Bahadır Aksoy

Konya Rixos Genel Müdürü

Bahadır Aksoy Konya Rixos Hotel

Bahadır Aksoy Konya Rixos Hotel

Konya Rixos’a yeni yüz, yeni enerji… Bu sayı dergimize konuk olan Konya Rixos Genel Müdürü Bahadır Aksoy ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendi tabiri ile ‘’doğuştan turizmci’’ olan Bahadır Bey’in sektöre olan bakış açısı ve Konya’ya dair fikirleri ile soluksuz okuyacağınız bir röportajla karşınızdayız.

 

 

 Bahadır Bey, sizi tanıyabilir miyiz?

 Hoşgeldiniz, öncelikle ben Bahadır Aksoy.  1969’da Ankara’da doğdum. Ailemin yurt dışında bulunmasından dolayı çocukluğum Almanya ve İsviçre’de geçti. Misafir ailelerden biriydik. Yaklaşık 15 – 16 yıl oralarda büyüdük. Otelcilik babamın  ilk mesleğiydi, ben de ilk hayat yıllarımda otelcilik yaptığım ve Almanya’da bir otelde çalıştığım için  bu mesleğe dair ilk kıvılcımlar ortaya çıktı.

 

Hani doğuştan otelci derler ya, işte ben gerçekten doğuştan otelciyim. Bugün de çok iyi hatırlarım, annem katlarda oda temizlerdi. Ben de annemin katlarda topladığı kirli çarşafları, otelin sahibinin City isimli köpeğiyle aşağıya çamaşırhaneye indirirdim.Babam depolardan sorumluydu o zamanlar. Otelin at çiftliği ve balık çiftliği vardı. Babamla birlikte balıklara yem atardık. Akşamları birlikte havuzu temizler şezlongları yerleştirirdik. Dolayısıyla hem çalışır hem de babamla vakit geçirirdim. Mesleki aşkım da oradan doğdu.

 

1986’da Ankara’daki Otelcilik Meslek Lisesi Sınavı’na girdim ve Türkçem iyi olmadığı için sınavı kazanamadım. Yine de Ankara’ya gittim ve hocalara yalvardım beni alın diye. Sınav sistemi olduğu için ilk başta almadılar tabi. Okula bekledikleri  rağbet olmadığı için Milli Eğitim ek bir sınav açtı. Bu benim hayatımdaki bir dönüm noktasıydı.  Sınava girdim ve hocaları etkiledim diyelim. Çünkü otelci olmak benim için olmazsa olmazların başındaydı. Dolayısıyla otelciliğe orada,1986’da başladım.

 

Hazırlık sınıfı, 1.sınıf, 2.sınıf derken yıllar hızla geçiyor,beni sektöre daha fazla yaklaştırıyordu.Bu sırada Amerika’dan bir öğretmen değişimi oldu. Amerika’dan Türk asıllı Yasemin hocamız geldi. Üstümde çok emeği vardır. İngilizce derslerine çok sıkılır, girmezdim. O zamanlar yabancı dilim oldukça ileri seviyedeydi. Dolayısıyla onunla beraber değişik projeler yapmaya başladık. Bana Avrupa Otelciler Birliği adı altında bir tez verdi. 1989’da birlikte Avrupa Otelciler Birliği adı altında dünyada yılda bir kez gerçekleşen bir toplantıya katıldık. O yıl toplantı Atina’daydı. Yaklaşık 10.000 öğrenci ve 5000 öğretmen bir araya gelmişti. Toplantılar bir hafta sürüyordu. Öğrenciler arasında ciddi bir kültür alışverişi vardı. Her öğrenci kalkıp kendi ülkesi hakkında bir konuşma yapmak zorundaydı. Dolayısıyla orada hedef, otelcilik okullarını aynı norma getirmekti.

 

Bu sürecin sonunda da okulunuzda hangi branşta okuyorsanız o branşta yarışmalar yapılıyordu. Bir genel kültür sınavı vardı.Avrupa haritası verilip onun çizilmesi isteniyordu. Değişik ülkelerin başkentleri veya turizm başkentleri soruluyordu. Daha sonra da sözlü olarak sahne vardı. Bir amfi tiyatro, yani bugünkü Aspendos misali… Atina’nın biraz dışındaydı. Sahne vardı ve onun tam ortasına bir mutfak kurulmuştu.  Zannediyorum ki 20-25 kişilik bir jüri vardı bunun içinde. Ülke bazlı sizi sahneye davet ediyorlardı. Genelde 5 aşçı bir arada çalışıyordu. Sahnede de bir cam kavanoz vardı ve onun içinden de artık bahtınıza ne çıkarsa. Bir menü yapmanızı istiyorlardı ve sepet geliyordu. O sepetteki yemeği de pişirmekle yükümlüydünüz. Benim artık bahtım mı istediğim gibi gitti bilmiyorum ama bildiğim bir yemekti ve çok sevdiğim bir yemekti. Dolayısıyla 1989’da Türkiye’ye ilk Avrupa kupasını getirmiştim. Avrupa üçüncüsü olmuştum. Hem genel kültür hem mesleki anlamda iki dalda ödül almıştım. Benimle beraber gelen okul arkadaşlarımın çoğu en centilmen ve en nazik öğrenci ödüllerini almıştı. Yani baya kupayla geri dönmüştük ve aslında böyle bir durum hiç aklımızda yoktu.

Aklımda olan tek şey yurt dışında çalışmaktı. 99 tane başvurumu da yurtdışına yollamıştım. Ve 99 başvuruyu da posta yoluyla yolluyordunuz, bugünkü gibi e posta yolu gibi değildi.  İnsanlarla diyalog kurmak mümkün değil zaten. Arkadaşlarla konuşarak belirli adresler buluyor ve bu adreslerden de diğer adreslere ulaşıyorduk. Bu şekilde 99 başvuru göndermiştim. Ve hiçbirinden de cevap gelmemişti.

 

Cebimde 20 dolarla önce Fransa’ya gittim. Yani dönüşüm mümkün değildi. Orada hayatımın bir başka dönüm noktasıyla karşılaştım. Güney Afrikalı çok sevdiğim bir otel müdürümüz vardı. Benimle beraber 2 arkadaş daha işe başlıyordu aynı gün. Öbür iki arkadaşın üniformaları verildi, benimki verilmedi. Dediler ki “Seninle otel müdürümüz görüşecek” Otel müdürü geldi ve personel müdürünü ofisine çektiler.

 

Hiç unutmadığım ve kulağımın en büyük küpelerinden bir tanesiydi. Bana; “Biz bugüne kadar hiç Türk çalıştırmadık ve Türklerin de turizmden anladığından şüpheliyiz. Sen buraya restoran şefi olarak gelmiştin ancak ben seni bu pozisyonda patronun emri dahi olsa çalıştırmayacağım. İstiyorsan bulaşıkhanede çalış” demişlerdi.  Tabii cepte 20 dolar olunca çok fazla çareniz olmuyor. Bulaşıkhanede başladım ve belli bir süre Filipinlilerle birlikte çalıştım. Bulaşıkhane genelde Filipinliler tarafından çalıştırılıyordu.

 

Belli bir süre sonra bu müdürümüzle aramızda bir samimiyet doğdu ve şöyle bir cümle geçti aramızda. “Bir gün ben seni işten çıkaracağım, bunu unutma sakın” dedim ve güldü. 9 yıl sonra işten çıkarttım. Üstüne geçtim çünkü. 12 yıl çalıştım orada. O sürekli terfilerimi verdi benim. 9 yıl sonra yaklaşık 11-12 yerin sorumluluğu bendeydi. Ve ben pozisyonumu direktör olarak aldığımda patrona pozisyonu kabul etmek için bir şartım olduğunu söyledim.  “Söyle” dedi. “Larry’i işten çıkartacaksanız” dedim. O da şaşırdı. “Böyle bir sözüm var, yeminim var. Yapmak zorundayım. Larry’de bunu biliyor ve kapının önünde bekliyor şu an” dedim. “İşletmeler senin, ben karışmam” dedi ve Larry’i çağırdım. İlk aksiyonumda oydu. “Larry biliyorsun durumu ve yeminim var. Şu andan itibaren iş aktın fes oldu. Bir daha Türklerin otelcilik yapamadığını sakın zannetme. Çünkü biz varız otelcilikte ” dedim.

 

 

Sizi azmettirmiş bir anlamda.

Tabii tabii, tabii… Ama çok teşvik edici bir arkadaştı. Çok ileriye dönük bir insandı.

 

Yurt dışında olmanın da tabii ki vermiş olduğu biz haz vardı işin içerisinde. Şu an bile sesi insanın şöyle bir gider ya, zor yıllardı. Çok zor yıllardı. Hiç unutmam, ilk başladığımda ilk iki ay uyuyamamıştım. Ayaklarım zonkluyordu ve günde 16 saat çalışıyorduk.  Hani uyku falan denilen şey hak keza… Uyumamak için birbirimizi sürekli dürtüklerdik. 10 dakika mola ve o 10 dakika bizim uykumuzdu işte.

 

3.5 yıllık Cumhurbaşkanlığı Köşk Müdürlüğü göreviniz  nasıl başladı?

 Ben 2012 yılına kadar yaklaşık bir buçuk yıl Konya’daydım zaten. O zamanlar Genel Müdür Yardımcısı görevimi yaptım. Sonra Cumhurbaşkanlığı’ndan bir rica geldi ve bu doğrultuda orada görevime başladım. Yaklaşık üç buçuk yıl da orada görev yaptım.

 

Unutamadığınız anılarınız var mı?

 Anılarımız çoktur, Türkiye’nin en üst noktası sonuçta. Çok tecrübe kazandım diyebilirim size. Çok değişik insanlarla tanışıyorsunuz. Hani bizim otelciler olarak tanışamayacağımız kişilerle tanışıyorsunuz. Tabi güzel tecrübeler ediniyorsunuz.

 

Doğuştan turizmcisiniz ama turizm dışında bir mesleğiniz olsa hangisini tercih ederdiniz?

 Turizmci.

 

Konya’da turistlerin konaklamadığından bahsediyoruz. Geliyor, Mevlana ziyaretini yapıyor ve konaklamadan gidiyor. Konaklatmak için ne yapabiliriz?

Bunlar genellikle acenteler üzerinden yürütülüyor. Bizim de burada hâlihazırda çalışmış olduğumuz bir Uzakdoğu pazarı var. Japonlar, Koreliler ve Uzakdoğu pazarı diyelim. Onlar ve Turizm Bakanlığı’nın vermiş olduğu bir kilometre sayısı vardır. Uçakla misafirlerimiz geldikten sonra, otobüslere bindikten sonra şoför sayısıdır, yapacakları kilometrelerdir, bunlar hep önceden tayin edilmiş konulardır.

 

Uzakdoğu pazarında Antalya ve İstanbul’dan geldikten sonra bu kilometre sayısı Konya’ya düşüyor zaten ve burada konaklıyorlar. Burada konaklamanın haricinde diğer misafirler için Konya, sadece Mevlana ve diğer unsurlardan ibaret. Etrafımızdaki iller onlara daha cazip geliyor. Burada sadece bir yemek molası ve Mevlana Hazretlerine bir ziyaret olarak geliyorlar ve ağırlıklı olarak Kapadokya’ya doğru devam ediyorlar.

 

Tabii Konya’yı çok iyi bilmemekle birlikte bu durum avantaj mı dezavantaj mı onu bilmek gerekiyor. Bu duruma karşı belediyeler,valilik ve bütün otelcilerle ortak bir çalışma ihtiyacı var diye düşünüyorum. Bir araya gelinip ne gibi unsurlar olabilir tartışılması gerekiyor.

 

 

Konya’da Kültür Turizmi dışında başka ne tür turizmler yapılabilir? Mesela fuarlar yapılıyor, ekonomik ve sanayi fuarları yapılıyor, bunlar daha fazla arttırılabilir mi?

  Bu soruya şu şekilde cevap vermek istiyorum. Şimdi yurtdışına baktığınız zaman özellikle de Almanya, orada fuarlar devlet tarafından yürütülüyor. Bizim ülke de her şey İstanbul bazlı gidiyor. Burada da tarım fuarımız var. İllerin yakın olması insanların daha çok ilgisini çekiyor. Mesela bu fuarlar il il dağıtılsa illerimiz daha çok kalkınacak. Kastım sadece Konya’dan değil. Mesela yiyecek içecek fuarı Bursa’da neden yapılmasın? Bursa’da da çok ciddi bir fuarcılık var sonuçta. Otomobil fuarı İstanbul yerine Konya’da yapılsın. Ama şu an benim görebildiğim kadarıyla fuar denildiği zaman Antalya’da bir tane çok ciddi bir fuar var, İstanbul çok başarılı bu konuda… Bu Konya’da yapılsa bence ilk başta biraz yavaştan gidilir. Ama istikrarlı bir şekilde gidilirse insanlar buraya gelir. Uçak sayımız çok fazla, tren sayımız fazla. Yani insanlar buraya çok rahat bir şekilde gelebilir. Ama bu bir sinerji konusudur gene.

 

Onun haricinde bildiğim kadarıyla şimdi Kelebekler Vadisi diye bir proje yapıldı Konya’ya. Bence son derece önemli bir proje… Onun haricinde bir Çocuk Parkı Projesi var. Tabii bunlar maddiyata dayalı şeyler ama. Konya’da sadece eğlenceye dayalı bir şeyler yapılsa belki çok başarılı olunabilir.

 

Geçen seneyle bu yıl içerisindeki 3 aylık döneme bakıldığı zaman gelen turist sayısı %14 azalmış durumda. Bunun temelinde de Rusya var. Ruslardaki ekonomik sıkıntılardan kaynaklanıyor.  Baktığımız zaman Rusya’ya, Avrupa’ya ve biraz da Uzakdoğuya bağlıyız. Bunu azaltmak için ne yapılması gerekiyor? Daha farklı yerlere mi açılması gerekiyor Türkiye’nin?

 Türkiye zaten şu an hali hazırda çok ciddi pazarlarla çalışıyor. Rusya’ya bağlı kaldığımızı ben açıkça düşünmüyorum. Sadece Ruslardan gelen çok ciddi bir talep vardı ve biz o talebi karşılıyorduk. Siz de kendi evinizi düşünün. Yani evinizde bir mutfak var ve mutfakta olmazsa olmaz malzemeleriniz var. Patates, soğan, meyve gibi… Bunu isteseniz de alacaksınız, istemeseniz de alacaksınız. Bu bir ihtiyaç konusu…Aynı şekilde turizme de baktığınız zaman Rusya’dan bugüne kadar çok ciddi bir talep vardı.   Buradaki olayda bizim herhangi bir hatamızdan kaynaklanmadı. Tamamen Rusya’daki ekonomik durumdan kaynaklanan bir konudur. Ama kendi şirketimize baktığımız zaman biz neredeyse yaklaşık 20 tane değişik uyruklarla çalışıyoruz. Eskiden İsrail pazarı vardı. O malum gitti. Şimdi Irak pazarı var, İran pazarı var. Bu Konya için de çok önemli. İran pazarının bizim için önemli bir pazar olması lazım bence. Bir kere hem din kardeşlerimiz hem de Mevlana Hazretlerimiz gibi ortak olan önemli bir zat var.  Bu pazarlar değerlendirilebilir.

 

Turizm konusunda Konya’da kalifiye eleman sıkıntısı var mı?

 Çok var.

 

Peki, kalifiye elemanlar genellikle sahilleri mi tercih ediyor?

 Aynen öyle. Bende kendi gençliğime baktığım zaman, Ankara’da otelcilik okudum. Fakat Kemer’de çalıştım. O zamanlar gerçekten de Kemer denilen bir şey yoktu ortada. Bugünkü hiçbir şey yoktu. Sahilde hiçbir otel yoktu. Bizim çalıştığımız pansiyonlardı. Bir tane sokağı vardı. Sadece o kadar.

 

Konya’da turizmin önemine değinecek olursak; avantajları ya da dezavantajları neler?

  • Özellikle Şeb-i Aruz’un yapılması çok önemli bence. Ama Şeb-i Aruz’u sadece o zaman dilimi içerisinde değil de bunun daha çok nasıl ileriye götürülebileceğinin tartışılması lazım bence. İnsanları buraya nasıl çekebiliriz? Turizm açısından bakacak olursak asıl sıkıntı ulaşımdır ama bu sorunu hallettiğimizi düşünüyorum. Havaalanımız, tren garımız var. Ulaşım otobüslerle hiç sıkıntı değil. Çünkü Anadolu’dan ve doğu tarafından otobüslerin hepsi buraya uğruyor artık. Ve kilit noktada artık…

 

Bizim tarihi yapılarımız, özellikle de camilerimiz çok önemli. Kadınlar Çarşısı var misal. Çok  önemli… Ama bunları modernize etmek gerekmiyor.  Tarihi yapısı neyse uzmanlara danışılarak restorize edilmesi lazım. Bence o zaman güzel bir yol çizmiş oluruz.

 

Bahadır Bey, konaklama açısından baktığımız zaman büyüme hızı olarak Konya ne durumda?

 Şöyle ki Konya’nın ilk oteli biziz. Aslında buranın inşaatı Hilton olarak yapılmış. Ancak kısa bir süre sonra Rixos burayı devraldı. Akabinde Dedeman açıldı. Ondan sonra Anemon açıldı. Bu gelecek 6-7 ay içerisinde 2-3 tane daha otel açılıyor. Şimdi hiçbir otel kalkıp da potansiyel görmediği bir yerde otel açmaz. Bu bir gerçek… Dolayısıyla Konya ili içerisinde çok ciddi bir büyüme var.

 

Milli takımımız Eylül ayında bizim otelimizde kalacak. Ve burada Eylül ayında iki tane milli maç yapılacak. Diğer taraftan bakıldığında Konyaspor gibi güçlü bir takım var. İstiyoruz ki Konyaspor en azından UEFA’ya katılsın ve bu katman sayımızı daha yukarılara yükseltelim. Bunun için de tabii bir güce ihtiyaç var. Bu gücüde ancak hep birlikte olursak elde edebiliriz.

 

Devletin 2011 yılında yapmış olduğu istatistik raporunda turizm yatırımı yapıldığı zaman kısa süre içinde dönüşüm alacak 3 il vardı. Bunlar Samsun, Edirne ve Konya’ydı. O zaman hala Konya büyüyerek devam ediyor. Gelecek olan oteller de katlayarak devam ettiğini gösteriyor. Konya turizmin hakkını veriyor bir anlamda.

  Şimdi şehrin geneline baktığınız zaman ben 4 yıl önce bir yerde kahve içmeye gittiğim zaman zor bulurdum. Meram dolaylarına gitmek zorunda kalıyordum. Benim için de uzun bir mesafe. Her ne kadar her yere yakın olsak da alıştıktan sonra zor geliyor insana.

 

Ama günümüze baktığımız zaman çok ciddi markalar gelmiş Konya’ya. Ben çok şaşırdım açıkçası. Ve bu çok ciddi markalar da kalitenin artmasına sebep oluyor. Şimdi şehrin geneline baktığınız zaman isimsiz yerlerde 2-3 masa görürken isimli yerleri dolu ya da doluya yakın görüyorsunuz. Bu da bize Konyalıların belirli bir kaliteyi istediğini gösteriyor. Kahve artık kahve değil. Bir işletme ben x kahvesinden yapıyorum diyorsa ve belirli bir ismi varsa oraya rağbet artıyor. Çünkü insanlar artık kaliteye önem vermeye başladılar. Tabii bunun avantajları ve dezavantajları birlikte gelir.

 

Konya dışına giderken poşet içinde Konya Şekeri götürerek Konya’nın imajını yerlere sürüyoruz, 3 liraya aldığımız bir şeker. Ve Konya’ya katma değer olarak bakıldığı takdirde 3 lira katabiliyoruz. Başka şehirlere bakıldığında hediyelik eşyanın 100-200 lira katma değeri var. Bunu nasıl çözebiliriz? Şehir dışına giderken ne götürüyorsunuz misafirlerinize?

 Her ilin bir özü vardır. Bunun güzel bir örneği var. Leblebiyle Konya şekeri arasındaki fark nedir? Birisinin tatlı diğerinin kuru olması… Şimdi leblebiye baktığınız zaman ambalaj her şeyi satar. Bu bir gerçek… Çorum ilimiz bunu aşmış durumda diye düşünüyorum. Neden aşmış durumda? Çok güzel ambalajlarda olan 3 liralık bir şeyi bize 20 liraya satıyorlar. Ve seve seve de alıyoruz bunları. İnanılmaz bir şekilde de sunum yapılıyor ve karşıdaki kişide etkileniyor.

 

Şimdi yeni bir şey çıkmış. Mevlana Hazretlerinin yeşil kubbeyle ilgili bir şeyler yapılmış. Bunları daha da geliştirmek gerekiyor. Yani kimse artık kalkıp da poşetlerle çok haşır neşir olmak istemiyor. Turist bile bir şey götürürken en azından görsel olarak da koyduğu zaman bir yere görülsün istiyor. Evine gelen misafirlerin sormasını istiyor. Sanat çok önemli bir unsur burada… Bu tür şeyler çok göz alıcı ve bu ili de gösteren şeyler.

Add comment