini fotoğrafladım.

Yurt dışındaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
İngiltere’de Bristol Üniversitesi’nde Temel Tıp Bilimlerinde doktora yaptım. Esas alanım Deneysel pankreas kanseridir. Bununla ilgili olarak sıçanlar üzerinde deneyler yaptık.
Özellikle günlük hayatta sıkça kullanılan bir kısım besinler ve bunların içerdikleri ana kimyasalların kanserojen etkisini araştırdık. Çalışma modelinde kullandığımız “Azaserin” isimli bir aminoasit türevini sıçanlara erken dönemde enjekte ederek onların pankreaslarında kanser oluşturabilecek öncü fokuslar meydana getirdik ve bunları deney hayvanlarını kanserojenik etkiye sahip olabileceğini düşündüğümüz bir kısım maddelerle muamele ettik (Çoğunlukla besinlerine ve sularına bu maddelerden belirli oranlarda ilave edilir).

Etken maddelerin deney hayvanlarının pankreas kanserlerinde kanserojen madde ile meydana getirilmiş öncü lezyonlardan kanser oluşumun azaltıcı veya artırıcı etkisinin olup olmadığını inceledik. Çoğunlukla deney hayvanlarının pankreaslarını belirli bir dönem sonra çıkararak patolojini incelemek ve tümör yükünü hesaplamak bu çalışmanın esasını oluşturuyordu.

Yaptığımız ve kanser dergilerinde yayınladığımız çalışmalarda günlük aspirin kullanımının pankreas kanseri oluşumunu azaltıcı etkisinin olabileceğini gösterdik. Dünyaca ünlü Reuter Haber ajansı yayınlanan bu makalelerimizi esas alarak “aspirinin kanser önleyici etkisi “ ile ilgili Dünya çapında bilim insanlarının görüşünü aldığı ankette görüşümü sordu ve bunu tüm haber ajanslarında yayınladı. Aspirinin bağırsak ve mide kanserinin oluşumunda de azaltıcı etkisi olduğunu biliyoruz, ancak aspirinin yan etkilerinin olduğunu da biliyoruz. B u nedenle aspirin kullanımı biraz “keskin bıçak sırtı” gibi.

Kanser vakaları arttı
Çevremizi kirletme ve daha önce alışık olmadığımız “doğal olmayan” besinlerin tüketimine bağlı olarak tüm Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de kanserin attığı bir gerçektir. Arabaların egzozundan çıkan “dioksin” isimli bir madde ile deney hayvanlarını aynı yerde yaşamaya mahkum ederseniz pankreas kanseri oranın arttığını gözlersiniz. “Asbestos” ile akciğer kanseri, patatesin fazla kızartılması, ekmeğin ve diğer nişastalı besinlerin 100 C’ yi aşan aşırı sıcaklıklarda uzun süre pişirilmesi ile oluşan “Akrilamit” ve benzeri maddeler kanserin artmasında önemli nedenlerdendir. Kullanılan deterjanlar, giyilen rengarenk giysilerde kullanılan boyaların kanser oluşumu ile yakımdan ilgili olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir zamanlar “Azo Boyar” olarak bilinen ve bazı kumaşların boyanması amacıyla kullanılan boyanın hanımların farklı tonda bir saç rengi yakalayabilmek için kullandıklarını ve bunun kanserojen olduğunu çok azımız bilir.

Doğal besinler kanseri azaltıyor mu?
Elbette tüm kullanılanlar kanserojen değil, faydalı olanlar da var, örneğin üzüm çekirdeğinde bulunan bir madde, sıçanlara verildiği zaman pankreas kanseri oluşumunu azaltıcı yönde etkiye sahip, farklı özellikteki baharatlar, sarımsak gibi bizim fazla sevmediğimiz ancak ilk çağlardan beri kullanılan doğal besinlerin kanser azaltıcı etkisi vardır. Bu nedenle çevremizde kullandığımız pek çok ürünün kanser oluşumu ile yakın ilgisi vardır. Ameliyatlarla midenin küçültülmesi, bağırsağın kısaltılması gibi ameliyatların da enzim dengesinin bozulmasına bağlı olarak bazı kanser türlerini tetiklediği bilinmektedir. Bugün belirli kimyasalları deney hayvanlarına belirli dozlarda verdiğimizde “karaciğer, deri, akciğer, pankreas kanserleri” meydana getirilebilir. Çevremizde her gün yüzlerce kimyasala maruz kaldığımızı çoğunlukla göz ardı ederic. Örneğin evlerimizde, bürolarımızda her yerde kullanılan kimyasal maddeler, günlerce bozulmayan besinlere ilave edilen koruyucu maddeler, güzel görünmesi için besin maddelerine ilave ettiğimiz kimyasallar, hatta evlerimizdeki yaldızlı mobilya ve dekorasyon boyaları, çocuklarınızın kullandığı her türlü oyuncak, renkli kalem, defter vs. kimyasal madde, muhtemelen kanserojen madde içermektedir. Niçin eskiden kanser vakası daha azdı? Sorusunun yanıtlarını buralarda aramalıyız.

Şu an hangi çalışmayı yürütüyorsunuz?
Şu an daha önce üzerinde çalıştığım, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından desteklenen aspirinin pankreas kanserini önleyici etkilerine yönelik bir projem var. Sonuçlandırmak üzereyim. Saf aspirinin önü kanser hücreleri üzerinde kanser önleyici etkisini araştırıyorum. Farklı dozlarla ve farklı zaman dilim esas alınarak yapılan bir çalışma.

Sıçanı nerede üretiyorsunuz?
Sıçanı Necmettin Erbakan Üniversitesi Deney Hayvanları biriminde onlara her hangi bir zarar vermeden besliyoruz. Hayvanları 14 günlükken azaserin isimli pankreas kanserine sebep olan bir maddesi ile enjekte ediyoruz. Daha sonra kanserojen etkiyi artıracağını veya azaltacağını düşündüğümüz değişik maddelerle muamele ediyoruz ve bu maddenin nasıl bir etkiye sahip olduğunu inceliyoruz. Ülkemizde Doğu Anadolu’da gırtlak kanseri niçin daha fazla, acaba bölgenin soğuk olması nedeni ile bu bölgedeki insanlar daha sıcak yemek ve çay mı tüketiyorlar? Göreme tarafında bazı köyler var, orada asbestosa bağlı akciğer kanseri oranı yüksek. Biliyorsunuz bir zamanlar bu madde içme suyu borularının yapımında kullanılıyordu. Bu madde küçük kristaller içerir, madenlerde de var…. Madenlerde çalışanlar bu kristalleri sürekli soluyor ve bu kristaller akciğere gidiyor ve mesleklerinin sonuna doğru akciğer kanserine yakalanıyorlar. Mesela bir matbaada çalışıyorsunuz, ellerinizin belirli bölgelerinin devamlı makinalarda kullanılan yağ ile teması sonucu ellerde bir müddet sonra cilt kanseri meydana geliyor. Kanserin artmasının önemli nedenlerden biri çevremizdeki bu tür maddeler. Mangal yapıldığında etin içinde bulunan azotlu maddeler (bazı proteinler) “nitrozamin” denilen bir maddeye dönüşüyor. Nitrozamini saf olarak sıçanlara enjekte ettiğimizde bir müddet sonra sıçanlarda karaciğer kanseri meydana getiriyor. Giysilerimizin rengi normalde böyle değil. Boya. Yani gene kimyasal. Tekstil üretimi de ciddi kanserojen maddeleri barındırabiliyor. Tüm bunların önü açık ve araştırmaya değer konular. Kısaca deneysel boyutta benzeri konuları araştırıyoruz.

Bitkiler de bu iç karartıcı durumdan kurtulmak için bir araç mı? Ve de hazırladığınız bu kitap?
Bu kitabı hazırlarken doğduğumuz ve çocukluğumuzun ilk evrelerinin geçtiği Ermenek’in (Taşeli) engin ve derin hatıraları içerisinde kayboldum. Yüreğimde beni heyecanlandıran ince bir sızı ile tekrar oralara döndüm. Bizim toprağımızın farklı bir hikayesi vardır. Ermenekli bir şairin tanımladığı gibi; buralar tekerleğin değmediği yerdir. Bu toprakların ücra ve ulaşılmaz olması, bölgenin geçmişte yeni dinlerin (Hristiyanlık gibi) gelişmesi için uygun ortam bulmalarına, eşkıyaların ise bölgeyi sığınılacak, güvenli bir liman olarak görmelerine neden olmuş. Ermenek ve Taşeli Halkı, Orta Asya’dan bu topraklara geldikten sonra maruz kaldığı tüm olumsuzluklara karşı hiçbir zaman bu ülkeye küsmemiş, isyan etmemiş. Allah lütfuyla bölgeye rengarenk, nadir çiçekler hediye etmiş, bunların değerini bilmek gerekir.

Siz de bu çiçekleri fotoğrafladınız ve hatta bazılarının hikayelerini de yazdınız. Bu çalışma ne kadar sürdü?
Yaklaşık 3 yıl boyunca Ermenek’e gidip geldim. Ama o süreç de çok keyifliydi. Şimdi arabama biniyorum, Taşkent’ten itibaren dura kalka dağlarda çıkıyorum. Fotoğraf makinemi da ayarlıyorum. Çekimi gerçekleştiriyorum. Böyle bir çalışma oldu. O alanlarda bulunan öyle bitkiler var ki; 10 gün içerisinde çiçekleri yakaladın yakaladın, değilse kaybolur. 1 yıl daha beklemek gerek. Soğanlı bitkidir bunlar. Yapraklarını görürsün ama çiçek yakalama şansı yoktur. Elin Avrupalısı bu ücra köşelere kadar gelmiş ve 1960’lı 70’ li yıllarda bazı bitkileri tanımlamış. Ekonomik değeri olanların soğanlarını sökerek oralara götürmüş. Geçen böyle bir bitkinin soğanın internette 4 dolardan satıldığını hayretle gördüm. Bu bitkilerin kayıt altına alınması ve ekonomiye kazandırılması gerekir.

Bu bitkiler arasında en çok ilginizi çeken hangisi?
Mesela Gök sümbül denilen bir bitki. Taşkent’ten Başyayla’ya doğru giderken o arada bir yer vardır. Bu bitki sadece orada olur. 1970’ yılında Norveçli birileri o bölgeye karavanlarıyla birlikte gelmiş ve bu bitkiyi ilk defa onlar keşfetmiş. “Hyacinthella venusta” onlar isimlendirmiş. Kromozom analizini yapmışlar ve bitkinin ayrı bir tür olduğuna karar vermişler, yayınlamışlar. Sadece bu bölgede bulanan bitkiler. Türkiye’nin başka bir yerinde bulamazsınız. Bir kısmı yerli halk tarafından ilaç olarak kullanılıyor.

Bunların ne kadarı tehlike altında diyebiliriz?
Şu ana kadar yeterli bir çalışma yapılmamış. Üzerinde araştırmaların yapılması gerekir bana göre. Aslında bunların her birinin araştırıp değerlendirilmesi gerekiyor. En azından onun ötesinde yok olmaması için bir takım şeylerin yapılması gerekiyor. Mesela bir bitki daha var. Bu da aynı şekilde bir bitki, aynı dönemde yetişiyor. Bunu da bu bölgeden tespit etmişler. Bir diğer bitki, bir Siklamen türü, o bölgede “Ayı Şalgamı”, o bölgeye ait bir formudur. Bu bitki de halk tarafından besin olarak, ilaç yapımında kullanılmış. Hepsinin araştırılıp geliştirilmesi gerekiyor. Sarı sümbül, Ermenek Lalesi, Sürmeli sümbül, Ermenek menekşesi, Balgusan menekşesi, Ermenek nakılı bunlar yalnızca Dünyada bu bölgede bulunan bitkilerdir. Ekonomik olarak nasıl değerlendirilebilir üzerinde tartışılması gerekiyor. Ermenek’in o çakıllı kırmızı toprak içeren topraklarında “NERGİZ” yetiştirmek, bundan parfüm üretmek istiyorum. Fransa’nın lavanta tarlaları gibi uçsuz bucaksız “NERGİZ TARLALARI” hayal ediyorum. İhraç için üretile edilen “SARI SÜMBÜL” alanlarını hayal ediyorum. Eğer diyorum İsmil’de “LALE TARLALARI” verimsiz topraklarda yaratmışsa, Bu bitkilerin anavatanında niçin bu bitkiler üretilmesin? Fakir halk niçin bundan iyi bir gelir elde etmesin. “TANRI ERMENEK’İN TOPRAKLARINI BUNA TAHSİS ETMİŞ” Bize sadece çalışmak ve üretmek kalıyor…

Bu bitkilerle ilgili farklı bir proje düşünür müsünüz?
Memleketimin toprağını çok iyi biliyorum. Mesela bunlar arasında esans değeri yüksek olanlar var. Bunlardan üretmeyi düşünüyorum. Devamında özel parfümler bile olabilir.

Bu çalışmaları yaparken ne hissettiniz?
Yaşlandıkça ait olduğunuz yere dönme lüzumu hissediyorsunuz. Sizi yabancılar anlamıyor. O topraklar anlıyor, hatıralar anlıyor.

O kokuyu aldığınızda çocukluğunuza gidiyor musunuz?
Hissediyorsunuz onu. Sizden bir parça. Diyorsunuz ki; şurada bir şey vardı, “bir nergis kümesi” vardı. O bölgeye gidiyorsunuz ve elinizle koymuş gibi buluyorsunuz. 40 yıl sonra da olsa. Mesela bitkilerden bir tanesini kırk yıldır görmemiştim. Gittim, dediler ki “daha çıkmadı. ”O bitkinin peşine düştüm ve doğayla buluştuğu an objektifime kaydettim. Bitkilerin çoğunun yerlerini biliyordum. Çocukluğumdan kalan içgüdüsel yönlerle yerlerini buldum.

Ama zamanını hatırlayamadıklarım oldu. O zaman da “o bitki çıkınca” beni aradılar ve gittim fotoğrafladım. Elimle koymuş gibi, çocukluğumda bıraktığım yerde buldum ama arazilerin bir kısmı tarıma açılmış. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlar. O bitkilerin o bölgede yetiştirilip geliştirilmesi gerekiyor. Su kaynaklarını başka türlü kullanıyorlar. Eskiden öz dediğimiz suyun aktığı alanlar vardı, etrafları yemyeşildi. Küçük sulardı ama o küçücük su kaynağı kendine özgü bitkisini beslerdi. Ortam değişiyor. Vahşi tarım her şeye zarar veriyor. Akar sularımızın önüne bentler diktiler. Ermenek Barajı’ndan dolayı iklim değişiyor. Eskiden o bölgede domuz falan görünmezdi. Şimdi her taraf domuz olmuş. Burunları sokuyorlar, bitkilerin soğanlarını çıkarıp yiyorlar. Acilen bu soğanlar korumaya alınmalı, doğal alanlarında, üretilmeli ve gelir kaynağı olmalı….

O bölgede yaşayanlar bitkilerin değerinin farkında mı ?
Halk bilmiyor. Ama televizyonda görse “bu bizim bitki” der. Anlatsanız bilir. Mesela şu laleye Ermenek lalesi diyorlar. Eskiden kadınlar bu lalenin yapraklarını allık olarak kullanırmış. Yine tohum soğanlarını farklı amaçlarla kullanıyorlarmış. 2001 yılında Sarıveliler Bölgesi’ne Danimarkalı bir kadın gelmiş. Bu alev rengindeki laleyi-Ermenek Lalesini “Tulipa Cinnabarina” olarak tanımlamış. Cinnabarina’nın anlamı alev kırmızısı, alev rengi demektir. Eski Yunanca’dan bu ismi vermiş. Bölgeye ait olan bir şey. Şimdi bu özel çiçek tehlikeli otlatmanın kurbanı olabilir. Bunların üretilmesi, korunması, farklı amaçlarla kullanılması lazım. Geçenlerde tasnif ettim tam 12 farklı renkte doğal yetişen lale var. Bu bir renk cümbüşü, Kırmızı ve pembenin tam 12 farklı tonu… Bu bir değerdir korunması gerekir. Bunu dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz…

Türkiye’nin, Konya’nın her yerinde özel bitkiler var değil mi?
Türkiye endemik bitki açısından çok zengin. Endemik bitki bakımından en zengin bölge o bölgedir. 1600 metre yükseklikte bir kayanın dibinde çok özel bir bitki bulabilirsiniz. İklimi, taşları, toprağı farklıdır.

Son olarak ne söylemek istersiniz?
Kitabın basımını Selçuk Ecza Deposu Yöneticisi Sayın Sonay Gürgen üstlendi. Kitabın geliri Ermenekliler Derneği’ne bağışlandı ve Üniversitelerde okuyan Ermenekli (Başyayla, Sarıveliler dahil) öğrencilere burs olarak verilecek. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Şimdi çok uzaklarda olan ve bana doğa sevgisini veren annem ve babamı rahmetle anıyorum. Memleket hasreti bambaşka. Ellerinizle diktiğiniz fidanlar bile sizi tanıyamıyor. Doğup büyüdüğünüz sokakların en güzel yanlarını bıraktığınız gibi bulmak istiyorsunuz. Aynı zamanda gelişip modernleşmesini de istiyorsunuz. Bu dengenin korunması önemli ve anlamlı.

Add comment